Bilimsel eğitim nasıl gerçekleşecek?

Zelal Özgür Durmuş

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Hafta sonu Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde 6 haftadır süren Ebeveyn Okulu kapsamında bir “Bilimsel Eğitim Mücadelesi” oturumu gerçekleştirildi. Çoğumuzun endişesi oturumda somutlaştı;

“Bu kadar karanlık bir ortamda bilimsel eğitim nasıl olacak?”

Sorun çok boyutlu, çok yaygın ve çocuğu korumak gerekiyor, burası kesin. Devlet ezberci ve dinsel içerikli eğitim veriyor, alternatifi arayanlar soluğu özel okullarda alıyor ya da “eğlenceli” bilim atölyeleri ve kitapları ile açığı kapatmaya çalışıyor. Peki bunlar çözüm mü ve yeterli mi?

Sondan başlayalım. Bu AVM tipi parlatılmış, teknoloji ağırlıklı bilim atölyelerini, çocuk üniversitelerini “lüks bilim tüketimi” olarak kodlayabiliriz. “Nasıl?” diye sormadan patlayan molekülleri izlemek, “küçük, ne kadar küçük olabilir?” diye düşünmeden mikroskoptan bakmak vb. aktiviteler bilimsel düşüncenin gelişimine katkı sağlamaz. Çocukların kavrama düzeyleriyle örtüşmeyen etkinlikler zihinlerinde pek iz bırakmaz. Çocukların algısını açmaya değil, onları şaşırtmaya odaklı mekanizmalar şov dünyasının bir parçası olabilir ancak.

Eğer bilgileri ezberlemeye, teknik beceri kazanmaya yöneliyorsanız eğitim felsefenizin bir önemi kalmaz. Oysa eğitim bütünsel ve toplumsal bir faaliyettir. İnsanlaşma sürecinin üzerinde ilerlediği önemli zeminlerden biridir. Eğitim insani yetilerin gelişmesini sağlamalı, sorgulayabilme gücü kazandırmalı. Doğruyu veya bilimsel olanı ayırt edebilmek o bilgiyi bilip bilmemeye bağlı olmamalı. Bilimsel eğitim de bilgi aktarmaya, doğru olanı göstermeye indirgenemez. Soru sormayı öğretmeyen, gözlem ve inceleme yetisini geliştirmeyen, birbirine bağlı canlı cansız doğayı göstermeyen, değişimi her yerde olduğunu fark ettirmeyen bir eğitim bilgilendirici olsa da niteliksizdir.

Doğa, bizim etkimiz ve doğal süreçlerle değişiyor. Ürettiğimiz bilgiler değişiyor. Bu bilgilerle yaşadığımız koşullar değişiyor. İnsan değişiyor, toplum değişiyor. Bilimsel bir eğitimde anlamakla değiştirmek arasındaki bağlantı gittikçe yakınlaşıyor. Bugün değiştirmeden daha falzasını algılama düzeyimiz sınırlarına gelmiş bulunuyor. Algımız açılmadan ise değiştirebileceğimizin farkına varamıyoruz. İlerlemek için güncel ve tarihsel engelleri aşmamız gerekiyor.

Eğitim yıllar içinde nasıl değişti?

Peki devlet tarafından sağlanan eğitim ne durumda? Tarihsel bir bakışla ezberci ve din belirlenimli eğitimin 12 Eylül 1980 sonrası hayata geçirildiğini görebiliyoruz. 1960’lı yıllarda planlı kalkınmaya uygun biçimde, daha sonrasıyla kıyaslamakta zorlanacağımız nitelikte, bir eğitim veriliyordu. 1980 sonrası ise Türk İslam Sentezi eğitimi de biçimlendirmeye başladı. Örneğin 1980 ve 1990 yılların lise fen kitaplarında “her şeyden şüphe etmenin bir hastalık olduğu” veya “tüm problemlerin akılcılıkla çözüleceğini düşünmenin büyük bir yanılgı olduğu” yazıyordu. Yine de bu yıllarda 1980 öncesindeki aydınlanmacı birikim etkisini her açıdan sürdürmüş görünüyor.

