İdeoloji: Burjuvazinin cici silahı

Aynur Özcan Gümüş

Blog: Serbest Kürsü

Bizim gibi kapitalist ülkelerde ideoloji sosyal bilimlerin en kaygan kavramıdır başka bir deyişle herkesin farklı anlamlar çıkardığı bir terimdir. İnsanların ideoloji konusunda nasıl farklı anlamlar çıkardığına ve hangi ideolojiden nasıl etkilendiklerine, çeşitli ideolojik unsurlara hayatlarında ne şekilde yer verdiklerine bakarak anlayabiliriz. Öte yandan ideolojinin farklı biçimlerde algılanması tam da egemen sınıfın istediği şeydir.

Kavramın belirsiz görülmesinin bir nedeni de belki en temel düşüncelerimizin dayanaklarını sorgulamaya kadar götürebilmesindendir. Birçok can alıcı düşünce gibi ideoloji kavramı da Fransız kökenlidir ve Fransız Aydınlanmasının ürünüdür. İdeoloji sözcüğünün ilk kullanımı Fransız Devrimi’nden hemen sonradır. İdeolojinin ortaya çıktığı dönem, devrimci kalkışmaların olduğu ve bunlarla birlikte karşı-devrimci, baskıcı siyasal erklerin belirleyiciliği altında ulusal sınırların yeniden çizildiği bir dönemdir.  Başka bir deyişle ideolojinin tarih sahnesine çıkışı tarihin de yeniden şekillenmesiyle bir gitmektedir. Bu da ideolojiyi tarihsel alt üst oluş ve köklü değişimlerden neden ayrı düşünemeyeceğimizi açıklar gibidir.

Zizek’e göre, Marx’ın Kapital’deki “bilmiyorlar ama yapıyorlar” ifadesi ideolojinin en temel tanımı kabul edilebilir. Ancak Zizek bu tespite yanılsamanın katkısını da ekleyerek “ne yaptıklarını iyi biliyorlar ama gene de yapmaya devam ediyorlar” vurgusunu dahil etmektedir. Bilmeden yapmanın altında, birilerinin bildiklerini olduğu gibi benimseme yatmaktadır. Bu ön kabul de sorgulamadan uzaklaştırıp artık ne yapıldığı bilinir hale gelinse bile bir yerden sonra alışkanlık ve zamanla kanıksama haline geleceği için yapılmaya devam edilmesi kaçınılmaz hale gelecektir. İdeolojilerin beslendiği yer de burasıdır. Bu yüzden çıkış noktası hayati önem taşıyabilmektedir. Eğer akla, bilime duyulan güven ve insani olan temel alınarak hareket ediliyorsa sahip olunan düşüncenin ideolojikleşmesi insanlık yararına olabilecektir. Ancak diğer yandan köhne ve gerici düşünceler söz konusuysa geliştirilen ideolojiler insanlığa ileri doğru yol aldırmak yerine ya yerinde saydıracak ya da bulunulan noktadan daha da geri düşülmesine yol açabilecektir. İdeolojik düşüncelerin açmazı da burada yatmaktadır. Egemen düşüncelerin belirleyiciliği altında alternatif ve muhalif düşüncelerin gelişmesinin zorluğu da buradadır.     

Marx’ın, “bir toplumda egemen düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir” tespiti ideoloji konusunda ışık tutucudur. İdeoloji meselesinin egemen siyasal erk açısından nasıl da manipüle edilmeye uygun bir alan olduğunu göstermesi bakımından anlamlıdır. Günümüz Türkiyesine baktığımızda egemen düşüncelerin pespayeliğini egemen sınıfla aradaki bağı kurarak daha iyi anlamlandırmak mümkündür. Nasıl ki egemen burjuva sınıfı kendi maddi çıkarının ötesine gözlerini kapatmışsa aynı pragmatizmin, adam kayırmacılığın, ucuzluğun vs. karşılığını toplumda kolayca görebiliriz. Burada diyalektik bir ilişkiden söz edilebilir. Toplumun siyasi iktidarın ideolojik olarak da aynası olduğundan bahsedilebilir. O yüzden çubuğu toplumdaki çürümeye bükerek oradan umutsuzluğa doğru gitmek yerine verili ideolojik gerçeklik bağını daha sağlam kurarak emekçi sınıfların ideolojisinin yaygınlaştırılmasına enerjimizi aktarmak çok daha sonuç alıcı olacaktır. Öte yandan bugün için emekçilerin ideolojisini detaylandırmak siyaseten ağırlık koyabildikçe açılan alan sayesinde olacaktır.  

