Ali Artun’la çağdaş sanatın bugününe dair... (2)

Çerçeve

Blog: Kent Kültür Sanat

Geçen hafta ilk bölümünü yayınladığımız Ali Artun ile röportajın bu hafta ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Röportajın ilk bölümünü http://haber.sol.org.tr/blog/sanat-uzerine-notlar/cerceve/ali-artunla-ca... adresinden takip edebilirsiniz. 

 

Yeni Türkiye, yeni sol

Çerçeve: Aslında bu yeni Türkiye’ye giden süreçte aydınsızlaştırma dinamikleri çok net uygulandı. Liberal solun çok büyük desteğini aldı ve aslında avangardın tasfiyesi o aydınsızlaştırmayla tamamen birleşikti. Biz aslında yeni Türkiye’ye giden süreci 12 Eylül’den de, öncesinden de koruduğumuz için 12 Eylül ve AKP Türkiyesi tamamen birbiriyle bağlantılı. Yalçın Küçük’ün Aydın Üzerine Tezler kitabının girişinde Türkiye’deki sanatçılar, aydınlar sürü psikolojisi şeklinde hareket ettiklerini söyler. O yüzden de büyük olasılıkla TİP’e üye olmalarının alt temelinde de bu var. Aslında şimdi HDP’nin destekçisi olmalarında da aynı şey söz konusu. Yine aynı şekilde popüler bir şey var ortada, bir umut dalgası yaratılıyor. Ve aslında ilişkiler çok net ve birbirine bağlı vaziyette. Sınıftan, sınıf siyasetinden tamamen uzaklaşan bir Kürt politikası görüyoruz. Üzerine kimliği öne çıkaran ve onun üzerinden bir politika işleniyor ve tabii liberal sol da buna destek veriyor. Bugünün Türkiyesindeki sanatçıları da büyük bir oranda HDP bayrağı altında toplanmış ve bütünleşmiş durumda. Onlardan değilsen dışarıdasın gibi...

Ali Artun: Ben 12 Eylül öncesi dönemde sanatçıların TİP’le olan ilişkisiyle bugünkü konjonktürü kıyaslamam. Bence aralarında temel farklılıklar var. Ama şu dediğiniz doğru:  Şimdi, 7 Haziran seçimleri arifesinde HDP desteği için çağrıda bulunan bir çevreyle, zamanında "liberal aydınlar" denen kamptan AKP’yi, AKP anayasasını desteklemiş olan çevre, aynı çevre. Bu çevre, toplumsal farklılıklara, sınıflara dayalı bir politika yerine kültürel politikalara dayalı, "kültürelist" bir politika izliyor ve şimdi AKP'ye karşı gibi görünmelerine rağmen İslamizme dokunmuyor.

Aslında bu gelişmeler, Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla başlayan bir takım dönüşümlerin sonucu bence. Tüm dünyada Duvar'ın yıkılmasıyla, solun çöktüğüne ilişkin hegemonik bir retorik geliştirildi. Bunun sonucunda, başta değindiğim modernliğin parçalanma sürecinin de etkisiyle, bir takım aydınlar, solun bir takım sözcüleri, kapitalizm karşısındaki tutumlarından caydılar.  Kaptalizmin mutlaklaştıran, örtük de olsa, küreselleşme ve neoliberalizm taraftarı bir dil benimsediler. "Toplumsal eşitlik", "toplumsal özgürlük" gibi ilkeleri terk ederek, hatta giderek toplumsallığa, sınıfsallığa ilişkin modern düşünce tarihini de terk ederek, eleştirilerini, muhalefetlerini kültürelist bir bağlama oturttular. Etnik, dinsel farklılıklara bağlı bir kimlik siyasetine giriştiler. Elbette kültürel özgürlükler hayatidir ama toplumsal özgürlük olmadan, sınıfsal tahakkümün, sömürünün sürdüğü koşullarda kültürel özgürlükler gerçekeşebilir mi? Evrensel insan haklarını hiçe sayan bir kültürel rölativizmin, kültürel dokunulmazlığın gericiliği, fanatizmi nasıl tırmandırdığı orada.

