Çocukların güldüğü bir dünya için

Gülperi Putgül Köybaşı/ Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bir çocuğun kıyıya vurmuş görüntüsünün yüreğimizdeki sancısı ile boğuşuyorken henüz, başka bir çocuğun hüzünlü bakışları kazındı zihnimize. Babasını kaybedeli bir ay bile olmamışken bu yavru, ülkenin başbakanı tarafından şov malzemesi olsun diye götürüldüğü o maçta, planları bozuverdi işte çocuk gözleriyle.

Anne kucağından baba omzuna henüz geçtiği, babası ile doya doya oynamaya belki yeni başladığı bir yaştaymış çocuk, 3 yaşında. Henüz ölümü kavrayamadığı ancak yaşamındaki değişimi, karmaşayı fark ettiği, çevresindekilerin acısını sezdiği yaşta. Neler olup bittiğini anlamaya çalıştığı ve belki babasının geri döneceğini umduğu günlerde hiç tanımadığı insanlarla bir arada olmaya zorlanıyor. Maç sırasında yeni ölüm haberleri aldığı halde dişlerini göstermeye devam eden, bunca kanlı günlerin ardından oy hesabı yapan bu iktidarın, bir çocuğun iç dünyasına neler yaptığının farkında olmasını beklemek zor elbette. Aynı iktidar değil midir Soma’ da babalarını kaybetmiş yüzlerce çocuğu samimiyetsiz ziyaretlere boğup oyuncaklarla kandırmaya çalışan. Babası hayatta olan bir çocuğun “keşke benim de babam ölseydi” demesine neden olacak kadar şaşalı bir gösteriye imza atan. Her ölüm haberinin ardından şaşkın ürkek bir asker /polis çocuğu görüyoruz yanıbaşlarında. Bazen öylesine kaybediyorlar ki kendilerini şovlarının öznelerini bile gözleri görmüyor. Bazen de diktatör elleri, kürsü niyetine kullanıyor bir babanın tabutunu.

Babalarının mezarı başında fotoğraflanan Soma’lı çocukların da, babalarının görkemli cenaze törenlerinde selam duran asker çocuklarının da kayıpları bir yana, kayıplarının ardından yaslarını doğru dürüst yaşamalarına bile izin verilmiyor. Bugün çocukluk çağında yas tutma sürecini yazmayı planlarken, böylesi kokuşmuş günlerde nasıl bir anlamı olacak diye düşünmeden geçemiyorum.  Zihnim oralara varamadan takılıyor savaşın içinde yakınlarını kaybederken kendi hayatları da tehlikede olan komşunun çocuklarına. Savaştan kaçmaya çalışırken insanlık dışı koşullarda yaşam mücadelesi veren çocuklara. Savaşı uzaktan izleyenlerin dünyalarında yerleri olmayan, göç yollarında azalarak bitsinler diye beklenen çocuklara. Gözler önünde tekmelenecek kadar istenmeyen çocuklara. Bir de kendi ülkesinde görmezden gelinen çocuklara. Babalarını törenlerle uğurlayamayan, babalarının cansız bedenine bile son kez dokunamayan çocuklara. Sokağa çıkamayan, hasta olsa hastaneye ulaşamayan, korkuyla evlerine hapsolmuş çocuklara. Kendilerinin güvenliğini sağlamakla görevli kişilerce evleri taranan, analarını babalarını kaybeden, yaralanan çocuklara.

Başımızı ne tarafa çevirsek bir çocuğun yaşamının altüst oluşunu görüyoruz.  Lanet okuyor, öfkemizi çevremizle paylaşıyor, sosyal paylaşım sitelerine döküyoruz içimizi. Tüm bunlar duyarlı bir insanın doğal tepkileri sayılabilir. Ancak bir adım öteye taşıyamadıkça tepkimizi, her şey kaldığı yerden devam edecek. Çareyi sadece şimdiki iktidardan kurtulmakta görenler pek çok kez yanılmış olduklarını gördükleri halde aynı davranışı tekrarlamayı sürdürüyorlar. Onlar gitsin de, biraz nefes alalım da, şu kabus bir bitsin de yaklaşımı gerçeklerden kaçmak, kendimizi kandırmaktan öte ne olabilir. Hükmetmek, kontrolü elinde tutmak üzere işleyen düzenin hikayesi değişmedikçe aktörleri değişecektir sadece. Kötü başrol oyuncusunu yenmesi için yan rollerden medet uman sessiz birer tiyatro izleyicisine benziyoruz böylelikle. Korkuyoruz, bize temas etmedikçe sorun olmayacak, sahnede oynayıp gidecekler sanıyoruz. Onları çok kızdırmazsak, azıcık bize benzeyen birilerine destek atarsak yenilirler, çok zarar vermeden giderler sanıyoruz. Medet umduklarımızın aynı oyunun aktörleri olduğunu unutuyoruz.

Unutma lüksümüz yok. Gitmiyorlar, biz bizim yaşamımız üzerine oynanan bu oyuna dahil olmadıkça gitmeyecekler. Biz sahneye çıkmadıkça, bize ait olanı geri almadıkça gitmeyecekler. “Düzenin değişmesi gerekiyor” bir klişe olmaktan çıkmadıkça gitmeyecekler. Biz yüksek sesle nasıl bir düzen istediğimiz haykırmadıkça gitmeyecekler. İçimizde bunu yüksek sesle söyleme cesareti olanları görmezden geldikçe gitmeyecekler. Bir gün sıra bizim çocuklarımıza da gelecek. İşte bu yüzden  “çekin kanlı ellerinizi çocuklarımızın üzerinden” demek yetmiyor artık, çekip alma zamanıdır çocuklarımızı ellerinden.