Ataerkil topluma kabul töreni: Sünnet

Psikiyatrist Cem Taylan Erden

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

BilimSoL da çıkan şu yazının ardından sünnet üzerine yazmak “farz” oldu. Kinaye’den de anlayacağınız üzere bu konu coğrafyamızda sadece tıbbi açıdan ele alınamayacak kadar mühim bir mesele. Çünkü dini referansla tanımlanan bu işlem coğrafyamızın erkeklerinin bir tür vaftiz töreni gibi, ama acıklı bir tören olduğu kesin.

Mesele tıbbi açıdan bir zorunluluk olmamakla birlikte, rasyonalizasyon mekanizmaları her daim ideolojik yönelimin hizmetindedir. Şimdiye kadar bizlere, kulaktan kulağa, zavallı gavur erkeklerinin sünnet olmadıkları için yaşadıkları ürogenital sorunları anlatıp durdular. Kesilmiş penislerimizle gurur duyduk çünkü biz onların yaşayacakları ızdıraplardan daha henüz ne olduğunu anlayamayacağımız yaşlarda, hem de tek seferde yapılan bir işlemle kurtulmuştuk. Üstelik herkesin çok mutlu olduğu, şarkılı türkülü bir eğlence ile kutlamıştık bu olayı. Bir sürü hediyeler, altınlar da kesilen etimizin diyetiydi. Bazı devlet görevlileri bu süreci kötüye kullanıp her gittikleri yerde erkek çocuklarının etini biraz daha kestirerek düzmece altın toplama ayinlerine çevirdiyse de, sünnet töreni ister tek ister toplu olsun “erk”e dâhil edildiğimiz bir tür kabul töreni gibiydi.

Aslında kazın ayağı pek öyle değil. Toplumsal kabul uğruna vazgeçtiğimiz/vazgeçirildiğimiz penis derimiz değil penisin ta kendisi. Sünnet töreni ile bireysellikten çıkıp kamuya mal olan penis ile birlikte artık bireyin kendisi de toplumun içinde erime yoluna girmiş oluyor. Bu mekanizma Antik Mısır’da esir alınan savaşçılar ve kölelere reva görülen uygulamanın ta kendisi. İğdiş edilmenin, boyunduruk altına alınmanın simgesi. Mısır’ın köleleştirdiği insanların içinden çıkan Museviliğin hak emri olarak sünneti benimsemiş olması ise, o dönemlerde henüz tanımlanmamış olsa da, bir Stockholm Sendromu bileşeni olarak görülebilir.

Türk Psikiyatri Dergisi’nde,  2011 yılında, yukarıdaki bilgilerin bir kısmının da alındığı müthiş bir gözden geçirme çalışması yayınlanmış. Sünnetin Çocuk Ruh Sağlığı Üzerine Etkisi başlıklı makalede özellikle ülkemizde yapılan çalışmaların hemen hepsinde sünnetin çocuk ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri sıralanmış.

Buna göre:

Cansever (1965), sünnetin çocuk tarafından onu istismar eden, bazı olgularda tümüyle yok eden bir saldırı olarak algılandığı sonucuna varmıştır. Yazar, sünnet sonrasında benliğin güçsüzleştiğini, travma ve kaygı ile etkin şekilde başa çıkma kapasitesinin azaldığını bildirmiştir.

Öztürk(1973,2004), ülkemizde 30 çocuk ile yaptığı araştırmada, sünnet sonrasında 19 çocukta davranışsal ve geçici nörotik bozukluklar ortaya çıktığını bildirmiştir. Çocukların deneyimlerinden çok korktuklarını ve hala orda olup olmadığından emin olmak için cinsel organlarını kontrol ettiklerini gözlemlemiştir

Şahin ve ark. (2003), sünnetin sosyal bir baskı oluşturduğunu, çocukların sünnet olmadan kendilerini erkek olarak hissetmediklerini belirtmiştir.

Kırımlı (2009), sünnet sonucunda kültürün beden üzerine yazılımının gerçekleştiğini ve “fiziksel olarak kaybedilmiş olanın toplumsal olarak kazanıldığını” vurgulamıştır.

Görüleceği üzere bilimsel alanda sünnetin çocuğu ruhsal açıdan olumlu etkilediğine dair bir çalışma bulunmuyor. Var olan çalışmalar “olası” olumsuz etkiler üzerine. Bu konuyla ilgili yurtdışı yayınları saymıyorum bile çünkü içeriden yapılan yayınların mevcut kültürel iklimi çalışma atmosferine dahil ettiğini varsayıyorum.

Son söz olarak tıbbi açıdan sünnetin faydaları meselesini ise 1934 yılında Türkiye Tıp Encümeni’nde sünnet konulu bir bildiri sunan Operatör Doktor Prof. Cemil Topuzlu ‘ya bırakıyorum:

 “Güya sünnetin temizlik bakımından faydası varmış, sünnetsizlik yüzünden hastalıklar oluyormuş; sünnet ileride apandisiti patlar diye bütün çocukların apandislerini çıkarmaya, tırnak arasında kir birikiyor diye tırnaklarını söktürmeye benzer”.