Dostluğu selamlayan öyküler: Şemsiyesine saklanan adam

Görüşme: Özlem Koç

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Şemsiyenin altına saklanılır mı?

Aslan kekik sever mi?

Kardan Adam otobüse biner mi?

Cevap: Evet

Kuraldışı Çocuk’tan, yine sıradışı bir çocuk kitabı. Çocukların ve dolayısı ile de bizim de alıştığımız, başı ve sonu belli, didaktik çocuk kitaplarından çok farklı bir kitap “Şemsiyenin Altına Saklanan Adam”. Okurken bambaşka sesler, tatlar ve kokular da alabileceğiniz bu keyifli kitabı, gelin kendi yazarının ağzından, Ayşe Güren’den dinleyelim.

Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Kendinden bahsetmek, çok karmaşık, çok zor bir iş. Yazıyla ilişkimden söz edeyim en iyisi. Üniversiteden sonra, yaklaşık on yıl, pek çok işe girdim çıktım. İçlerinde, yayıncılıkla ilgili olanları da vardı. Yine de okuma ve yazma özlemimi dindiremedim. Sonunda iş hayatına ara vermeye karar verdim. Bir yandan eksik gedik bıraktığım her şeyi okumaya, bir yandan da yazmaya başladım. Niyetim, kitabımı bir an önce çıkarıp iş hayatına dönmekti. Ama okunan kitapların, yazılıp atılan öykülerin, metinlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, geri dönüş yolu bir türlü görünmüyordu. Böylece aradan yıllar geçti. İki öykü ve bir çeviri kitabı, bu geçen yılların görünen yüzleri oldu. Görünmeyen tarafında ise çaba, her gün devam ediyor.   

Şemsiyesine Saklanan Adam'dan bahseder misiniz? Bir çocuk kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Dört beş yıl önce, bir arkadaşım, bir yayınevi kuracağını, çocuk kitapları basacağını söyledi. Bir projeden bahsedip benden öyküler istedi. Proje gerçekleşmedi ama ben denemeler yapmaya başladım. Yazdıklarımı çevremdekilere okurken herkesin gözlerinin içi gülüyordu. Yetişkin edebiyatında, kalemimi tutan ketlenmeler, çocuk edebiyatında tuz buz oluyordu. Böylece, çocuk diline, duygusuna olan yatkınlığımı tesadüfen keşfetmiş oldum.

Bu arada, Kuraldışı Çocuk’un değerli editörü Seda Kostik’le bu işlerden bütünüyle bağımsız bir şekilde tanıştık. Epey sonra, çocuk öyküleri yazdığımdan bahsettim. Şemsiyesine Saklanan Adam’ın ilk bölümünü yolladım. Tepkisi çok yüreklendiriciydi. Diğer öykülerin de tamamlanmasıyla kitap ortaya çıktı.

Resimleme aşamasını da es geçmemek gerek tabii. Ada Tuncer’in güzel resimleri ile Seda Kostik’in resim metin dengesini kurma çabası bir araya geldi ve beni mutlu eden bir kitap çıkardı ortaya.

Kitabın dili bana Rus yazarlarının dilini anımsattı. Kurgu, karakterler ve dil alıştıklarımızdan çok farklı. Etkilendiğiniz yazarlar var mı?

Gogol, Dostoyevski ama illa ki Anton Çehov! Kısa öykünün ustası. Çok inceledim öykülerini. Nasıl oluyordu da neredeyse yok denecek kadar az tasvirle birdenbire bizi bir atın sırtına atıp bozkıra çıkarabiliyordu? At arabasının arkasında birbirine vuran tenekelerin, çıngırağın sesini, tekerleğin gıcırtısını nasıl oluyordu da gerçekten duyuyorduk? Nasıl oluyordu da öykünün ortasına, sorunların içine düşüveriyorduk? Öykü kişisinin şapkası çalıya takılıp da bir dalda sallanıp durunca, çalılığı uzun uzun tasvir etmeye gerek kalmıyordu işte. Doğa insana çarpınca, çarptığı kadar insan zihninde canlanıyordu. O halde etrafımızı saran nesnelerin de tasviri böyle yapılsa daha güzel olurdu...

