Sakina Teyna ile Trio Mara üzerine

Görüşme: Özkan Öztaş

Blog: Kurdewarî

Öncelikle sizi tanımakla başlayalım... Trio Mara fikri nasıl ortaya çıktı? Ne anlama geliyor bu isim?
Solisti olduğum ve kemanda Nurê Dilovanî, piyanoda ise Nazê Îşxan’ın yer aldığı TRİO MARA, yaklaşık dört yıllık bir geçmişe sahip. Karşılaşmamız, biraz tesadüf oldu. Benim kadınlardan oluşan bir grup kurma hayalim hep vardı. Nazê’yi önceden tanıyordum, ama uzun zamandır bağlantım yoktu. Nurê ile tesadüfen karşılaşıp, onunla bu projemi konuşunca, zaten kuzeni olan Nazê’ye bu teklifle gidebileceğimizi söyledi. Bu bana da çok cazip geldi. Çünkü Nazê 2000’li yılların başında, Kürt müziğinin eskimeyen klasiklerini piyanoya uyarladığı ve notasyonlarını yaptığı bir kitap çalışması yapmıştı. 

Bu çalışma, Kürt müziğinde bir ilk olmayı ifade ediyordu ve kanımca hak ettiği değeri bulmamıştı. Hiç beklemeden Nazê’ye bu teklifi sunduk ve anında olumlu yanıt aldık. Belirttiğim gibi Nazê ve Nurê Kürt müziği açısından önemli kadın sanatçılardı. Hem güçlü bir akademik eğitimden geçmiş olmaları, hem de Kürt müziğini çok iyi bilmeleri benim için çok önemli argümanlardı. Grup kurma kararı verdikten sonra, sıra isme geldi. Mara ismi de çok bilinçli bir tercih oldu. Mara, Kürtçenin Kirmancikî lehçesinde “Bizden„ anlamına gelir. “Ma„ ismi; hem Ermenice’de, hem de Kirmanckî’de ana demektir. Yine “Mara„ kelimesi Arapça dilinde ise kadın anlamına gelir. Mara’nın Ortadoğu’nun birçok dilinde birbirine yakın dişil anlamlar taşıması, isim olarak seçmemizde önemli bir rol oynadı. 

Kürtçe olması, etnik kimliğimize, dişil anlamlar taşıması da, cins kimliğimize vurgu yaptığı için, bir kadın grubu için çok uygun bir isim olacağını düşündük.

Grup üyeleri Kürdistan'ın coğrafyasının farklı yerlerinden geliyor bildiğim kadarıyla. Bu nasıl etkiledi çalışmalarınızı?
Aslında üçümüz de Serhat’lı sayılırız. Benim bir tarafım Kars’a dayanır. Bir tarafım Dersim’e. Nazê ve Nurê ise, Ermeni katliamı sırasında Serhat Bölgesi’nden Ermenistan’a göç etmek zorunda kalan Êzîdî Kürtler’den. Kendi ülkelerini yıllar sonra müzikal çalışmaları sayesinde görebilmiş, sadece dengbêjlerin klamlarında ve büyüklerinden dinledikleri anılarda, hayalini kurdukları bir ülke olmuş Kürdistan. Sürgün olmayı, savrulmayı, ülkesinden ayrı yaşamak zorunda kalmışlığı içinde barındıran hikayelerimizin bu trajik yanı, müziğimiz açısından bir avantaj olmayı içeriyor. Ermenistan, Kürt müziğinin orijini olan dengbêjlik geleneğinin hala en güçlü kalelerinden biridir. Nazê ve Nurê de, bu geleneğin tam içinde şekillenip, Ermeni müziğinden beslenip, klasik batı müziği eğitimiyle bunu taçlandırmış yetenekli kadınlar. Farklı coğrafyaların müziğini bilmeleri, ama kendi kökleriyle olan bağlarının da güçlülüğü, müziğimize renk katıyor diye düşünüyorum.

Albümünüzün adı Derî yani Türkçesi Kapılar. Nereden çıktı bu isim?
Albüm kayıtlarımızı yeni bitirmiştik. Öncesinde, bizim kayıt sürecimizin belgeselini ve Nazdar isimli şarkımızın klibini yapan değerli yönetmen arkadaşımız Özgün Yarar, Dersim’e bir klip çekimi için gitmişti. Orada birçok fotoğraf çekmişti. Özellikle Xarput’ta çekilen işlemeli bir kapı çok dikkatimi çekti. Onu görür görmez, bu bizim kapak olmalı dedim. Nedeni de açıktı. Kürt kadınları, on yıllarca gelenekler ve din adına konan yasaklar, tabular nedeniyle şarkılarını hep kapalı kapılar arkasında seslendirmek zorunda kalmışlardı. Onların aşklarını, acılarını, coşkularını, aşiretlerarası savaşlarda yitirdiklerine yaktıkları ağıtları, erkekler dengbêj divanlarına taşımıştı. Kürt Kadın Özgürlük mücadelesi elbette kadınların artık bu divanlardaki yerlerini almasını sağladı tabi ki. Ama hala saklı birçok kadın şarkısı var. Biz de müzikal yolculuğumuzda ilerlerken, bu kadınların açtıkları kapılardan geçtiğimizi, onlardan beslendiğimizi unutmadan, yeni kapılar aralamak isteyen kadınlar olarak seçtik bu ismi. Hayat yolculuğu aslında içiçe geçmiş kapılar gibi. Biri kapanır, biri açılır. Hele kadınlar ve kapılar birbirleriyle çok ilgili olgular.   

