Tarih, 'Sınıf'ın yazarını unutmaz

Kaya Tokmakçıoğlu

Blog: Kent Kültür Sanat

Roland Barthes bir zamanlar “Gangsterler ve tanrılar konuşmaz, kafalarını sallarlar ve ne olacaksa olur” demişti. Cumhuriyet tarihimizde de buna benzer bir süreç yaşandı ve hâlâ yaşanmaya devam ediyor. Türkiye aydın hareketinden bahsediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınıfsal karakterinin Türkiye aydın hareketine biçtiği rolden. Yalnız, Barthes bir noktayı gözden kaçırmış: Kavramları tarihsellikleri içinde değerlendirme zorunluluğunu.

Yaşadığımız topraklar açısından imparatorluktan ulus-devlete geçişteki sancıların, yeni bir aydın hareketini zorunlu kıldığından bahsedebiliriz. Bu hareket siyasal ve ideolojik olarak kimi zaman tek bir kişide (Nâzım Hikmet) somutlanırken, kimi zaman da bir kuşak olarak (‘40 Kuşağı) yazar ve şairleri bünyesinde topluyordu.

Eşitsiz gelişme yasasından yola çıkarak aydın hareketinde herhangi bir bağdaşıklık olamayacağını varsayarsak, bu ilerici örneklerin karşısına kimi zaman sistem içi hareket edip sonunda tasfiye olan bir “Kadro” hareketinin, kimi zaman da, özellikle kemalizm ile sosyalizmin birbirlerinden ayırt edilmelerinin güç olduğu dönemlerde, Türkiye aydın hareketini ideolojik olarak geride mevzilendiren bir “köycü” hareketin (Köy Enstitüleri) çıktığından bahsedebiliriz.

SINIF AMA HANGİSİ?

Yaşadığımız topraklarda aydın olmak zordur. Fedakârlık gerektirir. Sonuçlarına katlanmanız gerekir. Taviz verdiğiniz zaman aydın olmaktan çıkarsınız, şanslıysanız belki sadece eli kalem tutan biri olursunuz. Tarihsel bağlamında düşünüldüğünde Türkiye aydın hareketinin yüz aklarından olan ‘40 Kuşağı da, faşizmin tüm dünyada yükselişe geçtiği bir tarihsel dönemde taraflaşan ve taraflaştıktan sonra daha da sola kayan bir hareketi temsil etmektedir. Bu kuşağın fedailerinden biri olan Rıfat Ilgaz’ın sürgün, hapis, gözaltı içinde geçen yaşamı Türkiye’deki ilerici aydın hareketinin yapıtaşlarından biridir.

“… Ben henüz solcu olup olmadığımı bilmiyorum kesin olarak. Bildiğim bir şey varsa ezilen halktan yana oluşum. Halkın çektiği sıkıntıların benim çektiklerime tıpa tıp uygun oluşu… Kurtuluşumuzun da halkın kurtuluşunda olduğu görüşüm… Bu birkaç düşünce kırıntısı solcu olmam için yeterse kendimi hiç de temize çıkarmaya çalışacak değilim.”

Bir arkadaşına böyle diyor Rıfat Ilgaz “Sınıf” adlı kitabından dolayı kovuşturmaya uğramadan önce. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte Ilgaz’ın yazınsal üretiminin nitel olarak bir sıçrama yaşadığından söz edebiliriz. Kimi zaman ölümcül olabilecek düzeydeki veremi, savaş dışı kalmış Türkiye’de savaşın sosyal ve ekonomik etkileri, öğretmenlik yaptığı okullardaki öğrencilerinin geçim zorlukları, büyük şehrin artan sorunları bu nitel dönüşümün temel nedenlerindendir. Bu bağlamda “sınıf” çift anlamlı bir hale bürünüp Ilgaz’ın hapis yatmasına ve daha sonra kendisinin “sınıfın ozanı” olarak adlandırılmasına yol açacaktır.

İDEOLOJİK FARKLILIK

1930’ların devletçiliğinin, yeni yeni oluşmaya başlayan ticaret burjuvazisini destekleme politikasına denk düşen iş okulları olarak ortaya çıkan Köy Enstitüleri, ardında etkisi 1970’lerin sonlarına dek sürecek “halkçı” bir kuşağın oluşmasında başat rol oynamıştır. Konusunu “tamamen” köy sorunlarından, köyün “geri kalmışlığından” alıp eşitsiz gelişmeyi yok sayan Köy Enstitülü yazarlar kuşağı, yazınsal bir çizgiyi değil ama ideolojik bir çizgi haline gelmiş bulunan kemalizmin 1930’lardaki devletçilik politikasını kendilerine rehber aldılar. Burjuvazi, iç pazarı ve dolayısıyla maddi üretim araçlarını geliştirdikçe Köy Enstitülü kuşağın muhalif olduğu nesnel şartlar ortadan kalktı ve geriye sadece soyut bir kemalizm ideali kaldı. Bu idealin edebiyattaki yansımaları ise marksist estetikten uzak, sosyalist iktidar perspektifi olmayan ve yoksulluktan şikâyet eden yazınsal içerik ve biçem oldu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında gündeme gelen halkçılık ve köycülük yaklaşımları Rusya’da ve Balkanlar’daki hareketlerden farklı olarak herhangi bir siyasal ve toplumsal dönüşümü hedeflememekle birlikte yeni düzenin üstyapısal dönüşümlerinin toplumsal dayanakları olarak hizmet ettiler. Tek partili dönem için “sınıfsal çatışmasız”, ulusal birlik içinde “dayanışmalı”, özellikle de düzene güvence olabilecek küçük üreticiliğin yaygın olduğu “istikrarlı”, sanayi kesimine ucuz girdi sağlayabilen ve sanayinin ürünlerinin tüketicisi olabilen bir toplumsal yapı oluşturma amacı, “halkçılık” ve “köycülük” yaklaşımlarıyla uyum içindeydi. Bu bağlamda Rıfat Ilgaz özelinde ‘40 Kuşağı şair ve yazarlarının siyasal ve yazınsal estetik duruşları farklı bir yönü işaret etmektedir. Çıkardığı ilk şiir kitabı Yarenlik üzerine Behice Boran’ın kaleme aldığı (Adımlar, Mayıs 1943) bir incelemede bu yönün ipuçları verilmektedir:

