Yedi yıl sonra yeniden Molotov, Boğazlar ve Yalçın Küçük

Çağlar Akyüz

Blog: Serbest Kürsü

2008 yılının başında edinip okuduğum, Yordam yayınları tarafından yayınlanan Molotov Anlatıyor kitabı Sovyetler Birliği tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Molotov’un birçok tartışmalı olaya verdiği içten cevapları içeriyor. Molotov hiç bir zaman devrimci iddiasını kaybetmeyen ve Bolşevikliğinden ödün vermeyen biri. Sosyalizme ve özellikle Stalin’e küfredilen birçok konuya dair Feliks Çuyev’in sorularına verdiği cevaplar bir yerden sonra meydan okumaya dönüşüyor.

Kitabı okduktan bir ay sonra, 2008 Haziranı'nda Ankara’da bir dostumun aracılığı ile Yalçın Küçük ile tanışma fırsatı yakalamıştım. Tezi için Yalçın Hoca'ya giden dostum beni de davet etmiş ve bu görüşmeyi internet sitesinde yayınlayacağımız bir sohbete çevirmiştik. Sorduğum sorulardan biri Stalin’in boğazlar rejimini yeniden düzenleme ve Kars, Ardahan bölgesinden toprak talebi ile ilgiliydi. Malum Yalçın Hoca bunun 2. Dünya Savaşından sonra Türkiye’nin batıdaki kampa dahil olmak için telaşla uydurduğu bir soğuk savaş yalanı olduğunu yazmıştı. Fakat Molotov kitapta Türkiye’den toprak taleplerinin olduğunu belirtmekteydi. Hoca buna dair soruma "bu bir çeviri hatası olabilir kitap Rusça aslından çevrilmedi. Sovyet arşivleri de benim tezimi doğrulamaktadır" diye cevapladı.

Hoca ile keyifli sohbetin üzerinden yedi yıl geçti. Molotov Anlatıyor kitabını tekrar okumak için aldım. Bu defa ikinci baskısı çıkmıştı. Fakat ikinci baskıda  Yordam yayınlarının önsözü beni çok şaşırttı. Hoca ile yaptığımız röportaja yer veren yayınevi Yalçın Küçük’ün verdiği cevapla kitapta ‘tahrifat’ yaratmaya çalıştığını söylüyor ve kitabın ikinci baskısının Rusça çevirmenler tarafından teyit edildiğine, Küçük’ün verdiği cevabın yanlışlığına işaret ediyorlar.

Kitabın Rusça aslı elimde yok; zaten Rusça da bilmiyorum. Fakat Molotov’un sözlerine rağmen Yalçın Hoca’nın tezlerinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Konuya dair yakın zamanda araştırmacı Candan Badem bir yazı yazdı. Badem yazısında Ermeni kaynaklarının o dönem Ermenistan Sovyeti'nde Kars ve Ardahan’ın alınmasına yönelik hazırlık olduğu konusunda bilgiler olduğunu söylüyor. Boğazlara da ortak üs kurulması yönünde yine sözlü olarak yapılan teklifler var. Bunların hiç söylenmediği gibi bir iddiayı dile getirmek zor. Ama o dönem Türkiye’nin yaygara kopardığı gibi SSCB’nin uzun soluklu bir planından söz etmek gerçekçi değil.

Stalin’in gayri resmi yollarla toprak ve boğazlar da üs talebinin ise gayet meşru olduğunu söyleyebiliriz. Savaşın son dönemlerine kadar Almanya’ya yakın bir siyaset izleyen Türkiye, Alman savaş gemilerinin boğazlardan Karadeniz’e girmesine izin vererek SSCB’yi Karadeniz kıyılarında zor durumda bırakmıştır. Tüm Avrupa’yı faşizmden kurtaran SSCB yaklaşan Soğuk savaşta güney kıyılarında tekrar hançerlenmek istememektedir. SSCB’nin boğazlar ile ilgili istediği şartlar oldukça nettir. SSCB Boğazlar rejiminin sadece Karadeniz'e kıyısı olan devletlerce belirlenmesini ve başka devletlere ait savaş gemilerinin geçişinin yasaklanmasını istiyordu. Ticari gemilerle ilgili de her hangi bir yaptırım istenmemekte aslında sadece Karadeniz’de güvenli ve barışçıl bir öneri getirilmektedir.

