Güneş koruyucu kullandırtamadıklarımızdan mısınız?

Haber Merkezi

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Sağlık hizmetinin piyasalaşması sonucu pek çok kişi hekimlere ve uygulanan tedavi yöntemlerine karşı ciddi bir güvensizlik içindeyken bunun zemininde ilaç firması tekellerinin kontrolünde yapılan bilimsel araştırmaların yarattığı yanılsamalar yatıyor.  Sağlık alandaki pek çok başlıkta yoğun tartışmalarla sürerken, yaz ayları ile birlikte güneşlenme mevzusu da kaçamayacağımız bir başlık olarak karşımıza çıkıyor.

Bir yanda ülkenin önemli bir kesiminin satın alamayacağı pahalılıktaki güneş kremleri,  öte yanda sisteme güvensizlik duyanların kontrolsüz organik çözümleri. Bir gün uzmanın biri çıkıp öğlen saatlerinde güneş ışınlarından kaçının diye salık verirken bir diğeri D vitamini sentezi için tam da o saatlerde güneşlenmek gerekir diyebiliyor. Özellikle çocuklarının sağlığı konusunda haklı endişeleri olan pek çok ebeveynin bu konuda sağlıklı bir bilgilendirmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz.  Bu nedenle Dermatoloji Uzmanı Dr. Cengiz Bıçakçı ile güneşin etkileri ve güneşin zararlı etkilerinden korunma yöntemleri ile ilgili bir söyleşi yaptık.

Öncelikle güneş ışınlarının zararlı etkilerinden bahsedebilir misiniz?

Güneş ışınları tek dalga boyu ışıktan oluşmaz. İçinde yalnızca cisimlerin yüzey özelliklerine göre belli bir dalga boyunda yansıma yapıp bizim renkleri algılamamızı sağlayan ‘’görünür ışık’’ dışında görünmeyen ışınları da barındırır. Bu görünmeyen ışınlardan en önemlisi de Ultraviyole (UV) yani mor ötesi ışınlardır. Bunlar da dalga boyuna göre A, B ve C tiplerine ayrılarak incelenir. Deriye gelen ışınlar dalga boylarına göre etki gösterirler. Örneğin çok zarar verici bir ışın C, deri yüzeyinde odaklanır, yakar, kavurur. Atmosfer tarafından emilen bu ışının bize ulaşmasının engellenmesi önemlidir. B tipi UV ise  derinin en üst ve orta tabakaları arasına odaklanır. Bu bölge derinin hücresel aktivitesinin en yoğun olduğu ayrıca  renk yapan  hücrelerinin yerleştiği yerdir. UV A ise deride daha derinlerde odaklanır.

Sonuçta bir enerji akımı olan bu ışınlar etkiledikleri bölgelere göre deride hasar, yaşlanma, lekelenme, kırışma, kansere öncü lezyonlar ve bizzat kanser oluşumuna yol açabilirler. Dünyada deri kanserlerinin en sık görüldüğü yerin Avustralya olduğu bilinir. Yerli halk haricinde buraya yerleşen Anglosakson ırkın Avrupa’da yaşayan akrabalarında ise  deride kanser o kadar fazla değildir. Çünkü güneşe maruz kalım azdır.  Ayrıca son yıllarda derinin immün bir organ olduğu yani içindeki hücreler ve bazı salgıları ile bütün vücudun direnç sistemine önemli katkılar sağladığı anlaşılmıştır. Bu işlevi bozan, durduran ana etken de güneştir,  UV’dir. Sonuçta güneşten kaçmayanlarda yalnızca deri değil iç organ kanserlerinin sıklık artışı da sürpriz olmayacaktır.

Vücudumuzun gereken D vitaminini sentezleyebilmesi için günde ne kadar güneş ışığı ile temas etmesi gerekir? Bunun için en uygun saat aralığı var mıdır?

