Sosyalistlerde ideolojik kuşatmaya bağlı gelişim bozuklukları ve deformasyon - 2

Ahmet Şahin

Blog: Serbest Kürsü

İlk yazıda sosyalistler üzerindeki kuşatmayı ve bunun yarattığı deformasyonu açıklamaya çalışmıştım.

Bu yazıda ise kuşatmaya, kendimizi deforme ettirmeden direnmenin yolları üzerinde duracağım.

Öncelikle, bunun bir reçetesi olmadığını bilmemiz gerekiyor. Bir kere aşıldıktan sonra altına düşülemeyecek, deformasyona karşı kalıcı bağışıklık kazandıran bir eşik falan da ne yazık ki yok. Belirli bir konumlanışın sürekli yeniden üretilmesi gerekiyor. Söz konusu olan dinamik bir süreç.

Ne yapmalı sorusunun yanıtına ne yapmamalı sorusunu yanıtlayarak başlamak daha verimli olacak.

Söz konusu deformasyonun, kuşatmaya direnmek amacıyla verilen tepkilerin bir sonucu olduğunu ilk yazıda vurgulamıştım. Koşullara adapte olup hayatta kalma çabası, siyasette genellikle iyi sonuçlar vermiyor. Hayatta kalmanın yolunu bulacağız tabi. Ama kendimiz olmaktan çıktığımızda siyaseten ölmüş olacağımızı da bilmek lazım. İnsan, hayatta kalma becerisi yüksek, başarılı bir tür. Hamamböceği ve sıçan da öyledir. Şu farkla ki hamamböcekleri ve sıçanlar, kendilerini koşullara uydururlar. İnsanlar ise koşulları değiştirerek, doğaya egemen olarak hayatta kalmanın yolunu buldu.

Direnmenin doğru bir yolunu bulmak gerekiyor. Direnmenin yerini bir şekilde var olma çabası almamalı.

Ne yapmalı sorusuna salt bireysel düzeyde kalınarak verilebilecek bir yanıt yok. Bireysel ve örgütsel düzeyleri birbirinden ayırmak olanaksız. Bireylerin neyi ne kadar yapabileceği büyük ölçüde girilen örgütlü yönelimlere bağlı. Tabi ilişki tek yönlü de değil. Bu nedenle tartışmayı her iki düzeyde de yürütmek zorunlu. Asıl söz etmek istediğim, bireysel düzey. Ve gerçekte asla ayrılamayacak bu iki düzeyi, daha kolay anlatabilmek için birbirinden ayrı ele alacağım. Önce direnmeye çalışılırken girilen bazı hatalı eğilimlere, örgütlü hatalara örnek vereceğim. Sonra yeniden sosyalist bireylere dönebiliriz.

1 - Nabza Göre Şerbetçilik

Bu çok akıllıca bir çözüm gibi görünür. Herkesin suyuna git, sevilen kişi ol. Nasıl olsa sen ne istediğini biliyorsun. Ayrıntılar için kimseyle aranı bozma.

Bu anlayışa göre önemli olan insanların seninle ilişkide olmasıdır. Siyaseten yanında dursun, ideolojik olarak zaten dönüşecektir. Hatta dönüşmese ne yazar.

Tabi insanlar aptal, ideolojik tercihler de şaka olmadığından, bu dahiyane taktik hiçbir zaman tutmaz. Ama harika bir sonuç verir. Sosyalistler, ilişki kurmak istedikleri kitleye benzerler sonunda. Ve bu yolla egemen ideolojiye teslim olurlar, özne olmaktan çıkıp nesnelliğin bir parçası olurlar.

