Hayatla karanlık arasında 'Yolculuk'

Aykut Emre

Blog: Kent Kültür Sanat

'Mahallemizden' tanıdık bir gencin, dinsel şiddetin yarattığı sarmalda ölümle hayat arasındaki “yolculuk”u bu hafta gösterime giriyor.

Çağımızın sanal bilgi bombardımanında bir yanıyla bilgilenip her şeyden haberdar olurken bir yanıyla tüm gerçeklikler sanallaşıyor. En sert görünen haber bile sanallaştıkça sıradanlaşıyor. Bir olayın bir durumun görünen yüzü çoğu zaman yeterli oluyor. Görünenin arkasını göstermekse çoğu zaman sanata kalıyor.

“Yolculuk” bu durumu en çok hissettiğimiz bir meseleye tam zamanında el atan bir film. Bir yerde bir bomba patlar ve saniyeler önce insan olanlar bir anda sadece rakam oluverirler. Böyle bir haberin en önemsizi ve belki de sadece kriminal ilişkiler ağının düğüm noktası haline gelen bombacının kendisidir. Bir vesikalık fotoğraftan ve bazen de renksiz ve sessiz bir güvenlik kamerasının bulanık görüntüsünden ibarettir bombacı. Filmin odağında işte bu bombacının yolculuğu var. Ona hak vererek değil. “O da bir insan. Ne yapabilir ki? Koşullar onu oraya sürüklüyor” da demiyor film. Anlatılan fiziksel bir yer değiştirme bir mekânsal yolculuk değil. Bir gidişten, ilerleyişten besleniyor hikaye. Bu gidişi filmin dinamosu olarak çalıştıran “Yolculuk”,  filmin ruhu olarak da hayat ve karanlığı karşı karşıya koyduğu için dikkat çeken bir yapım.

Bugün gösterime giren film, yönetmeni Mustafa Kenan Aybastı’nın belgesel filmlerle birlikte beşinci uzun metrajı. Filmin yarattığı ilgi, ülke genelinde 15 farklı şehirde onlarca sinema salonunda gösterilmesiyle iyice artacak gibi görünüyor.

Filmin başkarakteri Mehmet, yeni yeni filizlenen bir gençtir. Karşısında hayat, çırılçıplak, olduğu gibi parıldar. Aile hayatının ve dolayısıyla çocukluğunun pek parlak geçmediğini anladığımız Mehmet, bir yandan da dine sığınmaya çalışır. “Dine sığınmak” çoğu zaman bir insanın kendi başına yapamayacağı bir şey olduğu için araya yine bir cemaat, tarikat girer. Suriye’de olanlar üzerinden ajite edildikçe Mehmet için bir yol ayrımı yakınlaşır. 

Filmin en başarılı yanlarından birisi bıraktığında sel gibi akabilecek bir hayatla onu durduran dinsel bağnazlığı dengeli bir şekilde karşı karşıya koyabilmesinde. “Yolculuk” filmin matematiği içerisinde hayatın temsiliyetini bir kadına hem de “bizim mahalleden” bir kadına vererek dinsel gericiliğe meydan okuyor gibi. Dinsel bağnazlığın nefret objesi haline getirdiği kadın, hele de modern, çağdaş bir kadın Mehmet için hayatın ta kendisi oluyor. Karşı taraftaysa ölmeyi ve öldürmeyi ibadet sayan bir karanlık gittikçe bir girdaba dönüşüyor.

Filmin ikinci yarısı ise görece daha farklı bir yol izliyor ve yarattığı karşıtlıktan doğan enerji bir düzeyde düşüyor. Dünyayı değiştirmek diye bir derdi olan bütün sinemacıların her daim en büyük sorunu olan düşük bütçe de bazı semptomların belirmesine sebep oluyor fakat film, tutturduğu atmosferi kaybetmiyor. Cihatçılar ve adanmış gençleri yönlendiren “şebekeyle” gençlerin ilişkilerinde bir zorlama hissiyatı ara ara kendini hissettirse de filmin ilk yarıda kurduğu denklem işliyor ve hayatla karanlık yine karşı karşıya duruyor.

AKP sermayesinin boyutlarına ve siyasal gücüne bakılırsa “bombacıyı da anlamak lazım” içerikli filmler görmeyi beklerken sol-sosyalist bir formasyondan üretilen bu film, siyasal cesaretiyle zaten sahaya bir sıfır galip çıkıyor. Hem bu hem de kurmayı başardığı işleyiş, filmin bazı açıklarını da görünmez kılıyor, önemsizleştiriyor.

Perdede gördüklerimizden ve hissettiklerimizden geriye çok güçlü bir duygu kalıyor: güçlü olan hayatın ta kendisidir ve filizler ışığa doğru büyürler...