 Deri özellikle B tipi UV ile Vitamin D sentezi yapar. Bu önemlidir. Ancak belli bir vücut alanının kısa sürelerde aldığı güneş, özellikle ülkemiz için yeterlidir. Beslenme ile ilgili bazı yetkililerin bu konudaki popülist feryatları bilgisizlikten kaynaklanıyor olabilir. Bu kişilerin; “Dermatologların sabah saat 10 öncesi ve akşam 17 sonrası güneşlenin sözlerine inanmayın, o zaman dilimlerinde UV B yoktur, vitamin sentezi de olmaz” şeklindeki açıklamaları anlamsızdır. Çünkü hiçbir normal dermatolog günün hiçbir saatinde güneşlenmeyi önermez. En azından ortamda UV B olmaz diye söz edilen saatlerde denize girilmesine izin verirler. Malum deniz içinde de güneş ışını vücuda ulaşmakta ve insanlar denize vücutlarının büyük bölümünü açıkta bırakan mayo vb ile girmektedirler.  D vitamininin ağızdan takviye olarak alınabileceğinin ve UV’nin yansıyan bir ışın olduğunun, gölgede durulsa bile deriye ulaşan belli doz ışın ile yeterli D vitamini sentezlenebileceğinin bilinmesi önemlidir.

Anladığımız kadarıyla güneşin zararlı etkilerinden korunmamız gerekiyor. Güneş kremi kullanmadan şapka, şemsiye ya da uzun kollu giysiler güneşten korunmak için yeterli midir? İlla güneş kremi mi kullanmak zorundayız?

Yine şu iyi bilinmelidir ki doğumdan itibaren maruz kalınan UV ışın hasarı deride kümülatif yani birikici bir özelliğe sahiptir. Hassas ciltlerde ortalama 50 bin saat sonunda deri kanserleri başlamaktadır. Bu yüzden biz dermatologlar,  gölgede bile olunsa en azından yüz ve boyun bölgelerine  güneş koruyucu sürülmesini öneririz. Bazı kişiler güneş koruyucuya gerek olmadığını, zaten şapka taktıklarını ve şemsiye vb altında gölgede oturduklarını söylerler ki bu çok yanlıştır. Yapılan radyasyon ölçümlerinde gölgedeki kişilerin cildine açık alanlardakilerin derisine gelen ışınların % 60’ının geldiği gösterilmiştir. Yani bu hesaba göre 1 saat güneşlenen birine göre 2 saat gölgede kalan kişi daha çok ışın dozu  almaktadır.

Kozmetikçilerde, marketlerde, eczanelerde hemen her yerde bir güneş kremi standı ile karşılaşmak mümkün. Pek çok ürün var ve elbette kafalar karışık. Erişkinler için güneş kremi kullanırken neye dikkat etmemiz gerekiyor?

 Konu bir ilacın, bir kozmetiğin, güneş koruyucunun kullanımına yani satın alınacak bir madde konusuna girince kapitalist sistemin reklam balonları, gizli-açık haksız rekabet girişimleri, aracıların karları, diğer ürünleri karalama kampanyaları vb ile çok sayıda çirkin, insanların hak etmedikleri, maddi manevi kendilerini aldatan bir ortamda bilgisiz, çaresiz kaldıkları bir durum söz konusu olmaktadır.  Oysa bilime, doğru bilgiye ulaşmak şarttır. Ne yazık ki  internetteki yoğun bilgi kirliliği insanların kafasını daha da bulandırmakta bu da fırsatçıların işine yaramaktadır.  Güneş koruyucuları kabaca ‘’fiziksel’’ yani yapılarındaki büyük  partikülleri nedeni ile deride güneş ışınlarına karşı adeta yansıtıcı bir kalkan olarak kullanılanlar ve de “kimyasal” yani içeriklerindeki moleküllerin ışığı emerek deriye ulaşmasını engelleyen maddeler olarak ayırabiliriz. Kuşkusuz bunların kombinasyonları vardır.

Güneş kremleri çeşitlilik gösteriyor ve güneş kremlerinin üzerinde koruyuculuğu gösteren bazı numaralar da kafa karıştırıcı olabiliyor. Kimisi 50 kimisi 15. Güneş koruyuculardaki koruma faktörlerinin ne önemi var? Bir de bu sayılar arasında fark yok diyenler var?

Fark yoksa niye biri 50 diğeri 15? Koruma faktörü % koruma değildir. Yani “15” faktörlü bir ürün yüzde 15 korur, yüzde 85 güneşi geçirir’’ ifadesi yanlıştır. Koruma faktörü kişinin cilt tipine göre uygun koruma için o ürünün ne kadar sürede bir ‘’yeniden’’ sürülmesi gerektiğini bize bildirir.  Bunun Dermatologlarca yapılan bir hesabı vardır. Kişiler cilt renk yapıları ve güneşten etkilenmelerine göre birkaç cilt tipinde incelenir. Beyaza yakın sarışınla esmer bir kişi aynı cilt özelliğinde değildir. Güneş koruyucu kullanımları da farklı olacaktır. Tek sürüş gün boyu asla korumaz. Bu yüzden yüksek faktörlü koruyucuların kullanımı kolaydır, daha az zahmetlidir. Kabaca insanlar nasıl bir ürün almalılar denirse; mümkünse bir dermatologa danışmak kaydı ile ambalaja, markaya fazla ücret ödemeden, cilt tipine uygun bazı olan (yağlı cilde yağlı ürün sivilce yapar), olabildiğince yüksek koruma faktörlü koruyucular seçilmeli, günde 2-3 saat arayla açık alanlara sürülmelidir.

Günümüzde sağlıkta piyasalaşmanın bir sonucu olarak, pek çok kişinin sağlık çalışanlarına ve uygulanan tedavilere karşı temkinli yaklaştıklarını siz de gözlemliyorsunuzdur. Televizyon, gazeteler ve sosyal paylaşım ağlarında bilimselliği tartışılır bilgiler paylaşılıyor. ? “Güneş kremleri kimyasal, organik değil’’ düşüncesinde olanlar bunların sağlıklı olmadığı gerekçesiyle, güneş kremi yerine geçtiği ve organik olduğu düşünülen maddeleri tercih ediyor. Siz bu maddelerin vücuda sürülmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

 Bu da bilgisizliğin ve medya şarlatanlarınca pompalanan cahilliğin sonucu yerleşmiş bir deyimdir. Kimyasaldan kasıt nedir? Bu gün kozmetiklerde, güneş koruyucularda, ilaçlarda, çevrenizde kullandığınız her şeyde bazı kimyasallar var ve olacaktır da. En basit bir el temizleyicisinden tutun da şampuanınıza kadar, diş macununuza kadar her üründe ürünün stabilitesini, belli homojen yapısı sağlayan, oksitlenmesini, enfekte olmasını engelleyen, asitlik derecesini ayarlayan, kullanım kolaylığı açısından yumuşaklığını, renk ve kokusunu veren çok sayıda madde kullanılmaktadır. Bunların insan sağlığına etkileri araştırılmıştır. Bunlarsız bir ürün zaten yoktur. Etki ve yan etkileri de tüketiciye net biçimde anlatılmaktadır. Önemli olan reklama, ambalaja, markaya gereksiz para harcamamaktır. Bu nereden öğrenilecek denirse yanıtı  bu konuda uzmanlaşmış hekimler yani dermatologlar ve onlarla ciddi, bilimsel işbirliğinde bulunan estesisyenler, eczacılar olacaktır elbette. Kimyasal güneş koruyucular çok çeşitlidir. Bazıları UV A bazısı UV B koruma özelliğindedir. İdeali uygun kombinasyonlarda olanların seçilmesidir.

Güneşten korunma konusunda sıklıkla karşımıza çıkan bir başka şey de çinko oksit içeren pişik kremleri. Bu konudaki görüşünüz nedir ?

 Fiziksel güneş koruyucular arasında büyük partikül yapısına sahip olan ve bu nedenle güneşin A ve B UV ışınlarına karşı koruma sağlayan çinko oksit, titanyum dioksit, pudra, kaolin, iktiyol gibi değişik renkte maddeler vardır. Ancak kullanımları örneğin çinko oksit için bir pişik kremi gibi olmamakta, etkili bir koruma için maske gibi kalın bir tabaka halinde sürülüp öylece dolaşılması gerekmektedir. Yine büyük partiküllerin deride gözenekleri tıkaması ve buna bağlı sivilce ve abselerin gelişmesi, ter ve deniz ile bu maddelerin çoğunun akması, ciltte kalanların da etkisini yitirip deride nahoş bir sıvaşma oluşturması söz konusudur. Bu yüzden günümüzde fiziksel tipte koruyucular pek kullanılmamaktadır.

Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

 “Bronzlaşmak cahilliktir” diyebiliriz ancak güneşten korunmanın bu kadar önemli olduğu bir ortamda, ozon tabakasının sürekli inceldiği ve tehlikenin giderek arttığı bir durumda kısıtlı ekonomik bütçesi ile geniş emekçi kesimlerinin güneş koruyucularına nasıl ulaşacakları belki de en önemli problemdir. Sosyal Güvenlik Sistemleri bu preparatları kozmetik olarak kabul eder ve ödemez. Zaten kapitalist sistem koruyucu hekimliği değil tedavi hekimliğini destekler. Çünkü onlara göre sağlık bir rant kapısıdır. O zaman sloganımızı değiştirip genelleyebiliriz; “Kapitalizm öldürür”.