2 - “Hadi koçum!”culuk

Kuşatmanın yarattığı ağırlığı ve umutsuzluğu ajitasyonla geçiştirip, aşırı bir irade ve cesaret vurgusuyla kitleyi birkaç ay daha hareketli tutmaya çalışma eğilimi. Bu, hazırdan yiyip günü kurtarmaktan başka bir şey değildir.  Sosyalistlerin kendisini yeniden üretmesinin koşullarını yaratmaz ve sorunu erteleyerek gerçekten yıkıcı boyutlara vardırır. Sosyalistler kurukuruya ajitasyonla, gazla iş göremezler. Düzenin çok yönlü saldırısına karşı, ideolojik, hatta teorik düzlemlerde belirli bir donanıma kavuşulmadan, uzun süre mücadele vermek olanaksızdır. Ve sosyalist mücadele uzun sürelidir. “Hadi koçum!”culuk, gazın sürdürülebilmesi için sürekli başarıları gerektirir. Bu ise, özel tarihsel dönemler dışında mümkün değildir. Moral vermek ile gaz vermek arasında ince bir çizgi bulunur ve bu çizgi ikide bir aşılır, meselelerin böyle çözülmesi temel yöntem haline gelirse sonunda yozlaşma kaçınılmaz olur.

3 - Mahalleye Kapanmacılık

Bu hem ilk yazıda sözünü ettiğim, sosyalistlerin hayali mahallesine, hem de gerçek, bildiğimiz mahallelere kapanmak şeklinde okunabilir. Bu anlayışa göre sosyalist siyaset, burjuva siyasetinden tamamen farklı bir alanda yapılır ve ikisi arasında neredeyse hiçbir ortak konu yoktur. Herkesin tartıştığı gündemler düzen içi başlıklar olarak bir kenara bırakılır. Sosyalist siyaset, kendi iç gündemlerine ya da en fazla örgütlü bulunduğu mahallelerin gündemlerine gömülür. Kendi alt kültürünü yaratır, ve ona sığınır. Bu şekilde topluma seslenme olanaklarını kendi eliyle kapatmak, yine de direnmeyi sağlamaz. Çünkü mahalle, ülkenin geri kalanından yalıtık değildir. Egemen ideoloji orada da belirleyici olur.

Bu eğilimler genellikle değişen oranlarda karışımlar halinde bir arada bulunurlar. 1 ve 2, ayrıca 2 ve 3 genellikle bir aradadır. Hatta 1 ve 3 de bazen karışabilir.

Hepsinin ortak belirleyeni, ideolojik ve siyasal düzlemler arasındaki bağın kavranamamasıdır.

Deformasyona karşı direnç düzeyinin önemli belirleyenlerinden biri, sosyalist kimliğin nasıl algılandığı, hangi temel üzerine inşa edildiğidir. Sosyalist ideoloji savunma konumunda yeniden üretilemez. Ayrıca sosyalist kimlik, bir kere oluştuktan sonra bir daha kaybedilemeyecek bir mertebe falan değildir. Sosyalist olmayı, Zonguldaklı ya da Dersimli olmak gibi bir şey sananlar düşünüldüğünden çok ne yazık ki. Zonguldak’ta doğup büyüdüyseniz, iyi ya da kötü ne yaparsanız yapın, Zonguldaklılığı elinizden kimse alamaz. Çünkü Zonguldaklılık tamamen nötr bir kimliktir. Hiçbir tanımlayıcılığı yoktur. Ama bir kere sosyalist olduktan sonra artık istendiği sürece her zaman sosyalist kalınabileceği bir yanılsamadır. Sosyalist olmayı, adalet duygusu ve vicdan üzerine kurulu bir kimlik olarak algılamak da bir yanılgıdır. Her zaman kapitalizmin yıkılması, iktidarın işçi sınıfının eline geçmesi, yani sosyalist devrim hedefini gözetmek, onu yakınlaştıracak yolu aramak, sosyalistliğin tanımlayıcı özelliğidir. Sosyalist kimlik bu hedef üzerine inşa edilir. Hem örgütlü siyasal mücadele düzeyinde hem de bireysel yaşamda bu hedef temel belirleyen olmak zorunda. Güncel yönelimlere bir çerçeve kazandırıp, siyasal esnekliği ilkesiz pragmatizmden ayıracak olan budur. Hedef kaybedildiği, ikinci plana düştüğü ya da ertelendiği zaman, teslimiyet ve deformasyon kaçınılmaz olur. Deformasyonu, sosyalistleri sosyalist devrimi yakınlaştıracak doğru müdahaleler yapmaktan alıkoyan yönelim ve refleksler edinmek olarak tanımlayabiliriz. Bu durumda sosyalist kimlik hedeften bağımsız olarak tanımlanmaya başladığında deformasyonun neden kaçınılmaz olduğu anlaşılabilir. Sosyalist kalabilmek için, düzen karşısında her zaman saldırı konumunda bulunmak şarttır.