Kürt müziğine bakınca durduğunuz yeri nasıl tarif edersiniz?
Müziğimizde, ilk günden itibaren klasik Kürt Müziği eserlerini, kadınlara dair ve kadınlar tarafından söylenmiş şarkıları piyano ve keman eşliğinde seslendirmeyi esas aldık. Aslında batı enstrümanları olan keman ve piyanoyu daha çok geleneksel ses teknikleri ile harmanlayarak, bir sentez yaratmak istedik. Konserlerimizde, Anadolu’nun farklı dillerinde de şarkılar seslendiriyoruz. Ancak albümümüzde sadece Kürtçe şarkılara yer verdik. Henüz çok köklü bir araştırma yapma imkanımız olmasa da, kadın şarkıları konusunda arayışlarımız sürüyor. Besteler azınlıkta, ama yavaş yavaş kendi şarkılarımızı da oluşturuyoruz. Kürt müziğinde yıllardır emek veren çok değerli sanatçılar var. Biz bu noktadan bakıldığında, henüz yeni bir grubuz. Formasyon olarak, kadınlardan oluşan bir grup olmamız ve icra edilen enstrümanlar bir farklılık arz ediyor. Bu anlamda ben grubumuzun müziğimiz açısından önemli bir renk olacağına inanıyorum.

Çalışmalarınızda Kürtçenin lehçelerinin bir çoğuna ve kültürünün geneline temas etmeye çalışıyorsunuz. Bunun sizin için nedeni/önemi nedir?
Uzun yıllar Kürt Özgürlük Mücadelesinin değişik alanlarında yer almış olmam birçok alanda gelişimime katkıda bulundu. Bunlardan en önemli olanlarından biri de, Kürtçe dili konusunda oldu. Kendim Kirmancikî lehçesiyle büyüdüm, yani ana dilimdir. Kurmancî ve Soranî’yi ise sonradan öğrendim. Dilimizin yüzlerce yıllık baskıya rağmen, bu kadar renkli ve zengin oluşu, beni hep çok etkilemiştir. Dil konusunda uzman olmasam da, iyi kullanmaya çalışıyorum ve bu müzikal olarak da büyük bir avantaj. Seslendirdiğiniz şarkının içeriğini bilince, ona uygun bir duygu yakalamanız da, aslında daha bir mümkün oluyor. Ben de, söylediğim şarkıların hikayelerini çok önemsiyorum. O nedenle dilimizin tümüyle olmasa da tüm renklerine yer vermek istiyorum. Yasaklara, asimilasyona, unutturma ve kaybettirmeye karşı, yok saymaya karşı, kendi dilimizde ve onun tüm lehçelerinde şarkı söylemenin önemli olduğuna inanıyorum. Dillerimizi, lehçelerimizi seviyorum. 

Son zamanlarda Kürtçe müzik konusunda Türkiye’de hükümet eliyle belirlenmeye çalışılan bir müzik tarzı ve yaptırımı var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarın müziği gridir, renksiz ve ruhsuzdur. Hatta müziği olmaz diye düşünüyorum. Devletlerin marşlarını dinlediğimce hep bir soğukluk kaplar ruhumu. Bu anlamda belirttim müzik adına yapılanın aslında başka birşey olduğunu. Kürtçe dilinin hikayesi de bu anlamda çok trajiktir. Devletten kalkıp da Kürtçe için iyi bir şeyler yapmasını beklemek, ham hayal olur. Nitekim bazı denemelerin sonuçları ortada. Açıkçası Kürtçe yayın yapan kanalları hiç izlemedim, ama bence bir dilin nece olduğu değil, neyi anlattığı önemlidir. Bizim dilimizde resmi devlet söylemini dikte eden hiçbir gelişme bana heyecan vermediği gibi, öfkelendiriyor. O nedenle alternatif olma özelliği olan yayınları izliyor ve bundan mutluluk duyuyorum.

Kurdewari'den dinleme önerisi: