Tekinsizlikler ülkesinde bağlanmak üzerine: Anne ve bebek ilişkisi

Gülperi Putgül Köybaşı/ Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Özgecan'ın katli üzerine blogumuzda başladığımız yazı dizisi çocuklarla olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirme imkanı sağlarken, eksiklerimizi ya da hatalarımızı konuşmaya başlamak bizi farklı başlıklarda yeniden yazmaya itti. Bu   haftadan itibaren yaşa özgü çocuk ruhsal gelişimi üzerine hazırladığımız bir dizi yazı ile her pazartesi burada olacağız. İlk yazı 0-1 yaş anne bebek ilişkisi /bağlanma üzerine, ikinci yazı 2 yaş sendromu ile başetmek üzerine olurken üçüncü yazıda ödipal dönemi (3-6 yaş) konuşacağız.  Yine yazılarımızın devamında okul döneminde ortaya çıkan  ayrılık anksiyetesi başlığında da yazacağız.

------------

Doğumun insan yaşamının ilk travması olduğu söylenir. Tüm ihtiyaçların neredeyse kusursuzca karşılandığı 40 haftalık bir saadetin ardından yabancı, tekin olmayan bir dünyaya düşmek!  Hiç tanıdık olmadığı sesler, görüntüler, kokular. İçinde yüzdüğü sıcacık suyun yerini soğuk bir boşluk almış, hiç bir uzvunu kontrol edemediği büyük bir boşluk. Tüm olan biten hakkında en ufak bir fikri yok, tek bildiği kendisini de ürküten bir ses çıkarabildiği, “ıngaaaaa” ve bilinçsizce yineliyor artık “ıngaaaaaa”.

Peki ya anne, hep hayalini kurduğu ya da çevresinden duyduğu gibi müthiş, tarif edilemez bir mutluluk mudur hissettiği? Anne çoğunlukla heyecan, rahatlama, endişe hatta korku gibi karmaşık duygularla karşılar bebeğini ki bu çok doğal bir tepkidir.

Sonunda beklenen an gelir ve annenin şaşkınlığı bebeğin ağlamalarına karışıp gider.  Bebek onca karmaşanın arasında, ayrı düştüğü yuvasına en çok benzettiği yerde huzuru bulmuştur artık, annesinin memesinde. Bu yumuşak ve sıcacık yerden bir de açlığına çare süt geldiğinde hazzın doruklarına ulaşır. Bebeğin doğum sonrası yaşadığı kaygılı anları, anne farkında olmadan kendi doğalı içinde yatıştırmaya başlamıştır bile. Aynı zamanda anne de göğsüne bastırıp sarmaladığı bu küçük yavrunun sıkıntısına çare bulmanın hazzını yaşamaktadır. İşte bu karşılıklı güçlü etkileşime “bağlanma” diyoruz.

Günler ilerledikçe bebek, ilk nefesiyle birlikte çıkardığı sesin anlamını kavramaya başlar. Acıktığında, altı kirlendiğinde, karnı ağrıdığında avazı çıktığınca bağırabilir çünkü her ihtiyaç duyduğunda yanında olan biri var. Kokusu güzel, sıcacık,  sesi yumuşacık, kendini rahat ve güvende hissediyor. Anne ise (sağlıklı, sosyal desteği iyi olan bir anneyi kastediyoruz) bebeğini yatıştırabilen, dilinden anlayan olmanın doyumunu yaşamakta ve huzurlu. Bebeğine gülümsüyor, sevgi ve yakınlık gösteriyor. Bebek ikinci ayını takiben görme yetisini kazanıyor ve artık anneyi ayırt etmeye başlıyor. Annesinin yüzünde ne görüyorsa işte onu kaydetmeye başlıyor zihni. “Benimle ilgileniyor, seviyor, gülümsüyor, koruyor, öyleyse ben sevilmeye layığım, değerliyim ve bu dünya güvenilir bir yer”. Bu yaşamla ilgili ilk izlenimler onun ilerde kendisi ve dünya ile ilgili algısının öncülü olacaklar.

Elbette işler her zaman bu kadar yolunda gitmez. Bebek ilk aylarda tüm ihtiyaçlarının hemen doyurulmasını bekler ancak annenin bunu her zaman karşılaması mümkün olmayabilir. Bir yandan bebekle ilgilenirken bir yandan yeni sorumlulukları, değişen yaşamı ve ilişkilerin getirdiği sorunlar ile baş etmek durumunda olan anne, bebeği her zaman anlayamayabilir, yatıştıramayabilir, kendi olumsuz duygularını bebeğe yansıtabilir. Bu durum süreklilik göstermiyorsa (ki gösteriyorsa annenin yardım alması gerekir)  sevgi ve şefkatin var olduğu bir ortamda büyüyen bebek bu olumsuzlukları tamir edebilir.

Peki ülkemiz şartlarında yaşayan bir annede bu çok önemli aylar yaşanırken neler oluyor? İstemediği biriyle/ çocuk yaşta evlendirilmiş, tecavüze uğramış ve doğurmaya zorlanmış anneler. Öncesinde ruhsal açıdan sağlıklı olduklarını varsaysak bile yaşadıklarının ardından yukarıda bahsettiğimiz doğal süreç onlar için de doğal mıdır artık? Kendini olasılıkla değersiz, önemsiz ve yalnız hissedecek olan bu annenin bebeğine bu duyguları geçirmemesi mümkün mü? Diyelim ki ülkemizdeki pek çok “normal” evlilikten “normal” bir bebek geliyor dünyaya,  kadının sırtından dayağın karnından bebeğin eksik edilmediği, gebeliğinden lohusalığına tüm yükün anneye yıkıldığı bir ev. Bebeğiyle geçireceği özel zamanları başkaları için feda eden ve hep daha fazlası beklenen annenin bakışlarında bıkkınlık, çaresizlik, öfke olmayacak mı? Ya da tüm bunlara maruz kalmayan (herhalde en şanslı grup) eğitimli/ çalışan anneler. Doğum öncesi iznini doğum sonrası kullanabilmek için son güne kadar çalışan, sadece 8 haftanın ardından işe dönmek zorunda olan anneler. Anne ile bebeğin birbirini henüz tanıdığı, “bağlanma” nın en erken ve önemli aylarında, bebeğin anneye en ihtiyaç duyduğu günlerde işe dönmek zorunda olan anneler. Süt iznini işten atılma korkusuyla kullanamayan anneler. Çocukları büyüdükçe sorunları da büyüyen bakacak yer /kimse verecek para bulamayan endişeli anneler ve onların endişeli bebekleri.

Temel güven duygusunun tohumlarının atıldığı, kendimizi ve dünyayı nasıl algılayacağımızın şekillendiği,  belki de yaşamımızın en önemli ilk 1 yılı. Ancak ve ancak kadının evlilik ve bebek sahibi olma konusunda özgür bırakıldığı ve “annelik” rolüne hapsedilmediği, çalışma şartlarının gebelik ve anneliğe uygun yapılandığı, bebek bakımının sadece anne babaya bırakılmadığı bir ülkede, bu çok önemli dönemin anne ve bebek açısından sağlıklı yaşanabileceğini öngörmek zor değil.                                                         

---

Katkı ve öneriler için; [email protected]