Temiz Kağıdı: Nihal bizim Nihal, sokak bizim sokak, yazar bizim yazar...

Merve Üzel

Blog: Kent Kültür Sanat

"Gözlerini aç. Nefes al. Nefes ver. Fazla toz var. Yine de nefes alabiliyorsun. Güzel başlangıç. Vücudunu gözden geçirmen lazım. Karanlık. El yordamıyla yap. Kanaman yok. Bacaklarında bir ağırlık. Olsun. Boynundan yada başından darbe almamışsın ya. Durum tespiti yapana kadar sabret."

Gözlerimi açtım. Nefes aldım. Nefes verdim. Fazla toz var. Yine de nefes alabiliyorum. Çünkü güzel bir öykü, güzel bir başlangıç.

Temiz Kağıdı. Mustafa Çevikdoğan'ın ilk öykü kitabı. (Can Yayınları, Aralık 2017) "Sıkça Sorulan Sorular"la karşılıyor bizi. Bir deprem öyküsü. Göçük altında kalan kişiye seslenen bir dış ses. "Seslenmek" dediysek; yer yer komut, yer yer öğüt, bazen de ders... Öykü kişisine dokunduğu her nokta; bazen emniyet kemeri, bazen alarm sistemleri, güvenlik kameraları yer yer de çocuğumuzun koluna taktığımız takip özellikli saate götürüyor:

"Evinin odalarında duvar diplerine koyduğun, altı ayda bir içindekileri değiştirdiğin deprem kitlerin bir işe yaramayacak burada."

Gerekli cevapları vererek ya da sıkça sorulan soruların 'sıklığına' şerh düşerek ilerliyor öykü. Oldukça çarpıcı, sistemin önümüze koyduğu barikatlara dokunarak, bir dalgayla gümbür gümbür yıkıveriyor hepsini. Kör göze parmak değil. Ünlemleri kafamıza kakarak hiç değil. Neye dokunduysa sindirilmiş, hesaplaşılmış, neyi gösteriyorsa çalışılmış. Emek verilmiş, nefis bir dosya.

"İnsan"ı ele alışındaki bütünlük kendinden menkullüğe meydan okuyor

Çevikdoğan'ın dili kurduğu yer dönemin istisna bir örneği. Ötesinde "öykü kişileri" ni yargılamadan dili sistem odaklarını hedefle kurarken, 'insan'ı ele alışındaki "bütünlük" kendinden menkullüğe meydan okuyor:

"Başlangıcın Sonu" öyküsü; evinin salonuna kontrolü ve bilgisi dışında cafe açılmış Birgül'ün başına gelenler üzerinden ilerliyor. Kitaptaki her bir öykü düzenin aksaklıklarını ifşa ederken  Birgül'ün öyküsü sistemin çözüm mekanizmalarını getiriyor akla. Evinin salonuna cafe açılmış olan Birgül türlü şikayet kanalları zorlayıp, en sonunda belediyenin sitesindeki şikâyet formu üzerinden şikâyetini iletmeye çalışırken sitede türlü aksilikler yaşıyor. Ve sonunda tükenip artık sitenin işlemezliğiyle ilgili bir şikâyet yazmaya kalkıyor. Fakat gelin görün ki bunu da site üzerinden yapmak zorunda… Sistemin aksaklıklarına çözüm ararken çözüm kanallarında çıkan türlü aksaklık meselesi… Çok tanıdık değil mi? Asla muhatabına, çözüm odağına temas edilemeyecek şekilde kurulmuş "çözüm" mekanizmalarının insanı kanser ederken yine sistemin bekasını beslediği gerçeğini önümüze seren öyküler, tüm bu kurulu düzeneğin insanı çaresiz ve küçücük bırakmaya çalışmasının çarpıcı örneklerini sunuyor. Bir banka kuyruğunda, bir şikâyet hattında, bir otobüs yolculuğunda... İçinde devinip durduğumuz sistem ile edebiyat arasındaki bağlantının sık dokulu tutulduğu, sesi yerli yerinde öyküler...

