Şemsiye ve Umut*

Ahmet Batur

Blog: Serbest Kürsü

"İnsanlar sadece gece düş görmezler, kesinlikle. Gündüzün de alacakaranlık kıyıları vardır, gündüzün de doyum bulur arzular. Gece düşünden farklı olarak, gündüzünki, daha serbestçe seçilebilir ve tekrar edilebilir suretler çizer havaya; coşabilir ve saçmalayabilir, fakat tefekkür edebilir ve planlayabilir de." "Gündüz düşlerinin taşıyıcısı, bilinçli olan ve bilinçli kalan 'daha iyi yaşam' isteğidir- değişik derecelerde bir istek olsa da bu-, gündüz düşlerinin kahramanı da daima insanın kendi yetişkin kişiliğidir."

Geçtiğimiz hafta sonu Kadıköy'den genç işçi arkadaşlarımız ziyarete geldi, direnişimize. İçlerinde kısa süre önce Mephisto'nun Kadıköy şubesinden atılanlar da var. Gelirken yanlarında büyükçe bir şemsiye getirmişler. Tam ihtiyacımız olan boy! Kırmızıya çalan bir renkte kurdele de bağlamışlar. Çok nazik bir davranıştı ve onu takdim ederken o kadar heyecanlılardı ki, o heyecan hala içimde baki. İçlerinden üçü, geçtiğimiz günlerde Mephisto'yla alakalı bir röportaj verdiler. Şemsiyenin ne kadar gerçek bir hediye olduğunu bir kez daha anladım.

Tuğçe şöyle söylemiş: Şemsiye götürdük bir de yağmur yağarsa diye. Hediye vermek hiç bu kadar iyi gelmemişti. O şemsiyeyi bulmak için komitede çok çılgın bir çalışma yürüttük. Herkes koşturdu. Yaptığımız şeyin neye yarayacağını biliyorduk çünkü.

Artık o şemsiyeye baktığımda yağmurdan koruyan basit bir araçtan fazlasını görüyorum. Şemsiye, çocuksu bir heyecanı değil tek başına, aynı zamanda yetişkin bir çabayı ifade ediyor. Bu, daha iyisini, daha fazlasını arama çabasıdır.

"Ütopik bilinç çok uzaklara bakmak ister, fakat netice itibarıyla sırf, Olmakta olan her şeyin içinde eylediği ve saklandığı, yaşanmış anın çok yakınındaki karanlığı delebilmek için ister bunu. Başka deyişle: en yakındaki yakına nüfus edebilmek için, en kuvvetli dürbüne, bilenmiş ütopik bilince ihtiyaç vardır."

Ütopik bilinç; somut olan ile soyutun, verdiğimiz küçücük çabalar ile kurduğumuz koskoca ütopyaların arasına bir köprü atmaktır. Direniş, kimilerimiz için ütopik bilinç tohumunun ekilmeye başlaması anlamına geldi.  Ve  şemsiye, gündüz düş görenlerin altında buluştuğu yerin adı oldu. O şemsiyeyi büyütmek ve altından buluşan insan sayısını çoğaltmak... Sahici umut arayan, bu çabaya ortak olsun. Boşa gitmesi mümkün olmayan, başladığın an kazandığını hissedeceğin bir çaba...


"Birçokları sadece karmaşa içinde hissediyor kendini. Yer sallanıyor; neden, niçin, bilmiyorlar. Onların bu durumu, endişedir; daha açık seçik hale gelirse, korku olur."

Korku, nesnesinin bilgisine varılarak aşılabilir. Kendimizi tarih öncesi bir devirde ormanın içinde, yani evimizde ve ne felakettir ki büyük bir yangının ortasında hayal edelim. Alev alev yanan orman, içinde kül olan barınağımız, yükselen ateş... Ne hissettirir? Endişe ve giderek açık seçik hale gelen korku. Şimdi aynı tarih öncesi devre bugünden bakalım.  Yanan ormana üzülmüyoruz, yakan ateşten korkmuyoruz; aynı ateşin insanı insan yapan araç olduğunu söylüyoruz, bununla ilgileniyoruz: yani korku nesnesini, insan için bir araca dönüştüren bilgiyle.

"Kötü bir dünyada yaşıyoruz" klişesi artık geride kalmaya başladı. Kötü olan dünya değil, kapitalizm. Bu tespit genel olarak kabul görmeye başlasa da, en azından bunu kabul eden insanlar nezdinde dahi, endişe, daha açık olarak korku ve korkunun bir dışa vurumu olarak kaçma isteği yaygınlaşan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

"...çöküşten kurtulma yolunu bulamayanlarda korku umudun önüne ve karşısına geçer."  Çözüm arayan, kurtulma yolu arayan,  sahici-umut isteyen, yanan ormana bakar gibi bakmayı bırakmalı, dünyaya. Keza yüzyıllar sonradan bugüne bakacak olanlar, ormanı yakan ateşle, yani kapitalizmle değil, kapitalizm içindeki değişim dinamikleriyle ilgilenecekler. Dünyaya bir de bu gözle bakmayı deneyin. Bir; korku nesnesinin, yani kapitalizmin, ve dolayısıyla onun içinde barındırdığı değişim dinamiklerinin bilgisine sahip miyiz? İki, içinde yaşadığımız dünyaya, geçmişin ve geleceğin gözüyle bakabiliyor muyuz? Bu iki soruya cevap arayanların yolu Marksizmden geçiyor.

"...devrimci ilgi; dünyanın ne kötü olduğunun idrakiyle, başka bir dünya olarak ne kadar iyi olabileceğinin idrakiyle, dünyayı iyileştirmeye dair uyanıkken görülen düşe ihtiyaç duyar: kaşifçe yöntemlerden tamamen uzak, tamamen nesnelliğe uygun biçimde, teorisinde ve pratiğinde tutar onu."


"Daha iyi halde olma isteği , uykuya yatırılamaz. Arzudan asla azat olunamaz, ya da yanılsamayla olunur ancak. Bu özlemi unutmak onu gerçekleştirmekten daha rahat olurdu, fakat neye varırdı bunun sonu bugün? Arzular sona ermezlerdi ya da kılık değiştirip başka arzulara dönüşürdüler, veyahut da: kötülerin üzerimizden aşarak zafere gittiği cesetler olurduk biz arzusuzlar."

Arzu olmazsa olmazımız, teoriden umut üretmek ise her zaman mümkün. Üstelik sahici bir umut için başka türlüsü mümkün değil. Teori gridir bana yetmez, ben sarı sıcak bir umut hissetmek istiyorum diyorsan... Kabuğundan çık ve İnsana dokun. Umut İnsanda.

*Mephisto Direnişinin 20. gününde, direniş yoldaşım İbrahim'le "direniş hakkında yazmamız lazım, yoksa unutulup gidecek her şey" yakınmalarıyla geçen günlerin, yine İbrahim'le Ernst Bloch'un Umut İlkesi kitabı üzerine yaptığımız bir sohbetin ve lisedeki edebiyat öğretmenimin "keşke, hayatta en acımasız bağlaçtır" sözünü hatırladığım bir akşamın sonunda bu yazıyı yazdım. Alıntılar Umut İlkesi'nden.