Ebeveynlerin yemek tasası

Gülperi Putgül Köybaşı/ Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Sütüm gelecek mi? Yoksa kesildi mi ? Yeterince emdi mi? İlk ayların olağan kabul edilen kaygıları bazen öylesine uzar ve baş edilemez hale gelir ki, çocuk için anneyle giriştiği çetin bir mücadeleye dönüşebilir yemek meselesi.  Annenin yedirmek/doyurmak arzusunun, bir başka canlıyı besleyebilme donanımına sahip olmasıyla ilişkisi aşikar. Bu arzunun şiddeti, sonrasında görünür hale gelen kaygılı olma hali ise, kişiden kişiye değişir. Anneliğe atfedilen anlam, mükemmel annelik fantezileri, toplumun kadın üzerinde kurduğu baskı, babanın anne ile ebeveynlik rolünü paylaşabilme kapasitesi gibi pek çok neden bu kaygı düzeyini etkiler. 

Bir yeni doğan için beslenme yaşamsaldır.  Çocuğun dünyaya gözlerini açtığı koşullar, tıpkı annesi gibi onun kaygı düzeyi için de belirleyici olur. Çocuk için yaşamsal ve doğal olan bu süreç, koşulların uygunsuzluğunun sürmesi halinde bir sorun haline gelebilir. Hiç birimize yabancı olmayan sahneler başlar ardından, peşinde yemesi için koşturulan, yemeğini fırlatan, ayakta gezinerek ya da oyunla yemek yedirilebilen çocuklar.  Nerde yanlış yaptık düşüncesine takılı kalmış anne babalar. Yetersizlik, çaresizlik duyguları, çocuğun sağlığı ile ilgili endişeler. Bir taraftan da “ne biçim çocuk yetiştirmişsiniz” bakışlarına katlanmanın zorluğu ve çevreye verilen rahatsızlıktan dolayı hissedilen utanç duygusu.

Koşulların kişisel farkındalık ve kararlılık ile tamamen düzeltilemeyeceğinin farkında olarak yine de neler yapılabilir kısmına değinmek isteriz.  Öncelikle yemek sizin için sorun olmaktan çıkarsa çocuk için de işler kolaylaşır.  Yemek yemek çocuk tarafından bir ceza ya da ödül gibi algılanmamalı.  Anne/babanın yemek konusunda gösterdiği fazladan ilgi çocuğun dikkatinden kaçmaz ve her fırsatta bunu değerlendirir. Yalvaran ya da zorlayan bir tavır çocuğun yemek yeme işini, yaşamın doğal bir parçası gibi algılamasını zorlaştırır. Anne/babanın kaygısı azalır ve yemek saatlerini ailecek vakit geçirilecek bir fırsat olarak görebilirlerse çocuğun algısının da değişmesi mümkün. Televizyon karşısında ya da oyun oynayarak yemek yemeyi önermiyoruz. Çünkü bunlar hızla bir alışkanlık haline gelir ve çocuğun farklı bir yeme alışkanlığı geliştirmesini güçleştiririr. Yemekte bazı kuralların olması hem anne babanın hem de çocuğun yaşamını kolaylaştırır. Yemeğin belli saatlerde ve yemek masasında yenmesi, yemek bitmeden başka işlerle oyalanmaması, yemeğini fırlatmaması gibi kuralların öğrenilmesi, tutarlı davranılırsa çocuk için aslında çok da zor değil.  Tabii ki çocuk her zaman bu kurallara uymayacak, tepki verecek. Bu tepkiler karşısında yine aynı kararlılıkla durmak, örneğin yemeğini atıyorsa izin vermemek ve masadan indirmek, dolaşıyorsa yemeğini masaya koyup gelir orada yiyebileceğini söylemek gerekir.  Yemeğini bitirmesini beklemek (ki bu süre normal bir yemek süresini geçmemelidir), eğer yemiyorsa zorlamamak önerilir. Ama bu noktada önemli olan, bir daha ki yemek zamanına dek atıştırmalık verilmemesi gerekliliği.  Anne babalar en çok bu aşamada zorlanıyorlar çünkü çocuğu aç bıraktıklarını düşünerek suçlu hissediyorlar. Hiçbir çocuk bir öğün atlamakla önemli kayıp yaşamaz. Ancak ara öğünlerle çocuğun karnı doyurulursa işte asıl o zaman kronikleşen bu durum çocuğun sağlığını olumsuz etkileyebilir.

Yemek yemeyen çocuğun tutturmalarına yenik düşüldüğünde ve çocukla baş etmekte zorlanılan durumlarda ise devreye aburcuburlar girer.  Marketlerde rafları süsleyen, reklamlarla çekiciliği iyice artan şekerlemeler, gofretler, gazlı içecekler.  Tüketildikçe daha çok istenen ve bir kez tadına varıldığında, meyve gibi doğal bir şeker kaynağının yerini dolduramayacağı bir tat bırakıyorlar ağızda.   “Şeker Lobisine Ağır Darbe” ismiyle Sol Portal’ da yayımlanan yazıyı kaçıranların okumasını tavsiye ediyoruz.  

Yazıda bahsedildiği üzere, çocukların alkolü olarak değerlendirilen şekerli ürünler hayatımızda çoktan yerini aldı.  Yapılan araştırmalar ABD gibi hazır besinleri daha çok tüketen ülkelerde çocuklarda diyabet, kolesterol yüksekliği ve obesite gibi hastalıkların çok daha fazla görüldüğüne işaret ediyor. Elbette kapitalimin yeni gözdesi “organik tüketim çılgınlığı” na kapılalım demek istemiyoruz.  Ancak tükettiğimiz şekerli ürünlerin çok ciddi bir sermayenin akışını sağladığını, insan sağlığının yapılan pek çok bilimsel araştırmaya savaş açan tekellerin çok da umurunda olmadığını unutmayalım. Sırf yaşamı kolaylaştırdığı, öyle ya da böyle çocuğun bunlarla tanışacağı gibi savunmalarla hem kendi hem de çocuklarımızın sağlığı için çok büyük bir tehlikeye kucak açtığımız gerçeğini de görmezden gelmeyelim.

Katkı ve öneriler için; [email protected]