“… Muhteva, öz, halis, yapmacıktan uzak olunca, ifade tarzını, vasıtalarını da kendiliğinden buluyor. Rıfat Ilgaz halk şairi, köy şairi olmak gayretinde değil, fakat kendisi halktan olduğu için, halkla beraber yaşadığı, duyduğu için ve sanatının da ehli olduğu için şiirlerinde temiz, güzel bir dil, halkın dili beliriyor ve Rıfat Ilgaz ‘halka inmek’ gayretinde olan, zoraki köy şiirleri yazan, halk şiirlerinin kalıbını alarak halk şairi olduklarını sananlardan çok daha fazla, onların erişemeyeceği kadar, bugünün halk şairi oluyor. Gerçekten bildiği, samimi olarak duyduğu mevzuları işleyen sanatkâr, eğer sanatkâr ise, mevzuuna en uygun şekli bulur ve bu şekil sadece bir kalıp olmaktan çıkar. Muhteva ile şekil ayrılmaz bir surette bütünleşir. Rıfat Ilgaz böyle bir şairdir.”

Hayatlarındaki hemen her şeyi siyasi inançları ve edebiyat uğruna feda etmiş bir kuşağa mensup yazarın yazarlık serüveninin ilk döneminde kaleme aldığı şiirler bir tür insan manzaraları duyarlılığı içerir. ‘50’lerin başından itibaren geçim derdi, hastalıklar ve siyasal baskı gibi etmenlerle, şiir ile ilişkisi zayıflamaya yüz tutsa da Rıfat Ilgaz yaşamının sonuna kadar yarattığı karakterlere dışsal kalmayarak, yaşama tutunmanın bir portresini çizer ve derinlikli hayat bilgisini şiirine tümüyle yedirir. Bununla birlikte düzyazılarında dile getirdiği “ben”, boğaz tokluğuna düzeltmenlik yapan, patronuyla didişen ve sanatoryumda tedavi gören kendisidir. Devrim adlı matbaada kırmızı kapağıyla basıldıktan kısa bir süre sonra toplatılan “Sınıf”taki yaşanmışlık duygusu da aynı ben’in maceralı ve zorlu kaçaklık döneminin simgesi haline gelir.

SUÇU 'ÇOK'

Aydın, hep daha fazlasını isteyerek kendisini yeniler. Verili koşullara göre hareket edip imkânsızı istemektir yapması gereken. Nâzım gibi biçimini daima geliştirmeli, estetik çıtasını her zaman daha yükseğe çıkarmalıdır. Mücadele ederken de kendisini yeniler aydın. Geleceğe umutla bakmayı, örgütlü olmanın neden önemli olduğunu öğrenir. Rıfat Ilgaz’ın mücadelesi bu yüzden önemli ve yol göstericidir. Sadece “Yürüyüş”ten başlayarak “Marko Paşa” ile devam eden bir yayın hayatında başrollerden birini oynadığı için değil, 70 yaşında gözaltına alındığında “Suçun ne?” sorusunu “Sosyalist!” diye yanıtladığı için de yol göstericidir. 82 yıllık dolu dolu geçen bir ömre kendi kaleminden “Aydın mısın” isimli şiiriyle bir selam da bizden olsun:

Kilim gibi dokumada mutsuzluğu / Gidip gelen kara kuşlar havada / Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden / Tabanında depremi kara güllelerin / Duymuyor musun / Kaldır başını kan uykulardan / Böyle yürek böyle atardamar / Atmaz olsun / Ses ol ışık ol yumruk ol / Karayeller başına indirmeden çatını / Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm / Alıp götürmeden büyük denizlere / Çabuk ol / Tam çağı işe başlamanın doğan günle / Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden / Her satırında buram buram alın teri / Her sayfası günlük güneşlik / Utanma suçun tümü senin değil / Yırt otuzunda aldığın diplomayı / Alfabelik çocuk ol / Yollar kesilmiş alanlar sarılmış / Tel örgüler çevirmiş yöreni / Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende / Benden geçti mi demek istiyorsun / Aç iki kolunu iki yanına / Korkuluk ol