Aradığım anneye hep ulaşabilmek istiyorum

Gülperi Putgül Köybaşı/ Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bir önceki yazı- aradığınız anneye şu an ulaşılamıyor-  benzer hisler içindeki bir annenin teşviki ve yaklaşık 4 yaşındaki bir çocuğun rüyasından esinlenerek yazıldı. Çocuk, rüyasında ki kendisi bunu kabus olarak adlandırıyor, yanında olmayan annesine telefon açıyor. Ancak telefona annesi yerine “o abla” çıkıyor ve “aradığınız anneye şu an ulaşılamıyor” diyor. Çocuk tekrar tekrar arıyor ama hep aynı abla çıkıyor telefona. Çok ama çok üzülüyor, hep ağlıyor çocuk. Bu yaş grubundaki çocukların sıklıkla görebileceği türden “ayrılık anksiyetesi”ne dair bir rüya. Bu hafta duruma karşı pencereden, yani annesinden uzaklaşma ve her an ulaşabilme arzusu içinde gidip gelen çocuğun açısından bakmak istiyoruz.

Çocuk için temel bakımveren kim ise, ilk ve kaçınılmaz bağ elbette onunla kurulur. Biyolojik gerekliliği karşılayanın anne olması, toplumsal açıdan işin anneye yüklenmiş olması nedeniyle sıklıkla anne olur temel bakımveren. Baba yavaş yavaş olaya dahil olur. Belki biraz doğasından, hormonlarından ama en çok “erkek dediğin eve bakar, çocuğa değil” mitiyle yetişmiş olmasından. Çalışma şartları zaten erkeğin bebeğin bakımını üstelenmesine uygun düzenlenmez. Babalık izinleri ancak hastane yatış çıkış işlemleri ve acil ihtiyaçları karşılayabileceği kadardır. Gerisi teferruattır ki bu da evin kadınına düşer. Anneanne ya da babaanne ile teferruatlarda boğulma günleri de böylelikle başlamış olur.

Bu yalnız bırakılmışlık içinde hele bir de kaygılı bir mizacı varsa annenin, tüm enerjisi baş başa kaldığı çocuğa yönelebilir. Yaşamın erken dönemlerinde bu bağ evrimseldir, bebeğin hayatta kalması için birilerinin onu koruması ve yakın ilgi göstermesi gerekir. Bebek de aynı şekilde bakımverenine bağlanır. Dünyası annesinden ibarettir. Annesini kendi varlığından ayırt edemeyecek kadar bir bütün olur onunla. Taa ki kendi başına hareket edebildiğini, dış dünyaya müdahale edebildiğini fark edene kadar. İşte o günlerde başlar anneden yavaş kopuşlar. İlk adımlarıyla taçlandırır ayrılığını. Gidebileceği kadar uzağa gitmek ister ama annesini de kollar gözleriyle. Bir yandan annesi hep orada olsun ister, bir yandan gitmek.  Annesinin çevresinde olduğunu bilerek attığı ilk adımlar kendine güvenini iyice arttırır. İkinci yaşıyla birlikte ise isyan da başlar. Her şeyi kontrol edebileceğini, her işin üstesinden bizzat kendisinin gelebileceğini haykırmaktadır artık. Bu kadar arzulansa da dış dünya, ayrılmak o kadar kolay olmaz. İlgiyi dışarı yöneltmek aynı zamanda anneyi yani ilk sevgi nesnesini geride bırakmak demektir çünkü. Bilinmez dış dünyanın ürkütücülüğü bir yanda, annenin sevgisini kaybetme korkusu öte yanda. Yine de sıklıkla “merak” kazanır. Yaşamın ileri doğru akabilmesi için kazanmalıdır da.  Kontrollü bir şekilde çocuğun gitmesine izin veren anne sağlıklı bir güven ilişkisini sürdürebiliyor demektir.

 

Peki ya bu ayrılık gerçekleşemezse ne olur? Bebeğin ihtiyaçlarının ötesinde bir “yapışma” ve “verme” hali sürerse? Öncelikle bu çocuk, kendi olamaz. Çünkü yapabileceklerinin farkına varmasına fırsat tanınmamıştır. Çocuğun merakını gidermeye yönelik her adımı, aşırı korumacılık ile engellenirse var olan becerilerinin önüne büyük bir duvar örülür. Çocuk yeterince çabalamaz, bilir ki etrafta onun adına yapacak birileri bulunur. Böylelikle gereksiz bir özgüven ya da tam tersi bir edilgenlik gelişebilir. Aynı zamanda ayrılmasına izin verilmemiş çocuk, ilerideki yaşamında kendine ve ötekilere güven duymayı öğrenemez. Annesinin kendisinden bu kadar sakındığı dış dünya, onun zihninde de korkulacak bir yer olarak kodlanır. Arkadaşlarıyla oynarken bile bırakamaz kontrolcü anne. Dolayısıyla çocuk hep korunacağını, kollanacağını bilir. Kendi sınırlarını öğrenemediği gibi, diğerlerinin sınırlarına saygı duymayı da bilemez.

Annenin tek ilgi odağı çocuk olunca, kendi yaşamına ait önceliklerin sırası da değişmiş olur. Karşısında her şeyden vazgeçmiş bir anne, bu durumu görmezden gelen ya da destekleyen bir baba modeli olan çocuk, zamanla bu modelleri içselleştirir. Kadın, erkek, anne, baba tasarımları bu yolda şekillenir ve bir sonraki kuşağa aktarılır. Çocuk odaklı böyle bir ilişkide ebeveynler istemese bile başarı odaklı olurlar. Çünkü hayatlarını adadıkları çocuk, kendilerinin bir uzantısıdır ve ona ait her türlü eksiklik kendi sayfalarına yazılır. Böylesi bir ayrışmama halinde çocuğun yaşayacağı her “başarısızlık” hak etmediği bir öfkeye neden olur. Kendi hikayesini yazmasına izin verilmemiş çocuk, başkasının hikayesinde azarlanırken bulur kendini.

Ayrılmak, anne için de çocuk için de zor ama bir o kadar öğretici, geliştirici bir deneyim. Kişiliğin gelişmesinde önemli bir adım, aşılması gereken bir engel. Çocuk için ergenlik döneminde ikinci turu yaşanacak bu zorlu serüvende, ebeveynlerin destekleyici yaklaşımı olmazsa olmaz. Siz izin vermezseniz çocuğunuz tam anlamıyla gidemez. Her aradığında size ulaşamaması demek aynı zamanda o durumla baş etmek için çabalaması demek. Bu çaba biraz hayal kırıklığı, biraz öfke, biraz hüzünle yoğrulmuş bir “ yaratıcılık” şansı demek. Sizden ayrı bir birey olduğunu keşfetmesi, büyümesi demek. Bırakın çocuğunuz biraz düşe kalka büyüsün. İhtiyacı olduğunda yanında olacağınızı bilerek kendi adımını atması, her sıkıntısında elini tutmanızdan çok daha iyidir. Bırakın ki yaşama dahil olmanın, çalışmanın, üretmenin sevmeye engel olmadığını öğrensin. Bırakın ki özgürleşsin. Siz de özgürleşin.