Burada yeniden sosyalist bireye dönelim. Birey olarak kuşatmaya karşı nasıl ayakta kalınacak? Kalınamayacak… yani birey olarak diyorum. Tek başına bir birey olarak egemen ideoloji karşısında ayakta kalmak olanaksızdır. Bunu tek başına yapmaya çalışan ya köşesine çekilmek, ya da anarşizan goygoyculuğa düşmek durumundadır ki ikisi de deformasyon biçimleridir.

Düzenin devasa gücüne karşı direnç üretebilecek tek şey örgüttür. Örgüt, egemen ideolojiye karşı bir sığınaktır. Bir işlevi kuşkusuz bu. Ama o sığınağın duvarları da sızdırmaz değil. Örgütün asıl önemi, düzene karşı saldırı konumunda olmayı sağlayacak tek araç olmasından gelir. Sosyalist devrim hedefinin yitirilmemesi, iktidar perspektifinin ve amaç disiplininin korunması ancak örgüt aracılığıyla gerçekleşir.

Yani, sosyalistler önce, örgütlerine sarılacak ve yukarıda sözünü ettiğim örgütlü kolaycılıklardan uzak durulacak. İşin başı bu. Evet ama yetmez.

Sosyalistler düzen karşısında savunma değil saldırı konumunda olmak zorunda dedik. Saldırı ama neyle? Bugün ortalama bir sosyalist kendi elinde ne var onu bilmiyor. Entelektüel gıdasını büyük ölçüde Marksizm dışı kaynaklardan alıyor. Dolayısıyla kendi mirasına, birikimine yeterince güvenmiyor. Varlığından habersiz olduğu bir şeye nasıl güvensin? Sonuç olarak ideolojik bombardımana karşı savunmasız, geri basmaya hazır bir tipoloji ortaya çıkıyor. Gıdasını büyük ölçüde burjuva yazınından ve sanatından alan bir toplamın bağışıklığının güçlü olması beklenemez. Gözlemlenen gelişim bozukluklarının önemli bir nedeni bu yetersiz ve yanlış beslenmedir.

Deforme olmamak için saldırı konumunda olmak gerekiyor. Saldırmak için de kendine güvenmek. Peki bu özgüven nasıl üretilecek? Gazla üretmeye kalkarsanız o, kişisine göre 3 aydan 1 yıla kadar sürer. Daha fazlası için uygun nesnellik bugün yok. Bugün özgüven kazanabilmek için eldeki mirasa vakıf olmak, Marksizmden beslenmek, insanlığın evrensel mirasıyla olabildiğince güçlü bağlar kurmak, bu mirası Marksizmin ışığında okuyabilmek gerekiyor. İtirazları duyar gibiyim. “Herkes de teorisyen olacak değil ya…” Zaten teorisyenlik öyle hepimizin harcı değil. O düzeylerden söz etmiyorum. İddiam şu: Bugün, bir sosyalistin sosyalist olarak kalabilmesi için gerekli asgari teorik donanım eşiği yükselmiştir.

