Sosyalizm uygarlıktır...

Av. Sedat VURAL

Blog: Serbest Kürsü

Bir insanlık idealinin yaşama geçirildiği “Sosyalist Ekim Devrimi”nin 100. yıldönümü...

Günümüz kapitalist-emperyalist küreselleşen dünyada, ”Sosyalizm” yine tüm ezilen ve sömürülen halkların kurtuluş umudu… 

Nedeni tarihsel ve toplumsal insana özgü tek sistem olmasıdır… 

İnsan toplumsal bir varlıktır…

İnsanın bugünkü biyolojik ve kültürel biçimi, binlerce yıl geçmişe dayalı insanlık evriminin sonucudur… Bizi bu günlere getiren bu insanlık evrimidir… Yani kökümüz ve kökenimiz insanlıktır… Tarihimiz insanlığın doğuşudur…

İnsanlık evriminin dinamosu ise, insanın kafa ve kol emekçisi bir varlık olmasıdır. İnsan bu niteliklerini toplumsallık içerisinde kullanarak, kullandığı ölçüde yetkinleştirerek, daha da insanlaşmış, doğa ile mücadelesinde başarılı olmuş ve dünyayı insanlaştırmıştır. Bu emekçi kimliği ile de toplumsal dönüşümlere damgasını vurarak, günümüze kadar taşınan ve adına uygarlıklar denilen yeni yaşam biçimlerinin oluşmasını sağlamıştır.
İnsanoğlunun işbirliğine dayalı ilk toplumsal yapısı da, insanın insanlaşmasını yaratan bir işleyiş içerisinde idi… Bu toplumsal yapı, hem kendini oluşturan insanlarla bütünsel hem de kendini çevreleyen dünyanın bir örneği idi… Dünya düzeni ile toplum düzeni, insan ile toplum arasında yakın bir bağ vardı; toprak hiç bölünmeden bütün insanların malıdır; herkes çalışır, üretilen eşit paylaşılır, eşit katılım ile yönetilirdi. Bu nedenle insanlığın ilk ve temel uygarlığı; insanın insanlaşmasını yaratan, sömürüsüz ve ayrımsız bir toplum ve dünya düzeni idi…
Ne zaman toplumsallık temelindeki insan-toplum ve dünya bütünleşmesine aykırı olarak, sömürü ve sınıf ayrımcılığı ortaya çıkmış, insan sadece doğaya karşı değil, kendi kendine de yabancılaşmıştır… İnsan-toplum ve dünya bütünlüğü içerisinde yürütülen doğa ile mücadele, insanlar arası mücadeleye dönüşmüş ve insan birliğini yitirmiştir.

Zaten insanlık tarihi; bir tarafta yitirilen insani birliği, yani sömürüsüz ve ayrımsız bir uygarlığı savunan kafa ve kol emekçisi insanlar ile sömürü ve ayrışmayı sürdüren ve de insana yabancılaşmış bir toplum düzenini uygarlık olarak sunan egemen güçler arasındaki mücadele ile geçmiştir.
O halde insanlık tarihi, doğal koşulları içerisinde oluşmuş bir tarih değildir; insanın doğa ile mücadelesi başta olmak üzere, egemen güçlerin baskı ve zulmüne karşın, demokrasi ve laikliğin kazanıldığı, bilimin ve kültürün yaratıldığı bir tarihtir… Ama yaratanı emekçi insandır; düşünsel ve maddi üretimi sağlayan, toplumsal dönüşümleri gerçekleştiren; çağ açıp, çağ kapatan onun kafa ve kol emeğidir.

İNSANCA YAŞAMAK

İşte Sosyalizm; insanlığın kökü ve kökeni olan bu insan kimliğine sahip çıkan; insanın birlikteliğini ortadan kaldıran sömürü ve ayrımcılığı reddeden; özellikle kapitalizm ile beraber oluşturulan sermaye ve para merkezli, adına uygarlık denilen bir yaşam yerine, insanlığın ilk ve temel uygarlığına uygun, insan ve insanlık merkezli sömürüsüz bir yaşamı savunan ve böylece insan ve insanlık tarihi ile de bütünleşen ilk ve tek kuram olmuştur.

Bu nedenle insanlık, yeni yüzyılda da, “insanca Yaşam” ile özdeş bir düzen ve kuram olarak Sosyalizmi hep savunacak, onun gerçekleşmesi için demokratik mücadelesine devam edecektir.

