Yolları değil ama sinemayı avucunun içi gibi bilen bir taksici: Cafer Panahi

Gülcan Beyaz

Blog: Kent Kültür Sanat

Cafer Panahi’ye, 2010 yılında, hükümet karşıtı filmler yaptığı gerekçesiyle yargılandığı davadan 6 yıl ev hapsi ve 20 yıl boyunca film yönetmeme, yazı yazmama, yapımcılık yapmama, yurt dışına çıkmama ve yerli-yabancı medyaya açıklama yapmama cezaları verildi. Film yapmasının engellendiği bir dünyanın, hapishane hücresinden tek farkının yalnızca daha geniş olması olduğunu dillendiriyor, Panahi. Yaptığı her filmle “Buradayım, yaşamaya ve film yapmaya devam ediyorum ve edeceğim.” diyor.

Bir yönetmenseniz ve film yapmanız yasaksa ne yaparsınız? Cafer Panahi yaptığı filmlerle bu sorunun cevabını net bir şekilde veriyor. Tabi ki bunun filmini yaparsınız, çünkü aksini yaparsanız siz zaten bir yönetmen değil, yasağa boyun eğmiş birisinizdir. Bir yönetmenseniz güçlü olmanız, dik durmanız şart. Çünkü pek çok kalem var karşınıza çıkıp, size boyun eğdirmeye çalışacakları. Bunun adı yasak olur, sansür olur, gösterim olanaklarından men olur… Çünkü çok iyi bilinir ki şu gün İran gibi, bizimki gibi ülkelerde “insanı” anlatan filmler yapmak isteyen sinemacılar gözü kara olur ve basit yıldırma operasyonlarıyla vazgeçmezler. Bu yüzden sistemin, mevcut tüm imkânlarıyla saldırıyor olması anlaşılır, ama asla kabul edilemez.

Panahi’nin 65. Uluslar arası Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü alan filmi “Taksi” ülkemizde 26 Haziran tarihinde gösterime girdi.

Filmde taksi şoförlüğü yaparak Tahran sokaklarını gezen yönetmen, yolcularıyla sohbet ederken aynı zamanda ülkesinin toplumsal panoramasını sunuyor. Günlük hayatta karşılaşması muhtemel karakterlerinden bazıları O’nu tanıdığından, bazılarıysa başka sebeplerden taksicimizin yolları bilmiyor oluşunu hoş görüyor. Yolcularıyla hem kendine ve sinemaya dair sorunları, hem de ülkesinin toplumsal olaylarını konuşuyor. Öfkelenmesini ve buna yönelik bir üslup kullanmasını normal karşılayacağımız ve belki de kendisinden bunu beklediğimiz Panahi, izleyicisini ters köşeye yatırıyor. İncelikli bir eleştiri dili kullanan yönetmen filmiyle gülümsüyor ve gülümsetiyor.

Film yapması yasak ve ev hapsinde olan Panahi, çekimlerini gizli gizli yaptığı bu filmini küçük portatif kameralarla, kamera hareketlerini bile filmin içinde kendisi yapmak suretiyle çekiyor. Ve tüm bu kısıtlamalara rağmen biçim ve içerik uyumunu yakalayarak; izleyicinin filmden kopmasına, filmin temposunun düşmesine sebep olacak hiçbir açık vermiyor. Kanlı canlı, yaşayan karakterlerine uygun, dinamik bir görüntü dili elde ediyor.

İran’da yaşamın her alanına uygulanan baskı, bu baskıyla mücadele eden insanların ve tüm insani duyguların daha da parlamasını ve mücadele için gerekli pratik aklın işlemesini sağlıyor. Rejimin baskıları arttıkça; yasaklı bir yönetmen için film çekmenin, bir kadın için futbol maçı izlemenin farklı yollarını bulma umudu ve inancı da artıyor Panahi’de. Ve bu umut, film diline de yansıyor; mizahı ve komedi unsurlarını daha çok kullanmaya başlıyor filmlerinde. Böylece Taksi filminin tamamına yakınında dingin ve gülümseyen bir yönetmeni ve onun gözlerinin içi gülen insanlarını izliyoruz. Çekildiği ülkenin koşullarından ve toplumsallığından bir an olsun kopmayan film, izleyicisini karamsarlığın yanına bile yaklaştırmıyor. Milyon liralık desteklerle bunalım filmleri yapan Türkiye Sinemasına da çıkış yolunu işaret ediyor.

Meraklı, sorgulayan akılların hücrelere kapatıldığı, rengarenk çocukların kapkara çarşaflara sarıldığı, fakirliğe mahkum edildiğinden aç ve karnını doyurmak, yani yaşayabilmek için çalan insanların asıldığı bir ülkede sinema yapıyor İran Yeni Dalgası’nın ikinci kuşak yönetmenlerinden Panahi. Ne Panahi, ne Kiyarüstemi, ne Ghobadi, ne Makhmalbaf hiçbiri bu gerçeklere sırtını dönmüyor. Ülkesinin gerçeklerinin farkında ve seyircisini bu gerçeklikten koparmaya, onu uyutmaya ve uyuşturmaya çalışmıyor. Aksine izleyiciyi fark etmeye, direnmeye ve unutmamaya çağırıyor.

İnmeyi hiç istemeyeceğiniz bir taksi Panahi’ninki; insanlığı, sinemayı ve yaşamı öğrendiğiniz. Tüm bunları neden ülkem sinemasından değil de; İran’dan, Panahi’den öğreniyorum diye hayıflanmaya lüzum yok. Çünkü hayatta olduğu gibi sinemada da safları belirlerken milliyetçi duygulara mahal vermeye gerek yok. İyiden, güzelden, yaşamdan, mücadeleden, insandan yana olan her şey bizim tarafımız, başka tarafa da gerek yok.