2000’li yıllarda tarım politikalarında serbestleşme

Burhan Özalp

Blog: Serbest Kürsü

Tarım politikalarında 1980 sonrasında başlayan serbestleşme süreci 2000’li yıllarda en üst seviyesine çıktı. Bu sürece Dünya Bankası (DB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye tarım politikalarının serbestleşmesine toplu katkıda bulundular. Türkiye bu kurum ve kuruluşların kapısını her çaldığında tek bir reçete ile karşılaştı: “Serbest Piyasa”. Bu yazıda 2000’li yıllarda Türkiye tarım politikalarının serbestleştirilirken bu kurum ve kuruluşların Türkiye tarım politikalarının oluşumunda nasıl dikkate alındığını ve bu süreci souncu ortaya koymaya çalışacağım.

Türkiye’nin Tarım Politikaları, 2001 yılında başlatılan ve 2001 ile 2008 yılları arasında uygulanan Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP), 2004 yılında çıkartılan 2006-2010 yıllarını kapsayan Tarım Stratejisi ve 2006 yılında çıkartılan Tarım Kanunu doğrultusunda değişikliğe uğradı.

TRUP DB tarafından desteklendi. TRUP’un DB’ye sunulmasının nedeni Türkiye’nin IMF’ye verdiği tarım taahhütlerinin finansmanında kullanılmak üzere kredi temin etmek istemesi oldu. Tabii ki bu taahhütler tarım politikalarının serbestleştirilmesi yönünde. Bu reform kapsamında tarımla ilgili dört temel alanda değişiklik yapma kararı alındı:

  • Bütçeden finanse edilen ürün müdahale alımlarını azaltmak,
  • Fiyat desteği, kredi ve gübre sübvansiyonlarını aşamalı olarak kaldırmak ve bunları çiftçiler için, tek tip bir hektar başına ödemeye dayalı, daha az yanıltıcı bir doğrudan gelir desteği (DGD) ile değiştirmek,
  • Tarımsal üretim, işleme ve pazarlamadan devletin doğrudan desteğini çekmek ve
  • Çiftçilere tek seferlik geçiş destekleri sağlamak.

TRUP altında, 2002 yılında Ulusal Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) oluşturuldu ve yukarıda belirtilen reform programını uygulamak amacıyla, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin (TSKB) yeniden yapılandırılması daha doğrusu işlevsizleştirilmesi için gereken teknik ve mali destek sağlandı. Reform çerçevesi içinde, 2002 yılının sonunda dolaylı destek programları (fiyat ve girdi sübvansiyonları) aşamalı olarak kaldırıldı ve DGD programı ile değiştirildi. DGD’nin uygulandığı yedi yıl süresince tarımda dışa bağımlılık arttığı, tarım ile tarım dışı sektörler arasındaki mesafenin tarım aleyhine açıldığı, tarım içindeki eşitsizliklerin de büyüdüğü gözlendi.

TRUP’un temel öğelerinden biri de Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) özelleştirilmesi olmuştu. Bu kapsamda devlete ait Türk Şeker Şirketi (TÜRK ŞEKER) ve Tütün Şirketi (TEKEL) özelleştirildi. Özellikle, TEKEL’i özelleştirmek için nasıl vahşice davrandıklarını hepimiz gördük. 2002-2014 yılları arasında tütün üretimi 153 bin ton’dan 70 bin ton’a geriledi. Tütün eken aile sayısı 330 bin azaldı. TEKEL’in özelleştirilmesi sonrası 6 sigara fabrikasından 5’i kapandı. Tokat, Malatya, Bitlis, Adana ve İstanbul fabrikalarında artık üretim yapılmıyor.

2004 yılında kaynakların etkin kullanımı ilkesi çerçevesinde; ekonomik, sosyal, çevresel ve uluslararası gelişmeler boyutunu bütün olarak ele alan örgütlü, rekabet gücü yüksek, sürdürülebilir bir tarım sektörünün oluşturulması temel amacıyla 2006-2010 yılları arasında, AB’ye uyumu da gözeterek, tarım sektörü ile ilgili kesimlerin karar almalarını kolaylaştırmak, sektörün kalkınma hedef ve stratejileri doğrultusunda geliştirilmesini sağlamak ve 2004 sonuna kadar çıkarılacak Tarım Çerçeve Kanunu ile bu kanuna dayalı olarak hazırlanacak ikincil mevzuatın temelini oluşturmak için Tarım Stratejisi hazırlandı. Tarım Stratejisi’nin temel ilkeler bölümünde AB Ortak Tarım ve Balıkçılık Politikalarına uyum ve DTÖ Tarım Anlaşmasının esas alınacağı, ayrıca piyasa koşullarında tarımsal üretime yönelik olarak piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçları uygulanacağı belirtildi.