Verili toplumsal pratikle birebir örtüşen bilinçten uzaklaşıldığı sınıflı toplum koşullarında bütünlüklü ideolojilerin yerini dağınık ve bölük pörçük fikir kümelerinin alması olağanlaşmıştır. Bu dağınıklıktan faydalanan da elbette egemen ideolojiyi belirleme yetkisini elinde bulunduran egemen sınıf olmaktadır. Bu noktada iki tür yanılsama karşımıza çıkmaktadır. Biri toplumsal olanla ilgilenilmemesi durumunda -“bırakınız yapsınlar, bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi düşüncelerin gündelik hayattaki karşılığı- toplumsal gerçeklikten kaçınılabileceği yanılsamasıdır. İzlerine toplumda sıkça rastlanmaktadır. Bir diğeri ise tam tersi anlama gelmek üzere farklı düzlemlerde toplumsal gerçekliğe müdahale çabaları sürdürmenin verdiği rahatlığa sığınarak kişisel alanda istendiği gibi at koşturulabileceği yanılsamasıdır. Oysa kişisel olan politik, politik olan kişisel olmaya devam etmektedir. Bu alanda bahsettiğimiz nedenlerle eli güçlü olan da burjuvazinin kendisidir. Çağımızda burjuva ideologlarının ideolojiyle ilgili geliştirmeye çalıştıkları çeşitli argümanların gizlemeye çalıştığı çıplak ve politik gerçek tam da budur.  Burjuvazinin çığırtkanlığını yapan satılık kalem ve beyinler de bu gerçeği ters yüz etmek için ellerinden geleni yapmaktadır. En çok da kültür endüstrisi aracılığıyla günlük hayatlarımızı istila ederek muratlarına ulaşmaktadır. Siz günlük koşturmacadan sıyrılıp kafanızı dinlemek için bir yabancı dizinin karşısına kenetlendiğinizde oradan burjuva politiğine içkin ideolojik salgılarını beyninize boca ederler. Ve bazen hangi dozda nasıl etkilediklerinin farkına bile varmazsınız. İşte burada konuşan ideolojinin silahıdır.

Günümüz kapitalizminde artık insan, tarih yapıcı bir özne, kendi gerçekliğini kendi ideolojik bütünlüğü içinde kuran bir varlık olarak görülmek yerine, tarih sahnesinden çekilmiş ve öznelikten nesnelik konumuna itilen pasif bir rolde görülmek istenmekte ve bunu kanıksaması beklenmektedir. Buna rağmen Althusser’in dediği gibi, sokaktaki adamın polis kendisini çağırdığında dönüp bakması, özne olduğunun göstergesi olmaya devam etmektedir. Etki-tepki diyalektiği güncelliğini koruduğu içindir ki insanı nesneleştirme çabaları duvara toslamaya devam etmektedir. İnsan aklına çağrının karşılık bulmaya devam etmesi ve anlamsızlığın hakim kılınamaması sonucu söylem düzeyinde toplumsal gerçeklikler ne kadar çarpıtılmaya çalışılırsa çalışılsın, insanın yaşadığı gerçeklik kendisini derinden etkilediği için karşı tarafın manipülatif çabaları bir yere kadar etkili olacaktır.