Çok sevdiğim bir diğer öykü ve roman yazarı ise kampın öte yanından, Amerikalı Salinger. Çavdar Tarlasında Çocuklar ya da Adnan Benk çevirisiyle Gönülçelen’i okurken; ergenliğe henüz adım atan erkek kahraman sanki yetişkin olmak için yanı başımda çabalayıp duruyordu. Olağanüstü basit bir dille kurulan öykülerdeki gerçeklik duygusu, Salinger’i benim için bir hayranlık metnine dönüştürdü. Hiç yeltenmemesine karşın, metni insana duygusal olarak da dokunuyordu.  Dokuz Öykü’nün birindeki anne kızın basit bir telefon görüşmesi, tıpkı hayattaki gibiydi ama öyküydü, yazılıydı, kurgulanmıştı. Nasıl oluyordu da…

Bizden öncekilerin ya da çağdaşlarımızın metinleriyle işte böyle konuşa konuşa, tartışa tartışa yazıyoruz aslında.

Şemsiyesine Saklanan Adam, bu birikimin içinden çıktı. Birinci öykü, bir yanıyla yaralanma öyküsü bir yanıyla inat öyküsü olarak okunabilir. İkinci öykü, saf, küçük bir ceylanın gerçekle tanışma, iç burkan bir büyüme öyküsü olarak okunabilir. Üçüncü öykü ise bir göç öyküsü aslında. Yaşamak, erimemek için soğuk bir ülkeye göç eden bir kardan adamın öyküsü.

Bu üç öyküyü birbirine bağlayan ise dostluk teması: Hayat, rayından çıktığında, işler yoluna ancak bir dostla, dostlarla girebilir. Yalnızlık ve çaresizlik bir anda gülümsemeye, umuda dönüşebilir.

Eleştirdiğim kitapları bizzat çocuklarım üzerinde test ediyorum. İkisi de kitabı pek sevdi. Ancak her üç hikayede de, öykünün aslında bitmediğini iddia ettiler. Israrla sonra ne olduğunu sordular. Ben de onlara bu öyküleri herkes kendi istediği şekilde devam ettirebilir dedim. Bunu bekliyor muydun? Kurguda bu bilerek tercih ettiğin bir biçim miydi?

Güzel söylemişsiniz. Aslında öyküyü, uzun bir yolculuğun küçük bir bölümü diye de tarif edebiliriz. Öykü kahramanlarının her birinin karşılaşmadan önceki hayatları var. Karşılaşma, yani öykü, gerçekleşir. Sonra hem kahramanlar, hem yazar, hem okur öyküden payına düşeni alıp kendi yoluna devam eder. Artık okunan öykü, iyi, kötü, gülümseten, kızdıran, önemli, önemsiz, dönüşecek ya da unutulacak anılar gibidir. Sizinle devam edecektir hayatına, yani bitmeyecektir.

Yine de, öyküleri bilerek “sonsuz” bıraktığımı söyleyemem. Hatta iyi birer sonla bitirdiğimi düşünüyordum ama… Çocuklar, daha anlaşılır, daha net bitişler bekliyorlar. Öykülerin masalsılığı belki masallardaki bitişleri arzulatıyor onlara: “Sonsuza kadar dost kalmışlar /  Bir daha kimse hiçbir yere saklanmamış/ Aslanlar da böylece derslerini almışlar…” gibi. Evet, böyle bir netlik yok. Ama öyküler, başka öykülere evrilmek üzere güzel bitiyor aslında. Yani, yazarın niyeti bu ama… Belki çocuklar da artık masaldan öyküye, biraz daha büyümeye bu tür öykülerle geçeceklerdir.