Bugün ise AKP, Kenan Evren döneminde başlayan hazırlıkları cüretli bir şekilde uyguluyor ve yeni yollar açıyor. Artık dinselleşen Türkiye’de devlet bilimsel ve eşitlikçi bir eğitimi sağlamaktan oldukça uzaklamış durumda. Geçtiğimiz Mart ayında Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında “Eğitimde İşbirliği Protokolü” imzalandı. Aynı dönemde Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün tüm ders içeriklerinin dine uygunluk açısından denetlenmesi için görevlendirme yaptığı söylenilmeye başladı. Eğer bu rapor üzerindeki gizlilik kalkıp uygulamaya geçecekse tüm müfredatlar değişecektir.

Bu dine uygun müfredat değişimi devlet veya özel tüm eğitim kurumları üzerinde büyük ölçüde belirleyici olacaktır. Bu da, bir bireysel kurtuluş yolunun daha kapanması anlamına gelecek. Ya tesadüflerle aydınlanmacı bir öğretmene denk gelmeyi umacaksınız ya da çocuğunuzla birlikte mücadele edeceksiniz. Bu şekilde çocuğunuz da düşündüklerini savunmayı öğrenecek.

Nasıl bir mücadele?

Nasıl bir toplumsal yaşam istediğimize karar vermeliyiz. Çocukları birbirinden ayırmayan öğretmen, veli olmalıyız. Biri değil hepsi için savunmada olmalıyız. Cesaret etmeli, soruşturmalı, anlatmalıyız. Veliler okullarda öğretmenlerden, idarecilerden laik, bilimsel eğitim talebinde bulunmalı. İlerici öğretmenler başıma iş gelir demeden sorumluluğunun hakkını vermeli. Hem veliyi hem öğrenciyi aydınlatmalı, öncülük etmeli.

“Bilgiyi dini olan ve dini olmayan diye ayıramazsınız” düşüncesinin karşısında dini inancın kişiye ait olduğunu, okulda ise evrensel olanın öğretilmesi gerektiğini ifade etmeliyiz. İnsanların birbirleriyle iletişim kurdukları alanların ortaklaşabileceğimiz, nesnel bir zeminde olabileceğini açıklamalıyız. Bilimsel eğitimin insani ve toplumsal gelişim için gerekli olduğunu anlatılmalıyız. Bilimsel olanın sorgulanamaz, somutlanamaz öznel veya dini kanaatlerden arındırılması gerektiğini ısararla vurgulamalıyız. Din ile bilimin birbirinden ayrı düzlemler olduğunu net bir şekilde savunmalıyız.

Belli bir dinin veya mezhebin okullara girebilmesini sağlayan, eğitimin doğal bir parçasıymış gibi düşünülmesine yol açan “zorunlu din dersine” karşı durmalıyız. Devletin din dayatması kartını görüyoruz ve bu dayatmanızı kabul etmiyoruz diyebilmeliyiz. Bu karşı duruşun sayısı arttıkça dinci dayatmanın meşruluğunun sarsılacağını farkında olmalıyız. Dindar olmayı iyi bir vatandaş ve ahlak sahibi olmakla eş görenlere böyle olmadığını söyleme cesareti göstermeliyiz. Dinsel kuşatmayı örgütlü bir şekilde yürüten kadrolara ve yaptıklarına sessiz kalmamalı, “ben çocuğa evde anlatırım,” dememeliyiz. Yalnızlaşmış anneye, çocuğunu okutmaya çalışan emekçi ebeveynlere el uzatabilmeliyiz. Onlarla konuşabilmeliyiz. Sınıfça alınabilecek kitap önerilerinde bulunabiliriz, okul dışı geziler için müze vb. yer önerilerinde bulunabiliriz. Düşündükçe yeni yöntemler üretiriz.

Ve unutmayın, sayıca az değiliz...