Savaş sırasında Stalin’e sürekli olarak Türkiye sınırındaki askerlerini batıya gönderebileceğini salık veren Churchill Türkiye’nin müteffiklere katılması için birçok girişimde bulunuyor. Aralarındaki yazışmalarda Stalin Türkiye’nin bu konuda umutsuz vaka olduğunu söylüyor. Stalin, Hitler SSCB’ye saldırdığında yatağında kahkaha atan İnönü ve anti-Sovyetik Türk dış politikasının Almanlarla olan dirsek temasını unutmuyor. Churchill ile yazışmasında savaştan sonra Türkiye’nin kazanan masada yer alamayacağını belirten Stalin Türkiye’ye baktıkça kendisini sırtından hançerlemeye aday bir ülke görmekte. 1941 -1945 yıllarında ki Türk dış politikası Stalin’in görüşlerini fazlasıyla doğrulamakta.

Anti –Sovyetik sol ise uzun yıllar Türkiye’nin NATO’ya itilmesini Stalin’in hırs ve kibirle Türkiye’ye dayattığı koşullara bağlamakta, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı boyunca anti-komünist siyasetini görmemektedir. Kaldı ki SSCB Türkiye’ye karşı genel siyasetini bu talepler üzerinden yürütmemiştir. Sadece savaştan sonra kazananların masasında olmasını istemeyen ve güney sınırlarında tekrar hançer yemek istemeyen bunun için bir dizi diplomosi yürüten bir görüntü var.  SSCB’nin, Türkiye’nin bağımsızlığına karşı bir politikası olduğunu söylemek Yalçın Hoca’nın dediği gibi bir uydurmadan ibarettir. Hocanın diplomotik bazı hamleleri görmediği ya da bazen çubuğu fazla büktüğü iddia edilebilir. Ama bu tezinin haklılığını geçersiz kılmamakta.

Yalçın Hoca yedi yıl önce sorduğum soruya belki aceleci bir cevapla ‘çeviri hatası’ demiş olabilir (ya da gerçekten çeviri hatasıdır, çok da önemi yok). Fakat soruyu soran kişi olarak gayet eminim ki, asla kitapta ‘tahrifat’ yaratma gibi bir amacı yoktu. Aksine yayınevi ve kitabı övmüş ve tüm solculara tavsiye etmişti. Bu ropörtajda emeği geçen, soruyu soran olarak belki de en büyük hatayı yapanlardan biri benim. Röportajda bu bölüme yeterince yer vermeyerek gereksiz bir yanlış anlamaya yol açtığımı düşünüyorum. Bu soru üzerinden Yordam yayınlarının hocaya ‘tahrifatçı’ demesini ve kitabın ön sözünde eleştirmesine  bu yanlış anlamanın yol açtığını düşünmekteyim. Umuyorum bu yanlış anlama üçüncü baskıda düzeltilir.


Not: Yazıyı bitirdiğimde Candan Badem’in yazısını Oda TV "komünist akedemisyenden yeni iddia Stalin Türkiye’den toprak istedi" manşeti ile verdi. Candan Hoca’nın yazısını bir daha okudum. 2008’de yazdıklarına ek bazı bulgulara rastladığını ve Stalin’in aceleci davrandığını söylüyor. Ben savaş boyunca Türkiye’nin Almanlara olan desteğini gören Stalin’in güvenlik kaygısı ile diplomasi yürüttüğünü ve aceleci davrandığını düşünmüyorum. Fakat Candan Badem de aceleci bulduğu tavrın Türk dış politikasında belirleyici olmadığını vurgulamış. "Türkiye'nin 1945'ten sonra ABD'ye yanaşması ve 1952'de NATO'ya girmesinde Sovyetlerin taleplerinin bir miktar payı olmuştur ancak bu talepler kesinlikle esas belirleyici değildir" demekte Candan Badem. Açıkçası ben bir miktar payı olduğunu bile düşünmüyorum. SSCB’nin Türkiye’nin bağımsızlığını tehdit ettiği Türkiye burjuvazisinin büyük bir yalanı olduğu gerçeği ‘diplomatik ‘ bazı girişimlere rağmen gerçekliğini koruyor.