Öyküler gerçekten çok sevgi dolu, şaşırtıcı ve ufuk açıcı. Gittikçe karartılan geleceğimize yönelik bir aydınlanma çabası sezdim. Yanılıyor muyum? Bir misyon biçiyor musun kendine bir çocuk kitabı yazarı olarak?

Çocuk kitabı yazarı değil, yazar olarak görüyorum kendimi. Çocuk dilinde de yazabilen yazar. İngilizce, Fransızca yazabilen yerli yazarlar gibi. Yazarın misyonu, güzel yazmaktır. Anlatmak istediğini iyi/güzel anlatabilmektir. Bunun araştırmasını yapmaktır. Bence, başka bir misyonu yoktur yazarın. Ama yazarın kendi duruşu, politik tercihleri, hayata bakışı, dili kurması, konu seçimi metnine yansır. Yaşar Kemal’in metinleri gibi. “Adalet” onun ana temasıdır bana kalırsa. Ben de öncelikle adalet diyenlerdenim. Bu da benim metnime illa ki yansıyordur. Ama Yaşar Kemal’in metinleri de tıpkı burjuva Proust’unkiler gibi öncelikle çok güzeldirler. İyi anlatmak, hayatın yapısını, insan gerçeğini etraflıca araştırmaktır özellikleri.

Bir metne, misyoner olduğu için iyi diyemeyeceğimiz gibi misyoner olmadığı için de iyi diyemeyiz.

Benim küçük kitabım, kendi küçük iddialarını taşıyor. Hayatın zorluklarını ya da sevinçlerini yeniden, farklı, hoş formlarda üretmeye çalışıyor. Yardımlaşmayı, dostluğu yeniden selamlıyor. Daha büyük iddiaları taşıyacak güçte değil sanırım.

Bu kitap ilk kitabın değil bildiğim kadarıyla. Bir öykü kitabın daha var. Biraz ondan da bahseder misin?

İlk öykü kitabımın adında bir talihsizlik eseri “minik öyküler” geçtiğinden, çocuk kitabı sananlar oluyor. Süreduran aslında 77 çok kısa öykünün yer aldığı bir kitap. Deneysel bir çalışma sayılabilir. Ortalama, birer paragraflık öykülerden oluşuyor. Uzun bir öykünün en yoğun anını, çekirdeğini yakalamaya çalışan kısa öyküler. Çınar Yayınları’ndan 2010’da çıktı. Çok severek, uzun uğraşılarla hazırladığım bir kitap.

Biz çocuk kitapları okuyucuları ve kitap sever çocuklar biraz sabırsızızdır. Bundan sonraki kitap ne zaman? Yine bir çocuk kitabı mı olacak, yoksa farklı bir yaş grubuna mı hitap etmeyi tercih edeceksin?

Miryalı Sarp Sakin’e Göre Dünya’nın ilk kitabı hazır.  Dizi olarak planlandı. Bir terslik olmazsa sonbaharda çıkacak. Ergenlik öncesine hitap ediyor. Yeşil, yavaş ve hiçbir çocuğun tek bir test sorusu bile çözmediği, Dünya’nın tersine dönen küçük gezegen Mirya’dan mı gelmiştir Sarp Sakin ve arkadaşları yoksa sıradan birer Dünyalı mıdırlar? Miryalı olduğunu iddia eden bu çocukların, Dünya’da Dünyalı ailelerle, öğretmenlerle, arkadaşlarla yaşadıkları gündelik öyküleri içeriyor kitap. Komik, düşündürücü, bilim merakını kışkırtıcı, felsefi öyküler bunlar. Sarp Sakin, şimdiden, bana karşı bile bağımsızlığını ilan etti; elimden çekip beni istediği yere götürüyor.   

Dünyayı Verelim Çocuklara bloğu adına vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim..

Ben de çok teşekkür ederim, bu uzun ve keyifli söyleşi için.

Şemsiyesine Saklanan Adam

Ayşe Güren

Resimleyen: Ada Tuncer

Kuraldışı Çocuk

2015, 96 sf.

6-10 yaş