Ebu Cehil Orhan Pamuk

Mehmet Kuzulugil

Blog: Kent Kültür Sanat

Orhan Pamuk'un Boğaziçi Üniversitesi'nde Komünist şairimizin adıyla kurulan kültür ve sanat araştırma merkezi'nin açılışında konuşacak olması kimileri için hiç şaşırtıcı değildi.

Kendi adıma bunun kendisini şaşkınlıkla karşıladığımı söyleyebilirim.

Büyük bir şair adına, büyük bir politik şair hakkında bir araştırma merkezi açıyorsanız, açılışında en azından kendi sanat ya da siyaset geçmişinde bu şaire ait kuvvetli referansları olan birisini seçmeniz beklenir.

Orhan Pamuk'un edebi kişiliğinde Nâzım'ın nasıl bir yeri, nasıl bir izi var ki?

Protestolar sonucu kendisi gelemese de “videyosunu” göndermeyi tercih etmeseydi bu soru bütünüyle yanıtsız kalacaktı.

Yolladığı “videyo”dan öğrendiğimiz kadarıyla, Pamuk “1970'lerde sol fikirlere ilgi duyan pek çok genç gibi Nâzım Hikmet şiirlerine benzer şiirler yazmaya” çalışmış.

Nâzım'dan, onun şiirlerinden etkilenme düzeyinin “sol fikirlere ilgi duyan pek çok genç” kadar olması Pamuk'un “Nâzım hakkında açılış konuşması yapma otoritesini” tek başına ortadan kaldırmayabilirdi yine de.

Pamuk, kendi edebi kişiliğinde (siyaseti bir kenara koyuyorum!) çok da yeri olmadığını anladığımız Nâzım'ı anlamaya, bilmeye çabalamış olabilirdi ve belki de bu çabada “sol fikirlere ilgi duyan pek çok genç”ten ileri gitmişti.

“Videyosu” öyle olmadığını gösteriyor.

“Ne kadar derin şeyler söylemiş”, “harika döktürmüş”, “çok güzel bir cevap olmuş protestoculara” nidalarıyla karşılanan görüntülü mesaj (gösterilen olumlu tepkiler bir yana) benim için bir de “konuyla ilgili” cehaleti nedeniyle şaşırtıcı oldu.

'HADİ TABU DEVİRELİM, ESKİ GÜNLERDEKİ GİBİ'

Benim için soru şu: Orhan Pamuk, Nâzım konusunun bu ülkede artık hiçbir açıdan “tabu” sayılamayacağını cehaleti yüzünden mi görememiştir, yoksa “hiçbir şey yapamıyorsan tabu devir” düsturuyla mı saçmalamıştır?

Nâzım'ın “herkes” tarafından kurcalanması, Bahçeli'den Erdoğan'a, Hece Dergisi'nden Birikim'e herkesin bir ucundan tutmaya çalışmasının en azından böyle bir hayırlı sonucu olmuştu bir kere. Özellikle 100. doğum yılında basılan pek çok çalışma “tabu”lara yer bırakmayacak kadar ele aldı konuyu.

Bu açıdan en fazla kurcalanmış, en fazla (sağlı sollu) yanıltmalara maruz kalmış olan alan şüphesiz “Atatürk – Nâzım ilişkisi”.

Pamuk hangi gezegende yaşıyor bilmiyorum ama bu konuda “her taraf”ın görüşü var ve bu görüşler tartışıldı. Nâzım'ı “Kemalist” bilen kemalistler, onun da “kemalist” olduğuna yanan liberaller, “kemalist olmadığını” düşünen komünistler...

Bu konuda son 15 yılda yayınlanan belge ve araştırmaların da katkısıyla söylenmedik şey kalmadı.

Yani Pamuk tabu devirmekte epey gecikti.

Sadece gecikseydi yine bir çıkış bulabilirdi.

Tabu devireyim derken, “hem geç hem de güç” bir iş yapmış oldu.

Gerçekten garip olansa “baştan aşağı yanlış” olan “tabu deviren cümlelerinin” büyük bir heyecanla karşılanmasıydı.

DESTAN HAKKINDA DESTAN

Gazete haberlerinde aktarıldığı kadarıyla şöyle buyurmuştu, Türkçenin Nobelli yazarı:

“Atatürk döneminde Nâzım Hikmet hakkında açılan davalar, şairin çeşitli defalar sürgüne veya hapse gönderilmesine rağmen Atatürk'ü sevmeye devam etmesi; ancak hapisten çıkar çıkmaz Kuvay-ı Milliye Destanı'nı yarım bırakması, böyle tabu bir konudur...”

Vay be!

Pamuk'un, araştırma merkezi açılışında konuşmasını hazırlamadan önce bir iki biyografiye şöyle bir göz atmaktan da sakınmasına ne demeli!