Kitabı okurken yer yer Orhan Kemal'in öykülerini anımsattı.  Orhan Kemal öykülerinde en dikkat çeken şeylerden biri; öykülere her şeyden önce karakterinin "sınıfını" çakmasıdır. Ahmet'in, Ayşe'nin, Osman'ın mesleğini bildirir, sonra gelişir hikâye. Mustafa'nın öykülerinde de benzer bir şey var. Öyküler çeşitli mesleklerin detaylı işleyişini içeriyor. Başlangıcın Sonu öyküsünde muhasebeci kadın, Ustalara Saygı öyküsünde senarist, Köşesiz Adam’da yorgancı, Uzun Hikâye, Karışık’ta müşteri temsilcisi, İki Portre, Bir Savaş’ta akademisyen, Kısmet Kıraathanesi’nden Gosip Kafe’ye de kahveci. Karakterler meslekleriyle/işleriyle var oluyor . Burada önemli nokta; evi işgal edilip kafe haline getirilen Birgül sadece bu işgal yüzünden değil muhasebeci olduğu için de mağdur mesela. Yani karakterin ırkı, dili, dini, coğrafyası değil de işi belirliyor onu ve işinden doğru geliyor öyküler:

"Nihal yorgundu. Nihal asgari ücret alıyordu. Nihal taşeron işçiydi. Nihal ailesini geçindiremiyordu. Nihal faturalara yetişemiyordu. Nihal fazla mesai yapıyordu. Nihal sevgilisiyle yaşamak istiyordu. Nihal evlenemiyordu. Nihal ses çıkaramamaktan bıkmıştı."

Meydan okuyan, sesiyle heyecanlandıran, tertemiz bir kalem

Bir edebi metinde kullanılan dil bizi olay örgüsünü hangi sınırlar içerisinde değerlendirebileceğimize hazırlar. "Bir varmış bir yokmuş" diye başlayan bir metin, kurbağa prense dönüştüğünde; "Öyle şey mi olur canım..." deme hakkımızı baştan elimizden alır mesela. Mustafa'nın öyküleri bunun sınırlarını karıncalandırıyor. Örneğin; İki Portre Bir Savaş öyküsündeki  "Otobüs Savaşları" bölümünde İzmir-Samsun seferi sırasında koltuk yatırma kavgası sonucu bir kişi boğazı kesilerek öldürülüyor. Öykünün ironik dili; "Öyle şey mi olur canım?" hakkını elimizden alıyor. Bir yandan da öykü bana bir haberi hatırlattı: 2014 yılında Şanlıurfa'ya giden bir yolcu otobüsünde bir şahıs; "Allah-u Ekber" diyerek yolculuk esnasında uyuyan üç yolcuyu boğazlarından bıçakla yaralamıştı. Yani öykü ironik bir dille kurulmamış olsa bile "böyle şey mi olur" dedirtmeyecekti. Mustafa'nın nefis bir ironiyle kurduğu öyküler gerçeğin sınırlarını geziyor.

Bir yemek esnasında dilini ısıran ve sonra dilini keşfeden Salih'in aklına ne geliyorsa söylemesi üzerine başına gelenlerden, müşteri temsilcisi Serpil'in çıldırma haline, "-de" , "-da" bağlacını ayrı yazanlarla bitişik yazanların kavgasının hikâyesinden, otobüste önde sıkışanlarla arkaya ilerlemeyenlerin kavgasını ateşleyen Kıvılcım Naci'nin bunun bir ülke savaşına dönüşmesine sebep olmasına, ilk defa cuma namazından kaytaran bir gencin sokakta insan gördüğünde yaşadığı şakınlığa kadar türlü hikâyeyi koşturuyoruz.  "Kazanan"lar üzerinden; "kaybeden"in ne olduğunu sorgulatması da yine cebimize kâr kalıyor.

Kitabın arka sayfası öykülerin nefis bir özeti; "Bu öykülerin kahramanları, eğitimin, bürokrasinin, toplumsal baskıların yüzlerce yıllık enkazından ses veriyor: "Ben buradayım sayın yazar, sen neredesin acaba?"

Meydan okuyan, sesiyle heyecanlandıran, tertemiz bir kalem.

Daha nicelerini okumak dileğiyle.