Bu düzen değişmeli

Ali Kızılcan

Blog: Serbest Kürsü

“İşçi sınıfı, kurtuluş için kahramanlara değil, kendi bilinçli eylemine güvenmeli.”

Her okuduğumda damarlarımdaki kanı ısıtan bu cümle ile başladım yazıma. Çünkü önümüzde az bir zaman kaldı. Neye mi az kaldı? 1 Mayısa tabiki. Üreten ve ürettiği sömürülen milyonların sesi olmak için eline kalem alan ben ve benim gibi boyun eğmeyenlerin elbette söyleyeceği sözü olan bir gün 1 mayıs.

Ancak salt 1 Mayıs üzerine yazmak yerine daha farklı bir şey deneyeceğim. Önce sömürünün ne demek olduğunu tartışacağız ve geçmişten günümüze sömürünün nasıl kabuk değiştirdiğini göreceğiz.  Ardından da sömürünün olmadığı bir düzen mümkün mü? Bu düzen değişmeli mi? Bu soruya cevap arayacağız.

Peki sömürü nedir? İşte temelde bu soruya bir cevap bulmamız lazım. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki biz boyun eğmeyenlerin anladığı manada sömürü üretim anında emek verenin emek vermeyen tarafından emeğinin gasp edilmesidir. Bu düzen hep böyle olmuştur.

Şalvarı şaltak ağa
Eğeri kaltak ağa!
Eken de yok, biçen de yok
Yiyen de ortak olan ağa!

Belki de sayfalar dolusu tanım sömürüyü bu kadar net anlatamaz. İşte sömürü mevzusu her aklıma gelidiğin de bu dörtlük gelir aklıma.

Dünyanın yaşının yaklaşık dört buçuk milyar yıl olduğu biliniyor. Bu süre içerisinde insanoğlunun varlığının yine yaklaşık bir milyon yıl önceye dayandıdığı bilinen bir gerçek.

Ancak ilk insanımsı toplumların günümüzden en fazla beşyüz bin yıl öncesine dayandığı bilinmekte. O vakitlerde her hangi bir sömürüden bahsetmek pekte mümkün değil. Çünkü ilkel komünal toplum olarak adlandırdığımız bu dönemde iş bölümü henüz oluşmamış ve toprakta dahil olmak üzere üretim araçlarının henüz bireysel mülkiyete alınmamıştır. Bir tek kadın ile erkek arasındaki iş bölümü yerleşmeye başlamıştır.

İlerleyen insanlık önce toprağı ekip biçmeyi öğrendi. Ardından daha teknik araçlar geliştikçe üretim çeşitlendi. Böylece insanlar toplamak ile yetinmeyip üretmeye başladı. Böylece ticaret faliyetleri ve şehir devletleri oluşmaya başladı. İşte bu döneme köleci toplumlar diyoruz. Köleci toplumun temel özeliği köle emeğinin sömürüsüne dayanmasıdır. Köleler öyle değerlendirlmiştir ki eski Yunanda Atina şehir devletinde iki yüz bin özgür insan yaşararken, dört yüz bin köle yaşamaktadır. Bu özgür insanlar gün gelmiş kölelerin ruhunun olup olmadığını dahi tartışma konusu yapmışlardır.

Bir sonraki döneme feodal toplum diyebiliriz. Feodal toplumda,  köle sahibi efendilerin yerini toprak sahibi efendiler almıştır. Köleler artık insan olarak kabul edilmeye başlamıştır. İkinci sınıfta olsa feodal beyin toprağının bir parçası olarak alınıp satılabilen bir varlık da olsa artık köle insandır! Sömürü her iki dönemde de nettir. Bu düzende de sömürü devam etmektedir.

Feodal düzenin bağrında gelişen kapitalist ilişkiler iktidarın el değiştirmesine neden oldu. Başta Fransız burjuva demokratik devrimi olmak üzere tüm demokrasi hareketleri sömürü ilişkisini değişik bir boyuta taşımıştır.