Türkiye'deki sol hareketteki, sosyalist hareketteki dönüşümler de bence çağdaş siyaset düşüncesinde yaşanan bu gibi dönüşümlerin tezahürü. Benim gözüme batan önemli farklardan biri, bizde çağdaş liberal politikaları benimseyen takımın, aynı zamanda sosyalizme, marksizme, devrimciliğe de sahip çıkıyormuş gibi görünmekteki ısrarı. Bunlar arasında "bir komünist olarak AKP'ye oy verdiğini " söyleyenler bile çıkıyor. Sosyalist düşünce toplumsal temellerinden sökülerek kültürelleştirilmeye çabalanıyor; sol İslamlaştırılıyor. Öyleleri var ki hem Marks'ı, Benjamin'i, Deleuze'ü filan savunuyor hem de Soros'u.1997'de büyük spekülatif operasyonlarla Endoezya, Malezya, Tayland gibi ülkelerin ekonomilerini batıran ve oralarda "postmodern câni" diye anılan Soros'a bu memlekette spekülatör diyemiyorsunuz. Halbuki adamın en son 2008 krizinden sonra yayınlanan kendi kitabının içindeki önemli başlıklardan biri “Ben niye dünyanın en büyük spekülatörüyüm?”. Yani kendisi riyakâr değil. Bir ütopyası, bir felsefesi var:“Açık Toplum”. Bunun bir filozofu var: Karl Popper. Kendisi gibi Avusturya'lı olan neoliberalizmin kurucularından Hayek'le iç içe olan bir filozof. Hayek Şili'nin faşist diktatörü General Pinochet'nin de yanında, onun "liberal diktatörlüğünü" öve öve bitiremiyor; Thatcher'e bile örnek gösteriyor. Evet onların da bir idealleri var. Soros, Balkanları küresel açık toplumlara, sivil toplumlara dönüştürmek için yaptıklarını kitaplarında büyük bir gururla anlatıyor. Bu uğurda kendi adına çağdaş sanat merkezleri kuruyor ve inanılmaz servetler döküyor. O zaman sen de aynı yoldaysan onu savun kardeşim. Soros'u sosyalizme, özgürlük mücadelesine filan mal etmeye çalışma.

Çerçeve: Ama yeni bir sol tanım yapılmaya çalışılıyor ya aslında...

Ali Artun: Evet, aslında her şey bir iletişim tasarımına dönüşüyor. Böyle olunca da anlamdırması mümkün olmuyor. Çünkü "iletişim", Perniola'nın incelediği gibi, mesajının karşıtını da içeriyor. Soros’un bir lafı var: “Devrim satar” diyor. Onun için en olmadık düşünceler bile bakıyorsunuz 'devrim' kılıfına giriyor.

Çerçeve: Etkinliklerin içini de boşaltıyorlar. Rabih Moruo sergisi açıldı Salt’ta. soL Gazetesi’nden giden muhabir arkadaşa söylenen ilk şey, Ortadoğu ve Suriye savaşıyla ilgili soru sorulmaması. Oysa sergi savaşla ilgili.

Ali Artun: Evet, şimdi Suriye savaşıyla, bu tür savaşların sanat ortamına yansıması üzerinde bir yazıyla uğraşıyorum. Her gün safların değiştiği böylesine mezhep savaşlarında neden, hangi safı tutuyorlar? Özgür Suriye Ordusu bugün başka, yarın başka. Neden savaşa karşı, geçmişte avangardın durduğu yerde durmuyorlar? Topyekün savaşa karşı cephe almıyorlar? Ortadoğu'daki savaşın arkasındaki Büyük Ortadoğu Projesi gibi bütün coğrafyayı alt üst edecek projeleri, küresel şirketleri, kültür savaşlarının iç yüzünü teşhir etmiyorlar? Propaganda yapıyorlar. Şimdi Salt’ın internet sayfasını açıyorsunuz, "Suriye" diye bir fasıl var.

Çerçeve: DEPO’da da var. Şam Görsel Sanatlar Festivali yapılmıştı. Hatta Barış Mengütaylar bu işin üzerine epey gitmişlerdi. Bu olay üzerine DEPO’dan açıklama talep edildi. Ancak süreç sonunda TKP’lilere açıklama yapmayacaklarını ifade ettiler. Neticede bir şey çıkmadı bu talepten.

Ali Artun: İnanmıyorum...Ne kadar vahim bir ayrımcılık...

Çerçeve: Bir ara Suriyeliler ve Ortadoğu, Batı'nın Doğu'ya olan ilgisi ve onun üzerinden Ortadoğu’daki sanatçılara dair SALT’ın hassasiyetine dikkat etmiştik.  Mesela SALT, Rabih Moruo’nun sergisini gözümüzün içine baka baka içini boşaltmayı çok iyi becerdi. Sergi, siyaset-yaşamla  ilişkisine hiç değinmeden gerçekleştirildi. Sanatçıya, röportajlar sırasında Ortadoğu ile ilgili soru sorulmamasına dair Salt’ın beyanı iletildiğinde ise şaşırdı, haberi yoktu. Salt bunu öyle ifade ediyor ki, sanki sanatçının talebi bu.

