Foto muhabirinin çalışma ortamı ve can güvenliği

Caner Sürmeli

Blog: Serbest Kürsü

Türkiye-Kazakistan maçında yaşanan, bazı futbolcuların özel korumalarının orada görevli foto muhabirlerini darp etmesi üzerine, ileride işlemeyi düşündüğümüz "foto muhabirlerinin çalışma ortamı ve güvenliği" konusunu öne çekmeye karar verdik. Her hafta en az bir güncelleme yaparak bu konuyu işleyeceğiz.

Bu konuyu dosya konusu olarak belirlememizdeki ana sebep, spor müsabakalarından tutun da savaş alanlarına kadar foto muhabirlerinin çalıştığı her ortamda, onlara kimin saldırdığını ve neden saldırdığını anlamak ve bununla mücadele etmek. Her yönüyle ele almak istediğimiz bu başlığa yaklaşık üç hafta ayırdık. Bu üç haftada, konuyla ilgili yapılmış akademik araştırmaları ve anketleri inceleyeceğiz, tarihte yaşanmış çarpıcı örnekleri konuşacağız ve en önemlisi foto muhabirlerden çalışma koşullarını ve can güvenlikleriyle ilgili ne tür önlemlerin alındığını bize anlatmalarını isteyeceğiz.

Bir spor müsabakasında foto muhabiri olarak görevlendirilseniz, herhalde göreviniz başında darp edileceğiniz aklınıza gelmezdi. Normal şartlarda size ayrılan bölgelerde bulunur ve etkili kareler yakalamaya çalışırsınız. İşiniz gereği oradaki tüm bileşenlerle (taraftarlar, sporcular, hakemler, güvenlik görevlileri) etkileşim halinde olursunuz.

Foto muhabirinin o müsabakadan beklentisi bellidir zaten. Spor müsabakasının bileşenlerinden etkili anlamlı kareler yakalamak ve maç öncesi ve sonrası yapılan basın açıklamalarını takip etmek, görüntülemek gibi. Eğer birileri özel olarak oraya size saldırmak için gelmediyse, saldırıya uğramanız pek mümkün değil gibi görünüyor.

Tabii bu söylediklerim normal şartlarda olması gerekenler. Ancak normal şartlarda Volkan gibi Emre gibi sporcular da olmaz. Şartlar ne yazık ki pek normal değil.

YOKSA ÖLÜM BU İŞİN DE FITRATINDA...

Spor müsabakasında foto muhabirlerine saldırmak için aklımıza makul bir senaryo getirmekte zorlanıyoruz, ancak Gazetecileri Koruma Derneği'nin (CPJ) verilerine göz attığımızda 1992 yılından bu yana toplamda 71 spor muhabirinin görev sırasında ölmüş olduğunu, bunların 37’sinin ise öldürülmüş olduğunu görüyoruz. Yaşanan kazalarla veya başka sebeplerle oluşan ölüm olaylarının, cinayet vakalarından az olması düşündürücü.

Bu şaşırtıcı oran sadece spor departmanında çalışan gazeteciler için değil, diğer tüm departmanlarda çalışanlar için de geçerli. Hatta cinayet oranının en az olduğu yer spor departmanı. 1992 yılından bugüne kadar kayda geçen toplam ölüm vakası 1082’yken, cinayet sonucu ölen gazeteci sayısı ise 715. (Kaza ve diğer sebeplerle ölenlerin % 13’ü, öldürülenlerin ise % 9’u foto muhabiri) Yayın muhabiri, kameraman, yazar, teknik ekip, editör vb. hepsi için ayrı ayrı tutulmuş veriler mevcut. Özellikle foto muhabirleri ve savaş fotoğrafçıları ile ilgili daha detaylı bir aktarımı diğer güncellemelerle birlikte yapacağım.