Bana sorarsanız, öncelikle Nâzım'ın “Atatürk sevgisi” ifadesi nobelli bir yazar için kabül edilemeyecek ölçüde naif.

Kemalist devrimi ya da ulusal kurtuluşçuluğu tarihsel olarak konumlandırırken açıkça ifade ettiği olumlamaların yanında Kemal'i bir “burjuva” olarak görmesi ve örneğin Karadeniz'de öldürülen komünistler hakkında yazdığı şiirde “omuzuna burjuva çıkmış” bir araç olarak yansıtması gibi şeyleri bu tür bir naiflikle bir kenara koymak oldukça yakışıksızdır.

Fakat bunun ötesinde, bu konular uzun süredir tabu değil ve belli ki Pamuk bu konuda yayınlanan çalışmalarla, belgelerle ve bu belgeler hakkında yazılanlarla hiç ilgilenmemiş.

Hapisten çıkar çıkmaz Kuvâyi Milliye Destanı'nı yarım bırakması hikayesi ise sadece bir nobelli yazar için değil, “sol fikirlere ilgi duyan herhangi bir genç” için bile fazlaca cahilce.

KUVÂYİ MİLLİYE DESTANI, ANADOLU DESTANI, 'MİLLİ DESTAN'

Öncelikle, Kuvâyi Milliye Destanı meselesi hem çok tartışmalı hem de fazlasıyla tüketilmiş bir konu. Nâzım'ın 1939 yılında hapiste (Atatürk'ün ölümünden sonra!) yazmaya başladığı bir şiirle bağlantılı. Söyleyeceklerimi dayandırdığım kaynaklara referanslar vermekle yetinerek tarif etmeye çalışacağım.

Birincisi “destan”ın adı bile tartışmalı. Kemal Tahir, Vala Nureddin'in yaptığı bir söyleşide “Anadolu Destanı”ndan söz ediyor ve şairin “destanı” İstanbul Tevkifhanesi'nde başlayıp Çankırı Cezaevi'nde bitirdiğini anlatıyor. [Vala Nureddin, s. 406]

Memet Fuat, Şevket Süreyya Aydemir'in evinde bir araya gelinen bir gün Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer'in Nâzım'a “Bizim halkımızın isyanı ve savaşı yanında İspanya İç Harbi çocuk oyuncağı kalır. Anadolu destanını yazsana Nâzım sen. Anadolu destanını yaz” siparişini (!) verdiğini aktarıyor.

Kesin olan Nâzım'ın ulusal kurtuluş savaşı hakkında bir şeyler yazmaya oturduğu (açık olmalı, tam da kendisinden rejime yaranacak, onun “kemalist inkılabın kıymetini anlamış birisi olduğunu” gösterecek şeyler yazması için akrabalarının baskıları eşliğinde) ve hızla “rayından” çıkarak kahraman paşaların değil Karayılanların, Kartallı Kazımların öyküsünü yazmaya başladığıdır. [Memet Fuat, s. 283]

Memet Fuat'ın aktarımına göre Nâzım'ın dayısı Ali Fuat Cebesoy, bir süre “destan” olarak adlandırılan bu yapıttan şiirleri yazıldıkça temin ederek İsmet İnönü'ye okumaktadır. [Memet Fuat, s. 284]

Vala Nureddin'in Kemal Tahir'den aktarımı ise biraz farklıdır ve daha ikna edicidir.

Anadolu destanını bitirmesi üzerine, annesi Celile Hanım bir kopyasını, dayısı Ali Fuad paşaya göndermiş. Herhalde Anadolu Savaşı kahramanlarından olduğunu düşünerek... Ali Fuad Cebesoy da bunu, ya olduğu gibi, ya da kopyasını çıkararak o zamanın Cumhur Başkanı Milli Şef İsmet İnönü'ye ulaştırmış. Duydu ki, İsmet Paşa destan için “Anadolu Savaşı'nı Nâzım bu destanla bir daha kazandı” demiş. Nâzım'a sordum: “Ne dersin yahu?” Biraz düşündü. Gözlerinden gerçek bir ışıltı geçti. “İsmet paşa dua etsin ki, vaktiyle kazanmış savaşı. Yoksa şimdi burada beraber olacaktık, allalem” dedi.

Bu arada Nâzım'ın söz konusu çalışması için “milli destan” deyişini kullandığını da Kemal Tahir'e yazılmış bir mektubu göstererek Emin Karaca hatırlatıyor.  [Emin Karaca, s. 234]

Rivayetler ve “oluşum halinde” olan şeylerden açıklık kazanmış gerçeklere geçelim.

1939 yılında başladığı çalışma son halini “Anadolu Destanı” ya da Kuva-yi Milliye Destanı olarak almaz. Anadolu Destanı olarak başlayan macera çok farklı ve “Anadolu” sınırlarını çok aşan bir mecraya dökülür. 1940 Eylülü'nde Nâzım, “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi” yazma düşüncesinden söz etmektedir. [Göksu-Timms, s.213]

'HEMŞERİ, ESAS MEMLEKET NERE?'

Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, kaynağını Nâzım'ın Anadolu'daki ulusal kurtuluş mücadelesini bütünüyle “sıradan” insanların sahne aldığı bir film gibi çalıştığı Anadolu Destanı'ndan alır ve Memleketimden İnsan Manzaraları'na ulaşır.

1939 yılında bir şiirle başlayan “Kuvayi Milliye Destanı” çok kısa bir süre içinde (ve Pamuk'un işaret ettiği hapisten çıkıştan 10 yıl kadar önce!) mekanı tüm dünya oluveren bir başka destanın içine parçalar halinde yayılır.

Anadolu Destanı'nı yazmaya başlarken Nâzım'ı motive eden “Atatürk sevgisi” falan değildir! Tersine, “sarışın bir kurda benzeyen” paşa birkaç dizeye sıkışırken savaşımın sıradan kahramanları sayfalarca anlatılır.

Destanı yazmaktan vazgeçme kısmı ise bütünüyle palavradır. Nâzım, hapisten çıkmadan 10 yıl önce bu destanla başlayan yazımı “Memleketimden İnsan Manzaraları” çalışmasına çevirmiştir.

Nobelli yazarımızın söylediğinin aksine, Nâzım hapisten çıkınca “Destan”ı yarım bırakmamış, hapisten çıkmasından 10 yıl önce, “destan”ı bozup bir başka destanın içine yerleştirmiştir.

Bu destan “Memleketimden İnsan Manzaraları”dır.

Ve bu destanda anlatılan “memleket”in bir ucu Volokolamsk Şosesi'nde Hitler ordularına karşı savaşırken, bir ucu Çerkeş'in Kavak köyünde topal Yunus'un ceviz ağacının gölgesindedir.

Elbette tüm bunlar nobelli yazarımıza uzaktır. Zira onun için örneğin Yalçın Küçük anti-semitist bir kaçık, Emin Karaca boğuntuya getirerek sessiz kılınacak bir solcu araştırmacı, Nâzım Hikmet'se bağışlanamaz suçu komünistlik olan bir kemalisttir.

Orhan Pamuk olunca hiç araştırmadan araştırma merkezi açılışına onur konukluğu etmek kolay olmaktadır.

Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi, memleketimize hayırlı olsun.

Ve nobelli yazarların dilediklerini yedirdikleri bir ülke olmaktan hızlıca çıkmamıza vesile olsun.

Ek - Not (20 Aralık 2014) 

Sabahın 5'inde uyandım. Mecazi anlamıyla da. Herhalde gece uykusunda insanın zihnindeki her şeyi "yeniden endekslediği" fazlaca doğru.

O yeniden endeksleme sırasında farketmiş olmalıyım.

"İyi de Ceviz ağacı ile topal Yunus'un hikayesi Manzaralar'dan değil ki!"

Yazıdaki "Ve bu destanda anlatılan 'memleket'in bir ucu Volokolamsk Şosesi'nde Hitler ordularına karşı savaşırken, bir ucu Çerkeş'in Kavak köyünde topal Yunus'un ceviz ağacının gölgesindedir" bölümünü değiştirmek üzere alel acele kalktım.

Sonra vazgeçtim.

Topal Yunus'un hikayesi manzaralarla aynı dönemde yazılmış, arkaplanı çok benzer bir şiir. "Meşhur Adamlar Ansiklopedisi" başlığı ile okuduğumuz "notlar"da da yine Çerkeş'in Kavak köyünden bir hikaye başlıyor, notlar "sonu var" parantezi ve "1941'e kadar..." cümlesi ile bitiyor. Manzaralar'da Çerkeş'in Kavak köyünden Hamdi'nin öyküsü "sonu var" denilen notları da tamamlıyor.

Hamdi topal değil. Hamdi madenci.

Kavak köyünden Topal Yunus'la köylüsü Hamdi'nin öyküsü bende böylece birbirine karışmış olmalı.

Söylemeden edemeyeceğim, bir gariplik de bunu kimsenin fark etmemiş olması. Nâzım dostları fark etmişse de ses çıkarmamıştır. Pamuk'un dostlarının ise işaret ettiğim gibi Nâzım'la pek o kadar içli dışlı olmadıkları anlaşılıyor.
 


Kaynaklar:

Memet Fuat, Nâzım Hikmet Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri, Adam Yayınları, Ağustos 2000.

Saime Göksu – Edward Timms, Romantik Komünist: Nâzım Hikmet'in Yaşamı ve Eseri, DK 2001. (İngilizce ilk yayını 1999)

Vâlâ Nureddin, Bu dünyadan Nâzım geçti, Remzi Kitabevi, 1965

Emin Karaca, Sevdalınız Komünisttir: Nâzım Hikmet'in Siyasal Yaşamı, Gendaş Kültür, 2001