Deformasyonu, bizi sosyalist devrimi yakınlaştıracak müdahaleler yapmaktan alıkoyacak yönelim ve refleksler olarak tanımladık. Ama neyin sosyalist devrimi yakınlaştıracağını, neyin yakınlaştırmayacağını anlayabilmemiz gerekiyor. Asgari teorik donanım işte bunun için gerekli.

Bağnazlık geyiğine gülüp geçecek kadar, anti-komünist propagandanın inceltilmiş biçimlerini ciddiye almayacak kadar, kendimizi ve karşımızdakileri tanımamız gerekiyor. Sosyalist kimliğimizi salt adalet ve vicdan üzerine kurmayacak kadar bilmemiz gerekiyor. Toplumun ortalaması bizi sürekli aşağı çektiğine göre, gerekli eşiğe iradi çabayla ulaşacağız. Burjuva ideolojisi, iradi olarak dışarıda tutulmadığı her durumda, her yere sızar. Kendisine karşı bilinçli bir konum almayan her kişi ve kurumu bir şekilde belirler. Neden mi?

“Şu basit nedenle ki, burjuva ideolojisi köken bakımından sosyalist ideolojiden çok daha eskidir, çok daha gelişkindir ve boy ölçüşülemeyecek kadar daha çok yayılma olanaklarına sahiptir.”(1) S. 50

Önce neyle uğraştığımızı bileceğiz. İnsanlar iş siyasete gelince aptal kesiliyorsa sebebi var. Pek özgür düşünceli okumuş yazmışlar tesadüf eseri hep aynı ortalama zırvaları savunuyorsa sebebi var. Kapitalizmin ömrünü uzatacak düşünceler her zaman daha kolay anlaşılır ve ikna edici oluyorsa sebebi var.

Lenin, sınıfsal bakışı reddeden, reformcu yaklaşımın, sosyalistler, o zamanki deyimle sosyal-demokratlar arasında neden kolayca yayılabildiğini şöyle anlatıyor.

“Marksizmin bu eleştirisinin uzun zamandan beri siyasal kürsülerden, üniversite koltuklarından, sayısız broşürlerde ve bilgiççe yazılmış bir dizi incelemelerde yönlendirilmekte olduğu olgusu karşısında, eğitim görmüş sınıfların genç kuşaklarının tümünün on yıllar boyunca sistemli bir biçimde bu doğrultuda yetiştirilmesi olgusu karşısında, bu "yeni eleştirel" eğilimin sosyal-demokrasi içerisinde, tıpkı Minerva'nın Jupiter'in kafasından fırlaması gibi, eksiksiz olarak fırlayıp çıkmasında şaşırtıcı bir şey yok. Bu yeni eğilimin içeriğinin büyümesine ve biçimlenmesi­ne gerek yoktu, burjuva yazınından sosyalist yazına olduğu gibi aktarılmıştı.”(2)

Siyasal hedef ve onun yarattığı iradi çaba ortadan kalktığında, 1000 kere duyup istemeden ezberlediğimiz şarkılar ve reklamlar gibi alışık olduğumuz burjuva ideolojisi, hiç beklenmedik şekilde her yandan pörtleyiverir. Şaşıracak bir şey yok.

Gerekli asgari donanım eşiğinin yükseldiğini söyledim. Bu eşik koşullara göre daha düşük de olabilirdi. Burjuva toplumunun tarihinde her dönemde egemen ideolojinin gücü aynı düzeyde olmayabilir. Sovyetler Birliğinin varlığı koşullarında ve devrimci hareketin ülke siyasetinde çok etkili bir güç olduğu dönemlerde, bu iki etken nesnelliğin önemli belirleyenleriydi. Sosyalizm günlük hayatta doğrudan gözlemlenebilen bir güçtü. Ayrıca burjuvazinin ideolojik müdahale için kullandığı araç ve yöntemler, bu ölçüde incelmiş ve çeşitlenmiş değildi.