Marx ve Engels’e göre varlığı belirleyen bilinç olmayıp toplumsal varlık bilinci belirlemektedir. Bu iki düşünür ideolojinin tarihi yoktur diyerek insanların kendi maddi etkinlikleri dışında, ideolojilerinin bunlardan bağımsız bir dinamik taşımadıklarını ifade etmiş olmaktadır. Yalnız bu ifade yanlış anlamalara da açık olmuştur. İdeoloji kavramının değişime uğramadığı gibi bir anlam da çıkarılabilmiştir. Oysa yapılmak istenen vurgu daha çok aktif özneler olarak bireylerin kendi kaderlerini ellerine alıp yön verebilecekleridir. Öte yandan pasif olmayı seçmeleri durumunda birilerinin kendi yerlerine karar vermesine neden olacaklardır. Her iki durumda da ideolojide bir değişiklik gerçekleşecektir. Örneğin günümüz Türkiyesi ele alındığında geniş kitlelerin kendi hayatları ve gelecekleri ile ilgili karar mekanizmalarında yer almak yerine, evde uzun saatlerini TV başında geçirdikleri dikkate alındığında bu hareketsizlikten yararlanan iktidar odaklarının kendi düşüncelerini tüm toplumun yararınaymışçasına sunmada giderek nasıl daha fazla yol aldıkları görülecektir. Burada milyonların öznelik konumunu terkinden ideolojiler alanının aktif olanlar tarafından nasıl içinin doldurulduğuna tanık olunmaktadır. Geniş kitleler altlarındaki toprağın nasıl kaydığını bilinç düzeyine çıkarıncaya kadar karşılarında yeni bir “yaratılmış tarih” bulmaları ise işten değildir. 

Tarihe sosyalist devrimi armağan etmiş olan Lenin “ne yapmalı” sorusuna verdiği yanıtta, çağımızda burjuva ve sosyalist ideoloji olmak üzere iki temel bütünlüklü ideoloji olduğu tespitinden yola çıkarak sosyalist ideolojiden uzaklaşmanın karşıt ideolojinin ekmeğine yağ süreceğini belirtmektedir. Yine Lenin’e göre, toplumda sosyalist ideolojinin sürdürücüsü olma ve bilinç taşıma görevi de bu mücadelede en güçlü araç olarak tanımlanan partide cisimleşecektir. Elbette bu alan sınıfsal mücadeleler alanı olarak tanımlanmaktadır. Egemen ideoloji de siyaset alanında varlık göstermektedir. Hiç değişmeyecekmiş ve değişemezmiş görüntüsü çizen burjuva ideolojisinin boşluklarından yararlanıp sosyalist ideolojiyi yaygınlaştırmak için muhalefetin ilmek ilmek örülmesi gerekecektir. Bunun için de 20. yüzyılın başında devrimi gerçekleştirerek işçilerin iktidarını kuran Bolşeviklerin lideri Lenin’in ifade ettiği gibi emekçilerin haklarını dile getiren partinin ideolojik görevlerinin de hakkını vermesi gerekecektir. Tarihte de görüldüğü gibi hayata geçirilmek istenen düşünceler belirli bir çerçevede dile getirildiğinde etkili olma şansı artmaktadır. Bundan dolayı sermaye sınıfının çıkarlarının savunuculuğunu yapan düşünceler dizisi yerine toplumun büyük çoğunluğunun yararına olan fikirlerin hayata geçmesi için çabalamak ve kendi hayatını mümkün olduğu kadar burjuvazinin yarattığı ideolojik kirden uzak tutmaya çalışmak önemlidir.

Toplumun büyük kısmını oluşturan emekçilerin çıkarlarını gözeten ve toplumsal gerçekliği eğip bükmeden işleyen düşünceler demetinin yaygınlık kazanması, hangi sınıfın egemen olacağına bağlıdır. Bu iktidar mücadelesi de doğası gereği siyaseti davet etmektedir. Geniş emekçi sınıfların ürettiklerinde gözü olan burjuvazinin kirli siyaset anlayışı yerine toplumun güzelleştirilmesi ve toplumsal adaletin sağlanması çabasına katkı koyacak siyasi ve ideolojik müdahalelerde bulunmak hayati önemde olacaktır. Burjuvazinin gayet etkili kullandığı ideoloji silahını kendilerine çevirmek ancak bu şekilde mümkün olacaktır.


Kaynaklar:

Althusser Louis, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İthaki Yayınları, 4. Baskı, 2010

Lenin, Vladimir İliç, Ne Yapmalı?, Sol Yayınları, 2004

Marx K.-Engels, F., Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 2004

Zizek Slavoj, İdeolojinin Yüce Nesnesi, Metis, 2008