Tarım stratejisinde tarımsal destekleme bütçesi bölümünde yer alan “Tarım sektörü desteklemeleri için ayrılan kaynağın GSMH'nin yüzde 1'in altına inmemesine, sektörün önem ve özellik arz etmesi nedeniyle özen gösterilecektir” ifadesi dikkat çeken noktalardan bir tanesiydi. 2006 yılında çıkartılan Tarım Kanunu ile Türkiye ilk defa bir Tarım Kanununa sahip olmuştu. Böylelikle, Tarım Kanunu ile Tarım Stratejisinde yapılması planlanan uygulamalar hükümetçe güvence altına alındı. Tarım Kanunu’nun tarım politikalarının ilkeleri bölümünde yer alan madde 5b’deki “uluslararası taahhütlere uyum” ve madde 5c’deki “piyasa mekanizmalarını bozmayacak destekleme araçlarının kullanımı” ifadelerinin yanı sıra, tarımsal desteklemelerin amacı ve ilkeleri bölümünde yer alan “AB mevzuatı ve uluslararası taahhütler ile uyumlu olması” açıklama hem tarım stratejisinin uygulanmaya çalışıldığını hem de yurtiçi destek politikalarının oluşumunda DB, IMF, DTÖ, AB dikkate alınarak “tarımda serbest piyasa”nın gözetildiğini gösteriyor.

Tarım stratejisinde tarımsal destekleme bütçesi bölümünde yer alan “Tarım sektörü desteklemeleri için ayrılan kaynağın GSMH'nin yüzde 1'in altına inmemesine, sektörün önem ve özellik arz etmesi nedeniyle, özen gösterilecektir” ifadesi Tarım Kanunu’nun tarımsal desteklemelerin finansmanı bölümünde madde 21’deki “Bütçeden ayrılacak kaynak, GSMH’nin yüzde birinden az olamaz” açıklaması ile güvence altına alınmıştı; ancak bu kararla ilgili çok ilginç bir durum var. Bu karar 2013 yılına kadar uygulanmadı ve hep “AKP kendi yaptığı kanunu uygulamıyor” eleştirilerine maruz kaldı. Fakat T.C. Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü’nün Merkezi Yönetim Bütçe Dengesi için 2013 ve 2014 yılında açıkladığı verilerde farklılık ortaya çıktı. Farklılık şöyle: 2013 yılında açıklanan verilerde tarımsal destekler GSMH’nın % 1’inden az iken, 2014 yılında açıklanan verilerde bu sorun ortadan kaldırılmış. 2013 yılında açıklanan verilere yaptığım bilimsel bir çalışma için 27.09.2013 tarihinde ulaşmıştım; bu yazı için 2014 yılında açıklanan verilere 31.12.2014 tarihinde ulaştım. Verilerde geçmişe dönük düzenlemeye ve tarımsal desteklemelerin isminde değişikliğe gidilerek yapılan “eleştirileri” ortadan kaldırılmaya çalışıldığı apaçık ortada. 2013 yılında açıklanan veriler  “Tarımsal Destekleme Ödemeleri” başlığı altında 2000-2012 yıllarını kapsarken; 2014 yılında açıklanan veriler “Tarım, Ormancılık, Balıkçılık ve Avcılık Hizmetleri” başlığı altında 2006-2013 yıllarını kapsıyor. Aşağıdaki çizelgede bu durum daha net görülüyor.

Geçmişe dönük yapılan bu düzenlemelerde oranların bir şekilde % 1’e tamamlandığı görülüyor. Komik, hatta ve hatta trajikomik… Ancak yine de tarımda ve tarımsal desteklerdeki durumun rakam oyunlarıyla kurtarılamayacak kadar vahim olduğunu hatırlatmak gerek.  Ayrıca, Emine OLHAN tarafından 2012 yılında yapılan “Türkiye’de Son 10 Yılda Tarımsal Destekler” başlıklı çalışmada, 2000 yılından sonra cari fiyatlarla tarım sektörüne sağlanan destekler artmış gibi görünmesine rağmen sabit fiyatlarla yani enflasyon etkisinden arındırılmış fiyatlarla desteklerin zaman içerisinde azaldığı görülüyor. Çalışmada, sabit fiyatlarlar açısından destekler 2000 yılı sonrasında hiçbir yılda 2000 yılında yapılan desteklerin seviyesine çıkmadığı ve 2000-2011 döneminde tarımsal destekler cari fiyatlarla % 213 artığı ancak sabit fiyatlarla % 47 azaldığı belirtiliyor.

Tarım politikalarında serbestleşme uygulamaları ise Türkiye’de kırsalında büyük bir dönüşüme imza attı. Tarımdan para kazanamayan çiftçi tarımdan vazgeçti. Türkiye’de 2002 yılında 26 milyon 579 bin hektar olan tarım alanları 2013 yılında 23 milyon 811 bin hektara gerileyerek yaklaşık % 11 oranında azaldı. Tarım alanları betonlaşmaya terk edildi. Kırsal alandan ve tarımdan kopanlar, kentlerin kenar mahallelerinde, çoğu zaman işsiz ve insan onuruna yakışır barınma - beslenme koşullarından çok uzakta yaşamaya mahkum oldu. Özetle, kırsalda yaşayan nüfus şehre akın etti. Çizelge 3’te bu durum açıkça görülüyor. 2013 yılına ait olan veriler Büyükşehir Yasasından kaynaklanmakta, çünkü köyler mahalle statüsüne geçirildi.

Tarımda  serbestleşme politikaları Türkiye tarımını tasfiyeye götürüyor. Bu politikaları uygulayanların sloganı bellidir: “Yaşasın tarımda tam bağımlı Türkiye”