Bu nedenle örneğin 70’li yıllarda inançlı ve kararlı olmak, bugüne göre daha kolaydı. Bugünün sosyalist bireyleri nesnelliğe bel bağlayarak ayakta kalamazlar.

Üstelik bu, Haziran'a rağmen böyledir. Gerçi Haziran sosyalistlere uzun süre sonra ilk kez nefes alma olanağı verdi, geniş kitlelerin onlara bakmaya başlamasını sağladı. Ama iktidara karşı harekete geçen kitleler, doğal olarak eskiden beri sahip oldukları ideolojik çerçeveyi bir kenara atmadan harekete geçtiler. Kitle hareketi, sosyalistlere geniş olanaklar sunar. Ama meseleyi sosyalistlerin yerine çözmez. Sosyalistlere altın tepside yeni ideolojik mevziler sunmaz. İdeolojik mücadelenin gerekliliğini hiç de azaltmaz. Aksine ne kadar önemli olduğunu pratik olarak kanıtlar. Kitle hareketinin yükseldiği dönemler, siyasal haritayı da karıştırır, konum değiştirmeler sıklaşır. Görkemli çıkışlar kadar, şaşırtıcı savrulmalar da böyle dönemlerin ürünü olur genelde. Böyle dönemlerde konformizmin bazı çeşitlerinden kaçınmak için, sağlam bir omurga gerekir.

Kötümserlikten kaynaklanan konformizm, daha tanıdık. Ve ona karşıdurmak için sırf öfke bile uzun süre yetebiliyor. Ama bir de iyimserliğin yarattığı konformizm vardır ki,  onu farkedip ondan kaçınmak çok daha zordur. Büyük kalabalıklarla “aynı şeyi” istemek çok iyi hissettirir. Kimse bu duyguyu kaybetmek istemez. “ayrıntılardan” söz etmenin sırası mı? Bu yeni durum o kadar harikadır ki eski ezberler bir kenara atılamaz mı yani? Hem zaten teori ağacı gri, hayat her zaman yeşil miydi? Nasıldı o? Kötümser zamanları tarihsel perspektife ve Marksizmin bilgisine değil de sadece öfke ve inada dayanarak geçirdiyseniz, iyimserliğin konformizminden sizi koruyacak bir donanım edinememişsiniz demektir. Sonra gelsin farklı toplumsal dinamiklere seslenme, gelsin kapsayıcılık ve cesaret, gelsin nabza göre şerbetçilik, gelsin “Hadi koçum!”culuk. Deformasyonun bir tek biçimi yok ki…

Düzen, sosyalistleri ezmek, öğütmek, teslim almak için çok çeşitli mekanizmalara sahip. Sosyalistlerin bu mekanizmaları tanıyıp, mücadeleyi, kuşatmayı işlevsiz kılacak bir tarzda örgütlemesi gerekiyor. Yeniden örgütlemesi, yeni baştan inşa etmesi falan demiyorum. Zaten ortaya konulmakta olan doğru bir hat var çok şükür. 30 yıl boyunca yeniden kuruluştan söz etmek çok afedersiniz Ufuk Uras'lara vb. kalsın. Biz elimizdeki birikime değer verelim. Onun üzerinde düşünmeye, daha iyisini yapmaya çalışalım. Kuşatma altında bulunmamızdan daha doğal bir şey yok. Bundan kaçmak için bize yollar sunuluyor. Bu yolların sonu, hani bizimkinin söylediği şu “bataklık” (3). Sunulan kolaycılık türlerinden birine sapmamız aptallık olur. Kuşatmayı etkisizleştirecek donanıma sahibiz.


1 - V.İ Lenin, Ne Yapmalı? Sol Yayınları, 3. Basım, ekim 1990, Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir, www.kurtuluscephesi.org, sayfa 55-56

2 - AGÇ, sayfa 15

3 - AGÇ, sayfa 17-18