Okurluk ve ötesi

Aynur Özcan Gümüş

Blog: Kent Kültür Sanat

Malum, Türkiye’deyseniz hayatın ve haberlerin akışı jet hızıyla sürmekte olur. Kafanızı kaldırdığınızda bir ton yeni gelişme çarpar suratınıza. Bunları takip edebilmek, yetişebilmek için haliyle anbean haber yapan sitelere bakmanız gerekir.

İnsanımız merak duygusunu yitirmemiş olduğu için haber sitelerimiz de ziyaretçi akınına uğrar durur. Bir ülkede yüzbinlerce kişi günlük haber takibi yapıyorsa o ülkede yüksek bir politik bilinç ve “demokratik” organlara yüksek bir katılım olması beklenir. Bunun sonucunda da canlı bir örgütlülük ortamı ve canlı bir tartışma ortamının… Gelin görün ki ülkemizde kazın ayağı hiç de öyle değil. İnsanların büyük bir kısmı haber alma hakkını sonuna kadar kullanıp orada kalıyor. Onca haberi peki nasıl bünyesinde sindiriyor? Ve yeni pek çok bilgiyi edinmiş olarak hayatına nasıl devam ediyor? İşte ilginç olan nokta burasıdır. Girdinin çıktısı olur normalde. Yani sağlıklı olan budur. Onca haber girdisinin istiflendiği beyinlerin bir gün patlamasını mı beklemeli? Belki gene sağlıklı olan budur diyerek bu noktayı aklımızın bir köşesinde tutarak ilk “sağlıklı” olan daha doğrusu “normal” olana geri dönelim.

Girdinin çıktısı deyince anladığımıza değinelim önce. İnsan etrafındaki olup bitenlerden, çemberi daha da genişletirsek ülkesindeki ve diğer ülkelerdeki olup bitenlerden ne için haberdar olmak ister? Bu durum basit bir merak duygusuyla açıklanamaz sanırım. Dünyayı yorumlamakla yetinen filozoflar misali, koca halk filozofluğa da merak salmış olamayacağına göre, anlamak gideni ve gelmekte olanı ve değiştirme isteği duymaktan yana tercihimizi kullanabiliriz. İşte zurnanın zırt dediği nokta da tam burasıdır, anlamakla değiştirme arzusu arasındaki açı! Ya da belki de değişime nereden başlayarak katkı konabileceğini bilince çıkaramıyor olmanın kafa karışıklığı denebilir. Bu noktada bu soruna çözüm bulmak çok önem kazanıyor. Yüzbinlerce değişime açık ve bir şeylerin değişmesini isteyen insan düşünün. Köklü değişimleri tarihte hep bilinçli bir toplamın gerçekleştirdiğini akılda tutarak koca bir halk da denebilir. Geçerken küçük bir not: değişime açıklık özelliğini takip edilen haber sitelerinin değişime açıklık ve devrimci misyona sahip olmalarından rahatça çıkarabiliriz sanırım (örneğin bir günde, çok yönlü siyasal teşhire dayalı habercilik anlayışına sahip soL portalı okuyan kişi sayısı 400 binleri bulabiliyor). Bu kadar geniş bir toplamın parçası olduğunu bilmek bile tek başına heyecan verici aslında. 

Yüzbinlerce okurdan biri olmanın bilinciyle, okuduklarımızın neye yaradığını ve neye yaramasını isteyeceğimizi sorma zamanı sanırım. Çok basit bir soru aslında. Biz ne istiyoruz? Belki çok beylik gibi gelebilir ilk başta ama haksızlıkların olmadığı, herkesin insanca yaşadığı bir ülke isteği makul bir ortak payda olabilir gibi geliyor. Eğer bu istekte hemfikir olabiliyorsak yalnızca bir haber portalının düzenli okuyucusu olmayı bir adım öteye neden taşımayayım sorusunu da sormak gerekir. Bir adım ötesi ile kastedilen ne olabilir peki? Hani seçim günü oy ve ötesi platformuna on binlerce kişi omuz vermişti, yüzbinlerce seçmen de desteklemişti. İşte bu desteklerin bir güne sıkışmaması az önce bahsedilen ortak paydaya başka bir deyişle hırsızlık, yolsuzluk, tecavüz, şiddetin olmadığı tabloya doğru yönelme anlamı taşıyacaktır. Başka bir deyişle kendi isteklerimizi ertelememe, zor sandığımızın uzakta olmadığını en büyük düğümün kendi isteklerimizi bilince çıkarma ve bu doğrultuda harekete geçmemizde yattığını görmemizi sağlayacaktır. Harekete ne şekillerde, hangi yollarla geçebiliriz diye sorarsak haberin doğrusunu ve gerçeğini bize sunan ortak aklı daha fazla tanımak ve güvenmek ilk akla gelen yanıt olabilir. Okuduğumuz haberleri çevremizle paylaşmak, üstünde düşünmek ve tartışmak, benzer konularda nasıl bir katkı koyabileceğimize kafa yormak, gerçeğin peşindeki bizim gibi olan başkalarıyla yoldaşlık etmek hep yapılabilecekler listesinde yer almaya adaydır.

Hani canlı yayın, canlı haber denir ya, bazen bunu unutsak da gerçekten haberler de canlıdır. Yaşanmıştır ve yaşanmaya devam ediyordur bir yerlerde. Aslında eğer izin verirsek kendi canlılığımızı da hatırlatırlar bize. Tam da bu yüzden haberin seyircisi kalmak, hayatın gözlerimizin önünden akıp gitmesine seyirci kalmak aynı anlama gelmek üzere bir tür kendimizden uzaklaşma, canlılığımızı yitirme ve yaşayan bir varlık olduğumuzu unutma haline de denk düşüyor gibidir. Bu nedenle, haberle haberi ortaya çıkaran koşullar arasındaki bağı sıkı tutmak ve değiştirme arzusunu diri tutmak bizi görmek istemediğimiz haberlerden de uzak kalma olanağı sağlayacaktır.

Bir de demin yazının başında değindiğimiz ikinci bir seçenek var. Şimdilik sadece okuduğumuz haberlerle yetinip seyirci pozisyonundan çıkmama hali… Bu durumda oturup ikinci bir toplumsal patlamayı, tüm olup bitenlerin canımıza tak etmesini mi beklemeli sorusu akla geliyor. Ama işte ilkinde gördük ki kendiliğinden sokağa, hatta birçoğu ilk defa sokağa çıkan insanlar sonrasında ne yapacakları, tepkilerini neye ve nereye evriltecekleri konusunda tereddüde düşebiliyor. O yüzden içinde nefes alıp verdiğimiz toplumsal ortam yani katmerlenmiş toplumsal sorunlar (işsizlik, gelecekle ilgili belirsizlikler, kadına ve güçsüz olana yönelik şiddet vs. vs. liste uzar gider…) değişmediğine göre, yeni bir toplumsal patlamaya davetiye çıkaran koşullar içinde devinirken bir yandan da hayatın koca bir habere dönüştüğü o sarsıcı günlere şimdiden hazırlanmak iyi olacaktır. 

Olası başka bir patlama gerçekleştiği zaman yüzbinlerin ne yapacağını bildiği bir tabloda yer almanın ve haberlere bizzat konu olmanın o olağanüstü güzelliğini neyle değişebiliriz ki?