Burjuva devrimi insanlar arasındaki hukuki eşitsizliklere son vermiş; insanların  soylu, soysuz diye ayrılmalarını  tarihe gömmüştür. Yeni düzende tüm yurttaşlar yasalar karşısında eşit olacaktır.

Bu gelişmeler insanlık açısından tarihi bir gelişme olarak kaydedilsede ne yazık ki eşitlik sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf diğer sınıfı sömürmeye devam etmiştir.

Sömürü eskisi kadar açık değildir. İşçi istediği yere gidebilmekte, istediği işte çalışabilmektedir. Hatta çağımızda istediği düzen partisine oyunu verebilmektedir. Ancak bu durum sömürünün bittiği manasına gelmemektedir. Sömürü ancak kabuk değiştirmiştir. Kısacası düzen değişmemiştir

Her düzen de olduğu gibi çağımızda da sömürünün doğal olduğuna inanan, ezen ve ezilen insanlar vardır.

Hep duyarız: “İyi de kardeşim adam sermaye yatırmış, kazanmasın mı?” veya “Patronlar olmasa bu düzen nasıl sağlanır? İşçiler çalışır mı?” Bu sorulara belki de ilk kısımda anlattığım sömürünün tarihi gelişimi bir cevap verdi ancak ben kısaca hatırlatayım:

*Köleci toplumlarda özgürlerin en büyük tartışması kölelerin ruhu var mı? Sorusu imiş. Köleler ise köle doğduklarına inanırlarmış.

*Toprak ağalarının hakim olduğu feodal düzende hakim olan düşünce “topraksız ağa, ağasız toprak olmaz!” zihniyeti imiş.

Şimdi bize itici gelse de bu düşünceler hem ezen hem de ezilen sınıf arasında hakimdir. Yoksa sadece baskı ile yüzlerce yıl düzen iktidarda kalmaz. Ezilenler yeni bir düzen kurabileceklerine inanmadıkça bu düzen değişmez!           

Peki bu çağda sömürü nasıl gerçekleşmektedir?

Düşünün bir kundura imalathanesinde bir işçi ve patron var. Patron imalathaneye her türlü malzemeyi temin ediyor. Peki tüm bu deri, kösele, tutkal... vs ayakkabı imalatı için yeterli mi? Hayır sırada satın alması gereken iş gücü var. Yani belli bir ücret karşılığında patron  işçinin ayakkabı yapma becerisini kiralayacaktır.

Kabul edelim ki ayakkabi imalatı için bu patron işte derisi, köselesi derken 3.5 tl masraf yapsın ve tüm malzemeyi işçiye verip ayakkabı yapmasını istesin. Ayakkabı satışa hazır olduğunda diyelim piyasa değeri 10 tl olsun. İşte aradaki 6.5 tl fark, işçinin emeği sonucunda ortaya çıkan yeni değerdir.

İşte asıl sorun bu  6.5 tl yi kim nasıl paylaşacak? Diyelim patron işçiye ayakkabı başına 1.5 tl ödesin. Bu imalathanede günde 5 çift ayakkabı üretilsin. Bu durumda işçimiz bu emeği karşılığı günde 7.5 tl kazanır. Patronumuz ise günde 25 tl....

Peki iki işçi çalışırsa patron günde 25*2=50tl, ya patron yüz işçi çalıştırsa 25*100=2500tl  kazanır günde. Bu ayda 75 bin tl  yapar ve bir yılda ki kazanç 900 bin tl(eski para ile 900 milyar) yapar. Diyelim ki patronumuz bu 900 bin tl nin banka kredisi, bilmem ne masrafı derken yılda 300 bin tl’sini tüketsin ve aksırıncaya tıksırıncaya kadar yesin  300 bin tl’si de öyle gitsin.

Peki kalan 300 bin tl? İşte o da patronun bir yılda çoğalan sermayesi. Çoğalan sermaye ne demektir? Çoğalan sermaye daha fazla makina, daha iyi imalat araçları ile daha fazla sömürü daha fazla kar demektir. İşte sermaye aslında işçinin ödenmeyen artı değerinden ibarettir.

