Artık her gün Nakba

Sevra Baklacı

Blog: Kurdewarî

Önyargıların, dini tutuculuğun yüzyıllardır ezdiği Yahudilerin, dönemin büyük devletlerinin de yardımı ve onayıyla 15 Mayıs 1948 günü kuruluşunu ilan ettiği İsrail devletinin üzerinde yer aldığı topraklar, dünün mağdurunun zalimleşerek mağdur ettiği bir başka halkın toprakları herkesin bildiği gibi. Yani Filistinlilerin.

Yahudilerin de elbette hakları olan devlet kurma hakkını, başka mağdurlar yaratarak hayata geçiren büyük güçlerin ne kadar yanıldıkları 67 yıldan bu yana bölgede terör estiren İsrail’in yaptıklarıyla ortada.

İsrail’in işgal edilen Filistin topraklarında kurulduğu 15 Mayıs günü bu nedenle, Nakba, yani Büyük Felaket olarak adlandırılır. Bu sadece topraklarının gasp edildiği gün değildir tabii ki. Filistinlilerin yarım yüzyıldan fazla sürecek olan sürgünü de bugün başlamıştır. Mülteci kamplarında yaşamak, başka ülkelerde sığınmacı olmak Filistinlinin kaderi haline bugün gelmiştir. Büyük Felaket, tüm bunların başladığı gün olmasındandır.

Yahudi ulusu yüzyıllarca yaşadığı trajedinin, dışlanmanın, soykırıma uğramanın hiçbir zaman sorumlusu olmamış Filistinlinin elinden aldığı topraklarda her 15 Mayıs’ta İsrail’in kuruluşunu kutlarken, Filistinliler çalınmış yurtlarındaki bu “şölen” karşısında acı çekiyorlar.

Filistin halkının vatansızlığa mahkûm edildiği Nakba için İranlı entelektüel Hamid Dabaşi, şu ifadeleri kullanıyor  “… Hatıralarında pogromların (dinsel, etnik veya siyasi nedenlerle bir gruba karşı yapılan şiddet- SB) Soykırım’ın milyonlarca Yahudiyi mahva sürükleyen kırımların izleri silinmeyen beyaz Avrupalılar, suçlu vicdanlarını, bir grup Avrupalının başka bir grup Avrupalıya karşı işlediği caniyane katliamlarla kesinlikle uzaktan yakından alakası olmayan bir başka ulusun sırtına yükleyerek bir Yahudi devleti kurup yatıştırmanın peşindeydiler”.

Çok doğru. Yahudi ulusuna olmadık zulmü layık görenlerin, vicdanlarını rahatlatmak için bu kez Filistinliye zulüm yapmaları gerekmişti. İsrail, suçlu beyaz Avrupalıların vicdan kefaretiydi. Ama Nakba’dan bu yana binlerce Filistinli hayatını kaybetti, yüzlerce Filistin kasabası boşaltıldı, evler buldozerlerle yıkıldı, yüz binlerce Filistinli mülteci oldu. Coğrafya artık Filistinliden arındırılmıştı. Filistinlilerin yaşadıkları sıkıntıları türlü engellere rağmen İsrail kamuoyuna anlatan İsrailli gazeteci Amira Haas Ocak 2003’te Haaretz gazetesinde yayımlanan makalesinin başlığına kondurduğu “Durmadan direksiyon sallayıp bir tek Arap görememek” cümlesiyle çok iyi ifade ediyordu bunu.  Haas, İsrail’in işgalden sonra Gazze ve Batı Şeria’da bulunan bütün yerleşimleri (150’nin üzerinde) birbirine bağlayan yollara Filistinlilerin çıkamadığını, bir İsrail yurttaşının o yollarda kilometrelerce direksiyon sallayıp, tek bir Arap dahi göremeyeceğini anlatıyordu.

Evlerinden kovulan yaklaşık 6 milyon Filistinli bugün Suriye, Lübnan ve Ürdün'deki mülteci kamplarında yaşıyor. Birkaç yıl önce Lübnan’da üzerinde eskimiş siyah kıyafetler, ayaklarında, mevsim kış olmasına rağmen, terlikler olan yaşlı bir kadın bana yol sordu. Oranın yabancısı olduğumu söyleyince kendisinin de oralı olmadığını, Filistinli olduğunu söyledi. Ağzımdan “öyle mi?” lafı çıkınca kollarını iki yana açıp “baksana sefaletimden belli olmuyor mu?” dedi.

Suriye’de yaşayan Filistinli mültecilerin geride bıraktıkları evlerinin artık hiçbir işe yaramayacak olan anahtarlarını, tapu senetlerini hala sakladıklarını bilirim. Filistinlilerin ‘Nakba’yı anma gösterilerinde genellikle ellerinde anahtar veya anahtar çizili pankartlar taşımalarının sebebi de Filistin'e dönüş haklarını vurgulamak.

Filistin kökenli ABD’li dilbilimci Edward Said'in ifade ettiği gibi; Filistin mücadelesinin bütün tarihinin ‘görünür olma arzusuyla' bir ilgisi vardır.

1969-1974 arasında İsrail başbakanı olan Golda Meir’in “Filistin halkı diye bir halk yoktur. Bizim gelip onları topraklarından attığımız doğru değil. Onlar hiç var olmadı” deyişini, daha da vahimi “İşgal edilmiş bölgeleri nasıl geri verelim? Oraya dönecek kimse yok ki” diye bas bas bağırdığını hatırlarsak Said’in ne demek istediği daha net anlaşılır.

Filistinlileri “görünür” kılan en önemli araçlardan biri sanat olduğundan İsrail, 1970’ler ve sonraki tarihlerde Filistin’in en önemli sanatçılarını ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılar düzenledi. Romancı Gassan Kanafani, yazar Wael Zuayter, şairler Ali Salame, Kemal Nasır,  Kemal Idvan, küskün Filistinli çocuk Hanzala’nın yaratıcısı gazeteci/karikatürist Naci el Halil suikasta kurban giden sanatçılardan sadece birkaçı. Ama Filistinliler yılmıyor. Geçtiğimiz günlerde “Gazze’nin Onuru İnsan Hakları Film Festivali (Kırmızı Halı)” düzenlendi Gazze’nin El Şucuiyye Semti’nde. Molozların, yıkıntıların arasında iki direğe gerilmiş bir sinema perdesi, perdenin önünde dizili plastik sandalyeler ve sembolik olarak toprağa serilen bir kırmızı halı oradaki drama rağmen sanatla direnmenin muhteşem bir örneğiydi.

Nakba artık sadece bir gün değil. Filistinli için her gün Nakba. Ve hala devam ediyor “felaket günleri”… Yaşanan trajediyi burada ayrıntılarıyla ve bütün boyutlarıyla ele almak mümkün olmasa da trajedinin sürmesinde rol oynayan, iktidarlarını sürdürebilmek için halkının hassasiyetini boş lafla, kuru gürültüyle istismar eden hükümetlerden bahsetmek gerekir biraz da.  Filistin direnişinin dinci grupların elinde giderek boğulmasına da dikkat çekilmeli. Filistinlinin kavgası, dini değil, coğrafya kavgası. Tek isteği vatan toprağını kurtarmak ve orada özgürce yaşamak.

Eğer bu gerçekleşmezse Nakba sadece bir günün değil, bir “kader”in adı olur…


Katkı ve Önerileriniz İçin: [email protected]