Ne yazık ki, 2018 yılına gireceğimiz bu günlerde, ulaşılan teknolojik gelişim, özellikle iletişim teknolojisinin sağladığı bilgi alışverişi sayesinde, dünyanın küreselleştiği ve buna bağlı olarak bir “dünya uygarlığı” yaratıldığı, böylece Sosyalist öğretinin hedeflediği “Enternasyonalizm”in de gerçekleştiği ileri sürülerek, Sosyalist mücadelenin gereksizliği ve günümüz Yeni Dünya Düzeni’nin haklılığına kanıt yaratılmaya çalışılmaktadır yıllardır.

ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, DAYANIŞMA

Bir kere Sosyalizme temel olan değerler ile günümüz Yeni Dünya Düzeni değerleri arasında büyük bir uçurum vardır. Sosyalizmin temeli, toplumsal bir varlık olan insandır… İnsanlıktır… İnsanlığın yarattığı kültürel, bilimsel ve teknolojik üretimden, insani değerlere uygun olarak yani özgürlük, eşitlik ve dayanışma çerçevesinde yararlanmak ve paylaşmaktır... Ayrımsız, sömürüsüz ve gerçekten demokratik değerler üzerinde yükselen bir uygarlık kurmaktır.

Günümüz Yeni Dünya Düzeni ise ekonomik olarak; dayandığı sermayenin kısa sürede daha fazla kârının arttırılması, yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi… siyasal olarak; ülkelerin parçalanması, halkların kırdırılması… toplumsal olarak; insanlığın teslim alınması yani insanın insani öz ve kökeninden koparılarak metalaştırılması ve kültürsüzleştirilmesi politikasına dayanmaktadır.
Ayrıca uygarlığa temel olan yüzyılların birikimi insani değerler ile doğal kaynakları nasıl tahrip ettiğini her gün yaşayıp gözlemlediğimiz günümüz Yeni Dünya Düzeni’ne “dünya uygarlığı” demek de, hem uygarlığın hem dünyanın anlam ve bütünselliğine haksızlıktır. Bir kere bu düzenin “dünya uygarlığına” kanıt olarak gösterilen küreselleşme söylemi, kapitalist-emperyalist devletlerin yarattıkları ve halen yaşanılan fakir-zengin eşitsizliği ve sömüren-sömürülen gerçeğinde, değişmeyen emperyalist niteliklerini gizlemeye yönelik ideolojik bir kılıftır… Bu söylem içerisinde dile getirilen “ülkelerin bütünleşmesi” ise, sömürülen ülke ve insanların sömürüsüne haklılık (meşruiyet) kazandırmak için yaratılan yıldızlı bir yalandır.

Böyle yalanlara karşın, dünya ve ülkemiz nüfusunun büyük bir kısmının (çoğunluğunun) yoksulluk alt sınırında yaşaması gerçeği, günümüz Yeni Dünya Düzeni’nin nasıl bir uygarlık olduğunun göstergesidir…

Toplumsal ve kültürel bir varlık olan insan, “dünya uygarlığı” olduğu söylenilen bu düzende, herhangi (alelade) bir ekonomik üretim girdisidir; sermayeye kâr ve kazanç sağlaması ölçüsünde bir anlam ifade eder. Tüm bu nedenlerden dolayıdır ki, dayandığı sermayenin toplumsal ve dünyayı insanlaştırmak niteliği olmadığından; insanı ve insanın insanlaşmasını yaratan emeği dışlayan bir yapılanma içerisinde bulunduğundan; adı ister globalleşme, ister küreselleşme konulsun, günümüz Yeni Dünya Düzeni’nin, insana özgü ve insanlığın yarattığı temel değerler ile anlam bulan ne “uygarlık” ile ne de “Sosyalist Enternasyonalizm” ile ilişkilendirilmesi olası değildir…

Asıl olan insan-dünya bütünlüğüdür… Bu bütünlüğe uygun, ayrımsız ve sömürüsüz toplumsal birlikteliktir. Elbet bir gün elbet, insani birliktelik yeniden kurulacaktır; fakat bu, bu birlikteliğin oluşmasını engelleyen, ayrımcı ve sömürücü düzenlerin devamı ve egemen efendilerin, senyörlerin, kralların, sömürgeci ve emperyalistlerin mirasçısı günümüz Yeni Dünya Düzeni’nin küreselleşmesi ile değil... Bu birlikteliğe kan ve can veren emekçi kimlik ve emeğin yüceliği ile Sosyalist Enternasyonalizm’de buluşarak bulacaktır insan insanlığını...

İşte o zaman kurulacaktır insani birliktelik ve sömürüsüz gerçek uygarlık; ayrımsız, çatışmasız, kardeşçe yaşanılan, insan-dünya bütünlüğüne uygun ve insanlaşmış bir dünya düzeni...