Sermaye artıkça sömürü artar, sömürü artıkça sermaye semirir. Ya bu düzen değişir ya da özgür olduğuna inanan köleler olarak yaşamaya devam ederiz.

Bu düzen sürdükçe sermaye büyür ve patron emekçinin karşımısına  çıkıp:”Çalıştım da kazandım.” der. Sanki işçi yan gelip yatmıştır. Sanki işçilik yan gelip yatma yeridir.(!)   

Bu düzen değişmedikçe sömürü devam edecektir. Peki bu düzen değişir mi? İşte cevabını aradığımız soru bu aslında.

Bu düzen sürdükçe sermaye artar. Sermaye artıkça sömürü artar, sömürü artıkça sermaye semirir. Ya bu düzen değişir ya da özgür olduğuna inanan köleler olarak yaşamaya devam ederiz.

İşte bu nedenle öncelikle bu düzende sömürülenler olarak bizlerin sömürü kavramını ve sömürüldüğümüzü öğrenmemiz gerekir. Çağımız spartaküslerin çağı değildir ancak kurtuluşun reçetesi ezilenin bilinçli eylemindedir.

Peki sömürü nasıl arttılır? Karın temel kaynağı işçinin ödenmeyen emeği yani artı değer olduğuna göre patronlar o vaz geçilmez karlarını artırmak için çeşitli yollara başvururlar. Mesala:

* Ücretleri artırmadan çalışma süresini uzatırlar. Böylece sömürü artar. Çünkü diyelim işçinin çalışma süresi 8 saat ve işçi ilk iki saatini ücreti için çalışır geri kalan 6 saatini patronu için. Devamında eklenen her saat patronun hanesine yazılır.

*Emek yoğunluğunu artırarak sömürü artırılır. İşçinin birim zamanda yaptığı iş artıkça semiren patronun yüzü daha çok güler.

*Emeğin verimliliğini artırarak sömürü artırılır. Bu iş için onca arge çalışması yapan şirketler mevzu işçi sağlığına yada iş güvenliğine geldi mi kuyruğunu sıkıştırıp kaçar!

*Enfilasyon yolu ile işçilerin eline geçen üç kuruş ücrette eritilir. Hep merak etmişimdir her zaman biri tv’ye çıkar ve “efendim enflasyon canavarı şöyle hortladı böyle hortladı.” diye nutuk atar! İnsanlar hiç anlamaz ama elindeki, cebindeki para bir şekilde erir gider.

Kapitalizmin ilk zamanlarında işçinin çalışma süresü 16 saate varmaktadır. Dişiyle tırnağı ile ezilen sınıf  verdiği mücadele sonucunda çalışma saatini 8 saate düşürmüştür. Ancak vahşi kapitalizm bu gün bu kazanımda dahil olmak üzere her türlü ilerici adımı törpülemektedir. Esnek çalışma saatleri veya mesai adı altında işçi emeği vampirce sömürülmeye devam etmektedir.

Bu düzen değişmelidir. Bu sömürü düzeni kötüdür. Çünkü bu düzen  ölüm, göz yaşı üretmektedir. Semiren yedikçe şişen , her düzende, partide ve iktidarda işi tıkırında olan bir avuç kapitalist’e teslim edilmeyecek kadar kıymetli bir dünya var elimizde.

Sömürüden kurtulmak kapitalist düzenden kurtulmakla olur. Kollektif üretim ve her türlü üretim aracının kamulaştırılması tek çaredir. Bu düzen değişmelidir, değişecektir.

Köleci düzende de, feodal düzende de ve kapitalizmin düzen çarkını basitleştirdiği çağımız düzeninde de işçinin, emekçinin lokmasına ezilmek ve düzen tarafından sömürülmek düşmüştür.

İşçi sınıfı toplumun en yoksul kesimi olduğu için değil kapitalist sömürüye maruz kaldığı için devrimci olmalıdır. İşçi sınıfı toplumun çoğunluğu olduğu için değil üretimden gelen gücü elinde bulundurduğu için güçlüdür. Bu gücü kullanarak bu düzeni değiştirmelidir.

Bu düzen değişmelidir. Bu sömürü düzeni kötüdür. Çünkü düzen  ölüm, acı ve göz yaşı  üretmektedir. Semiren yedikçe şişen ve her düzende, partide ve iktidarda işi tıkırında olan bir avuç kapitalist’e teslim edilmeyecek kadar kıymetli bir dünya var elimizde.

Sömürüden kurtulmak kapitalist düzenden kurtulmakla olur. Bu düzenin yerine daha adil bir düzen getirmek zorundayız!

Nasıl bir düzen mi? Öncelikle kimsenin dili, dini ve ırkı nedeni ile aşağılanmadığı ötekileştirilmediği bir düzen olmalı. Bu düzenin en kötü tarafı emin olun doymak bilmez kar hırsına sahip dişleri kanlı vampir kapitalizm’dir. Kapitalizm her olaya ve  olguya kar penceresinden bakar. Oysa başka ve daha önemli pencereler vardır!

Ne mi? Mesala toplumsal fayda ve ihtiyaç penceresi. Bakın bu gün İstanbul’a üçünçü köprü ve hava limanı yapılmakta ayrıca Marmaray ile tüp geçitte tamamlandı. Peki trafik sorunu çözülecek mi? Elbette hayır. Bırakın üçüncü köprüyü otuz üçüncü köprü yapılsa bireyselleşmenin ve özel araç sayısının arttığı düzende trafik sorunu çözülmez. Çünkü bu düzenin direklerinden biride otomotiv sektörü.

Peki bu düzende kalıcı bir barış imkanı var mı? Evet diyenin aklından değilse bile vicdanından şüphe ederim. Öncelikle Kürt sorunu çözülürse ne olur? Ben söyleyeyim  sorun biterse ucuz iş gücü biter. Siz Suriye'deki sorunun Esad ile mualifler arasında mı olduğunu zannediyorsunuz? Suriye’de bilmem kaç milyon kredi kartı olmayan insan vardı. Hem onlar sisteme entegre edilecek hem de ucuz iş gücüne yeni kadrolar oluşturulacak!

Bu düzen gitmeli hemde hemen! Bu düzenin yerine kamucu ve toplum çıkarlarını karın önüne koyan bir düzeni hep beraber kurmalıyız. Kollektif üretim tarzına geçmeliyiz!

Kolektif üretim, üretim araçlarının belli bir azınlığın elinde olması yerine tüm üretim araçlarının kamulaştırılması yani toplum çıkarını gözeten bir üretimin benimsenmesidir.

Kamulaşan üretim araçları sayesinde daha planlı bir üretim ve daha insancıl bir dünya inşa edebliriz. Unutmayalım dünya üzerinde yeterli kaynak vardır. Sorun yiyeceğin az olmasında değildir. Sorun eşit ve adil paylaşımın olmamasındadır.

Ne mi yapmalı? Yarından tezi yok herşeyden önce bugün ki dolaylı vergi sistemi ortadan kaldırılmalı ve herkes gelirine göre gelir vergisi vermelidir. Dolaylı vergi zengini daha zengin fakiri daha fakir yapmaktadır. Nasıl ki toplayıcı toplumdan feodal topluma evrildi isek bu günde bu düzenden daha iyi ve insanca yaşanabilecek bir düzene evrilmeliyiz. Bu düzen  kabaca herkesin gücü oranında üretmesi ve emeği oranın da pay almasına dayanan bir düzen olmalıdır.

Yeni düzende işbirlikçiye, emek sömürücüsüne, tacire ve kar hırsından gözü dönmüş patrona yer yoktur. Bu dünya bizim, emekçilerin elleri ile şekilleniyor. Eski düzende kaybedecek hiçbir şeyimiz yok, kazanacak ise kocaman bir dünya var!!!!

Ey tüm ezilenler birleşin!