Yılmaz Güney, Suriyeli çocuk ve şeftali çekirdeği

Murat Akgöz

Blog: Kent Kültür Sanat

Geçenlerde Bağımsız Sinema Merkezi, Facebook hesabından bir açıklama yayınladı. BSM, TRT’de yayınlanan “Pusula Doğu” adlı belgeselde, bir Suriyeli çocuğun “kendimi patlatırdım” diye beyanatta bulunduğu görüntünün kurmaca olduğunu iddia etti. TRT de ertesi gün, bildik açıklamasını yaptı: “yalan, provokasyon” falan…

Yalan olsa ne fark eder, olmasa ne? Kim bilir belki de, küçücük yaşına, birçoğumuzun yaşamadığı kadar çok hayat sığdıran, savaşın ve sürgünün izlerini gözlerinde taşıyan bu çocuk, kocaman kocaman hayaller kurmak varken yaşamdan bu denli nefret eder hale gelmiştir gerçekten de.

İyi ama bu acıyı ona kim yaşattı?

Çocuğun, epey uğraşılarak, her cevabından sonra yavaşlatılmış, üzerine “müzik” binecek şekilde kesip biçilmiş bu görüntüsü, ülkesine doluşan gerici çetelerden, “3 bomba atarız, hoop Halep’teyiz” diyenlerden, petrol boru hatlarını doğrudan ağzına sokmak isteyenlerden söz ediyor muydu?

O zaman bir kez de biz soralım: Gerçek miydi bu görüntü?

GERİCİLİK VE GERÇEKLİK 

Bugün 1 Nisan. Yılmaz Güney 79 yaşında… Çocukları çok severdi Güney. Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek romanında, cezaevinde bulunan ve romana adını veren bu üç nesnenin eksikliği yüzünden isyan eden o küçük yürekleri anlatır. Güney, bu hikayeyi Duvar’da, perdeye de taşıdı sonra. Zaten önemli filmlerinin hemen hepsinde, hiç olmazsa geçişlerde görürsünüz: elinde bir çikolata parçasıyla koşuşturan, yırtık pantolonu ile dilenen, kömür gibi suratıyla çırıl çıplak ağlaşan, içten gülüşleriyle gazozlarını yudumlayan, kerpiç evlerin damlarında sıra sıra dizilmiş, sevinçleriyle, hüzünleriyle, acılarıyla çocuklar…

Biliyorum, şu ara “çocuk” deyince, insanı dirilten, yaşama sevinci veren bu fotoğraf gelmiyor akla.

Çok bunaldık bu günlerde. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi’nin yayınladığı Yobazlık Raporu’nda yer alanların, sadece bir hafta içinde yaşanmış olduğuna inanamıyor insan. Gerici kuşatma gırtlağımıza dayandı, sıktıkça sıkıyor. Bununla beraber, gerici toplumsallık en çok kadını ve çocuğu vuruyor. İmam hatip okullarının yaygınlaşması ile kadın cinayetlerinin artışı arasındaki mesafe o kadar kısa ki…

Yol filminde, Seyit Ali, o heybetli cüssesiyle, bileğine kelepçe vurulup bir ahıra tutsak edilen Zine’nin karşısına dikildiğinde, kulağına “baba vur onu, kirlenmiş o!” diyen çocuk yaşındaki oğluydu. Uzunca süren aşağılık tutsaklığın ardından karda yürümeye zorlanan Zine yere yuvarlandığında, “baba, anam arkada kaldı!” diye feryat eden de. Dedik ya, gericilik en çok kadını ve çocuğu vuruyor ve ilk önce burada duvara çarpıyor, burada çözülüyor. Bir türlü giydirilemiyor insanlığa bu gömlek.

Gerici ideolojinin gerçeklik ile bir ilgisi yok. Bu nedenle “kurma, kurulma” şansı da yok. En fazla yıkabilir, yok edebilir ve bizim gerçeklik algımızı bozabilir, o kadar. Ama bunun da bir sonu var.

BİR GÜN MUTLAKA

Sapıklıklarıyla meşhur gerici vakıflar, bir de “yetim çocuk” fotoğraflarıyla dolu boy boy afişlerle istismar konusundaki hünerlerini sergilerlerken benim aklıma hep Zavallılar’daki Abuzer’in çocukluğu geliyor. Hani şu babası iş kazasında ölen, annesi geçinemediği ve “kadın başına” ayakta kalamayacağı salık verildiği için bir kez daha evlenen, evlendiği adam tarafından fuhuşa zorlanan ve cinayet işlemek zorunda kalan, bu çok tanıdık kadının sokaklara düşen yetim çocuğu Abuzer!  

“İyi ama bu acıyı Abuzer’e kim yaşattı?” diye sorsak, az çok yanıtını alıyoruz sanki. Ve işte bu soruyu sormadan, bu soruya “gerçek” yanıtlar vermeden, hangi gerçeklikten söz edeceksiniz? Hakkınız yok ki.

Yılmaz Güney 79 yaşında. O, hayatının her anında, bu soruyu sorduğu, bunun peşine düştüğü için bugün de anılacak, 179 yaşında da muhtemelen. Gericiliğin ise o kadar uzun yaşama şansı yok, günleri sayılı desek hatta, yalan söylemiş olmayız değil mi?

Güney, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Bir Gün Mutlaka” adıyla bir dizi etkinlikle anılacak. Bu büyük yönetmen, 12 filmlik bir seçki ile izleyicisiyle buluşacak ve bir de “Yılmaz Güney’in İzinde” adıyla, Güney’in enine boyuna konuşulacağı bir söyleşi gerçekleştirilecek. Yarın başlıyor etkinlikler.

Yılmaz Güney konuşulacak, tartışılacak, peşinden gittiği sorular bir kez daha sorulacak, geride bıraktığı iz takip edilecek ve muhakkak başka sonuçlara da ulaşılacak… Yoksa? Yoksa gericiliğin bizi mahkum ettiği karanlıktan kurtulamayacağız, o belgesel müsveddesinin yapımında emeği geçen sinemacıları, mecbur oldukları veya akıllarını teslim ettikleri girdaptan çekip çıkaramayacağız.

O Suriyeli çocuk... Biz onun o güzel gözlerinde büyüttüğü acıya ortağız. Daha çocuk yaşta “başına sarılan” bu derdi iyi tanıyoruz. Ve biliyoruz, Yılmaz Güney’in, o zaman bu kızın yaşlarında olan oğluna yazdığı bir öyküsünde anlattığı gibi: şeftalinin çekirdeği çok sert olabilir ama bir gün mutlaka çatlayacak ve bir gün mutlaka o kırılmaz görünen sert kabuğun altından yeni bir yaşam fışkıracak.  

Yılmaz Güney 79 yaşında ve biz bir gün mutlaka kazanacağız.


Yılmaz Güney'in çıkardığı Güney dergisinin 1. sayısında yer alan öyküye, Haslet mahlaslı çizerin çizdiği resim


*Belgesele dair iddiaları nedeniyle TRT, BSM’yi mahkemeye verecekmiş. Hiç şaşırtıcı değil, çünkü BSM’nin 4 Nisan’da galası olan ve 22 Nisan’da da gösterime girecek olan filmi Yolculuk da, bu yazıda üstüne basa basa sorulan sorunun peşinden gidiyor.