Rahib Moruo’nun sergisiyle birlikte bir de sanatçının sunumu vardı. Sistem ve kanallar bu sanatçıları alıp Paris’e, İngiltere’ye, Amerika’ya yerleştiriyor. Ve ondan sonra Marina Abramoviç’te de olduğu gibi standardize ediyor. Rabih Moruo da aynı şekilde Paris’te yaşıyor. Ama bu söylenmiyor, sanki orada yaşıyor gibi. Ama sunumu İngilizce yapıyor. Sanatçı kendi dilinde yapmıyor. Çeviri de yapılmıyor. Bir sürü öğrenci çıktı gitti. Sadece yine elit olanlar, İngilizce bilenler ve İngilizce pratiği yüksek ve sofistike olanların anlayabileceği bir sunuma dönüştü bir anda. Yerelliği sergilerken yerellikten nasıl uzaklaştırıldığı ve içeriğinin yerelleştirilmesiyle ilgili bir mesele. En son kamusal alanda performans yapan Chto Delat adlı ünlü bir grup vardı, onların bir sunumu oldu. Yine İngilizce. Vasıf Kortun gerekçe olarak çevirmenin Salt için çok masraflı olduğunu söyledi. Bir şeyleri sergilerken, dilini azaltmak, eritmek veya daha elit bir formda sunmak konusunda çok başarılılar, Salt’ın böyle bir gelişkinliği var iletişim konusunda.

Ali Artun: Savaşlar artık öncelikle bir istihbarat, enformasyon ve iletişim savaşı. Sanat da bu çerçevede en etkin iletişim teknolojilerinden biri. Bu iletişim savaşlarında, vakıf ağları son derecede etkili. Bu sıralarda iki kitap okudum, biri Alper Birdal ve Yiğit Günay'ın Arap Baharı Aldatmacası, diğeri de Mustafa K. Erdemol’un Suriye Denklemi. Orada uzun bir çeviri var Guardian gazetesinden. Bütün bu vakıf ağlarını açıklıyor. Listede Açık Toplum Vakfı ile Avrupa Kültür Vakfı'nı da görüyorsunuz.

Manifestolar ve tasarım bienali

Çerçeve: Gelelim e-skop’a.

Ali Artun: e-skop internetten yayınlanan bir sanat tarihi ve eleştiri dergisi. İTÜ’deki öğrencilerimle birlikte başladı bu dergi. Konuşuyorduk, sanatla ilgili kamusal hiçbir yayın kalmadığından, mevcut yayınların hep bir takım şirketlerin, bankaların organları olduğundan şikayet ediliyordu. Ben de örnekler veriyordum... Habermas kamusal alanla ilgili kitabında bahsediyor, 18. yüzyılda şu kadarcık Londra'da, kafelerde, publarda onlarca sanat, edebiyat dergisi örgütleniyor. Türkiye’de de 1950'lerden başlayarak böyle çıkmış bir çok edebiyat dergisivar. Neyse, sonunda biz de bir deneyelim dedik.  İnternetten yayınlanan, editörlüğü ve yazarlığı kolektif bir dergi yayınlamayı başarabilir miyiz? Toplantılar yaptık ve birkaç aylık hazırlıktan sonra işe giriştik. Doğrusunu isterseniz, baştan bu kadar tutacağını ve bu kadar ömürlü olacağını hiç düşünmüyorduk.

Çerçeve: Kaç yıl oldu?

Ali Artun: Üç yıl oldu. Ve şu anda 200-300 kişi yazı yazmış buraya. Biliyorsunuz üç bölümü var: skop-dergi, skop-aktüel ve duyurular. Sekiz sayı dergi çıkarmışız. Bu dergilerin konuları, İstanbul'da sanatın işletmeleşmesinden, sürrealistlerin savaşlar, devrimci mücadeleler karşısındaki tavırlarına, avangard mimarlık düşüncesine kadar değişiyor. skop-aktüel'e hergün bir makale, haber, değerlendirme giriyor. Kritik konulardaki önemli yazıları çevirip derliyoruz. Ayrıca haftada bir tez özetleri yayınlıyoruz ve Behiç Ak'ın karikatürlerini. Özellikle üniversite çevrelerinden dünya kadar insan izliyor. Sanat-Hayat dizisiyle bütünleşen önemli bir kaynak oldu. Çünkü geriye doğru da çok okunuyor. Bir arşiv gibi kullanılıyor. Sizin de katkılarınızı bekliyoruz.

Çerçeve: Bu keyifli ve doyurucu sohbet için teşekkür ederiz.