Ancak 1992'den bu yana ölümleri kayıt altına almasına rağmen CPJ de bizlere net bir gerçeklik sunamıyor. Örneğin, yaklaşık bir ay önce, İran yayın kuruluşu Press TV'de muhabir olarak çalışan 31 yaşındaki Serana Shim ile kameraman July Irish'i taşıyan araç Şanlıurfa Suruç’ta kaza yaptı. Shim, olay yerinde hayatını kaybetti. Bu olay kayıtlara kaza olarak geçti ancak ölmeden önce Serena Shim, Suruç'tan yaptığı canlı bağlantıda MİT'in kendisini ajan olmakla suçladığını ve tutuklanma tedirginliği yaşadığını söylemişti. Shim ayrıca, Türkiye’den Suriye’ye giden yardım konvoyları içinde militanlar taşındığını iddia etmiş ve bununla ilgili görüntülere sahip olduğunu öne sürmüştü. Ölümünden sonra ise Press TV haberi verirken, "şüpheli bir trafik kazası" ifadesini kullandı ve Shim’in MİT tarafından tehdit edildiğini belirtti. Shim’in ailesi ise kızlarının ‘normal bir kazada’ öldüğüne inanmıyor.

Press Tv'nin başına gelen bir başka şüpheli olay ise 2012’de Suriye’de yaşandı. Suriye’nin başkenti Şam’ın en merkezi bölgesinde iki bomba patladı. Patlamalardan kısa süre sonra olay yerine giderek haber yapmaya başlayan Press TV ekibi, keskin nişancı ateşi altında kaldı. Saldırıda kanalın Suriyeli muhabiri Maya Nasır hayatını kaybetti, Şam bürosu şefi Hüseyin Murtada ise yaralandı. Bu olay ise kayıtlara çapraz ateş sonucu ölüm olarak geçti. Ancak öldürülen Maya Nasır, son dönemde araştırmalarını Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve benzeri gruplarla Türkiye arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaştırmıştı. AKP ile ÖSO ilişkileri hakkında ulaştığı delilleri Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Türkiye aleyhine savaş suçu işlediği gerekçesiyle dava açmaya hazırlanan avukat Christopher Black’le de paylaşıyordu.

Press TV’ye olayla ilgili değerlendirme yapan insan hakları hukukçusu Paul Wolf, saldırının önceden planlanmış olduğu görüşünü şu sözlerle savundu:

“Bence bu kesinlikle önceden tasarlanmış bir cinayet. Ne kadar karmaşık bir iş yapıldığına bir bakın. Cinayet tam olarak bir terör saldırısının sonrasında gerçekleştiriliyor… [Saldırının] amacı medyada büyük bir yankı uyandırmak ve Suriye genel kurmayına saldırıldığı izlenimi yaratmak. Suikastı gerçekleştiren kişiler, bu suçu tam da bir terör saldırısı sonrasında işliyor ve kaçabileceklerini biliyor. Dolayısıyla bunun çapraz ateş altında kalıp ölen bir başka gazeteci hikayesi olmadığını görmek çok önemli. Maya Nasır suikaste kurban gitti.”

Paul Wolf’un söylediği "çapraz ateş altında kalıp ölen bir başka gazeteci hikayesi olmadığını görmek çok önemli" ifadesi, bir özet niteliğinde.                                                               

Konumuza dönersek, CPJ’nin tutmuş olduğu verilerde bu durum olduğu halde, yani ilgili devletlerin bazı cinayetleri kaza diye kayıt altına almış olmasına rağmen tüm ölüm vakalarının %70’nin cinayet olması bize gerçeğin hangi boyutlarda olduğunu açıkça gösteriyor. Yoksa öldürülmek bu işin fıtratında mı var?

Gezi direnişi sürecinde gazeteci Gökhan Biçici gözaltına alınırken

Çatışma ve savaş ortamı çoğu zaman basına karşı uygulanan şiddete zemin oluşturmuş. Bunun bizdeki en yakın örneği gezi direnişi sırasında yaşandı. Onlarca gazeteci, yaralandı, darp edildi, gözaltına alındı vb.

Elindeki fotoğraf makinesi ve kamera ile gerçekleri ortaya çıkarabilecek güce sahip bir foto muhabirinin, tekerine çomak soktuğu kişilerin/kurumların ‘büyüklüğü’, uğrayacağı muhtemel saldırının büyüklüğüyle doğru orantılı olsa gerek. Kimisinin fotoğraf makinesini kırılır, kimisine tekme tokat girişilir, kimisi yaka paça göz altına alınır, kimisi ise öldürülür. İşlerine ve hayata tutkuyla bağlı olan gazeteciler ise baskılarla yılmaz, öldürülmekle de tükenmezler. Gerçekler mi? Onlar zaten ortada.