Le Guin: Masallar ve düşle gerçekliğin kopmaz bağları üzerine

Gökçen Düzkaya

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Düşlerimiz olmadan gerçekliğimizi değiştirebilir miyiz? En çok çocukken düşler kurarız ya hani, Ursula Le Guin de bir ütopyalar yazarı olarak çocuklara on üç tane masal/öykü kitabı hediye etmiş. Onlar da düş kursun; kursunlar ki gerçekliklerini değiştirme gücü bulsunlar. Başka bir dünyayı ve yaşamı düşleriz  önce, sonra  gerçekliğimize bakarız, sonra yapacaklarımıza ve mücadele ederiz onun için.

Hepimizin aklına Ursula Le Guin denince ünlü romanı Mülksüzler gelecektir kuşkusuz. Metis Yayınları’ndan çıkan romanın 1994 tarihli üçüncü baskısının önsözüne şöyle başlanmış: “Ursula Le Guin, anarşist, sosyalist, feminist, Taocu; bunların hepsi birden ve hiçbiri.” Bu cümlenin yazıldığı dönem itibariyle böyle düşünülmesi kafa karışıklığına yorulabilir belki fakat bir insan aynı anda her şey olabilir mi diye sanırım bugün sorabiliriz artık. Romanı okuyanlar bilir. Yazar, ütopyasında tüm toplumsal sistemlere eleştiriler sunmuştur. 
Mülksüzler’de sömürünün olmadığı bir dünya özlemi uğruna göç etmek zorunda kalanları görürüz. Peki biz de mi bir gezegen arayışına girip göç hazırlıklarına başlasak acaba? Sanırım bu noktada Engels’ten yardım istemenin zamanı. Engels, 1880 tarihli Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm adlı yapıtında şöyle diyor: Fransız Devrimi’nden sonra “… üç büyük ütopyacı geldi. Aydınlanma çağı filozofları gibi bunlar da, belirli bir sınıfı değil, ama tüm insanlığı kurtarmak isterler. (…)” 

Engels, bu cümlesinin devamında da o zaman devrimi işçi sınıfıyla birlikte gerçekleştirmiş olan burjuva sınıfının dünyasının da adaletsiz ve usdışı olduğunu ve bu nedenle de mahkum edilmesi gerektiğini ve önceki toplumsal durumlarla aynı torbaya konulması gerektiğini dile getirir. Keza üretim araçlarını ele geçiren sınıf, işçi sınıfının sosyalist iktidar hedefine karşı gericileşir.  Hâl böyle olunca yazılan ütopyalara bir de bu açıdan bakmak gerekiyor. Ursula Le Guin’in yazmış olduğu ütopyalarla birleştirdiğimizde kendisinin tarihsel bir şema çizdiğini söyleyemeyiz. Hatta Türkçe’ye çevrildiği dönemde dünyada soğuk savaş rüzgarları esiyordu. İnsanın aklına sanki Le Guin Berlin Duvarı’nın yıkılması için bu kitabı yazmış demek bile geliyor. 

Özetle, yazarın kurgusunda belirli bir toplumsal sınıf yoksa -bir sınıf iktidarı ve onun toplumsal kurumları açısından- ütopyalar, yazarın inisiyatifi dışında dönemsel olarak değişik durumlara bürünüp, tehlikeli bir hale de gelebilirler. Hatta yönetici sınıfın elinde maşa olarak da kullanılabilirler. Fakat yazara şu noktalarda haksızlık etmek olmaz: Le Guin, ütopyalarının ve birazdan değineceğimiz masallarının merkezine toplumsal işbölümünü, karşılıklı yardımı, dayanışmayı, şefkati, insani duyguları ve önemini, kötü insanların varlığını ama aynı zamanda iyi insanların da varlığını, umudu ve bir de tabi ki özgürlüğü yerleştirmiştir.

Özgürlük-Eşitlik, Düş ve Gerçek, Ütopya ve Mücadele

Gerçek özgürlükten ancak insanların ulaşım, sağlık, eğitim vb. hizmet veren her toplumsal kurum önünde eşit olduğu-sadece yasalarda değil uygulamada da- bir düzende bahsedebileceğimizi; üretim araçlarına sadece belli bir sınıfın değil tüm insanlığın sahip olduğu ve en nihayetinde sınıfsız sömürüsüz bir toplumsal düzende gerçek özgürlükten söz edebileceğimizi savlayarak geçelim. Düşlerimiz olmadan gerçekliğimizi değiştirebilir miyiz? 

En çok çocukken düşler kurarız ya hani, Ursula Le Guin de bir ütopyalar yazarı olarak çocuklara on üç tane masal/öykü kitabı hediye etmiş. Onlar da düş kursun; kursunlar ki gerçekliklerini değiştirme gücü bulsunlar. Başka bir dünyayı ve yaşamı düşleriz önce, sonra gerçekliğimize bakarız, sonra yapacaklarımıza ve mücadele ederiz onun için.  “Ütopya, olmayan değil, henüz olmayandır” diyor Ernst Bloch. Bu mücadele günlerinde, içeriklerinden bağımsız olarak yazılmış ve yazılan tüm ütopyalara dün olduğundan daha çok ihtiyacımız var.

Özgürlüğe düşkün kanatlı kediler

Hiç kanatlı kedi olur mu? Masallarda olur. Gerçek hayatta olmaz ama kanatlı kedilerimizin masallarda yaptıklarını biz gerçek hayatta kanatlarımız olmadan da yapabiliriz sanırım. Şöyle ki; bir yer düşünün, artık orası yaşanmaz hale gelmiş. Ne yaparız? Orayı değiştirme gücümüz yoksa gideriz.

E hani mücadeleden bahsetmiştik? Mücadele her yerde deyip geçelim çünkü bizim kanatlı kediler çekip gitmişler. Ne yapalım öyle olmuş. Olmuş olmasına ama geride bıraktıkları annelerini çok özlüyorlarmış. Bu arada uçmak, yeni yerler görmek, çeşitli maceralar yaşamak da pek eğlenceliymiş. Neyse ki başlarına kötü şeyler gelmemiş bu dört kanatlı kedi kardeşin. Hep birlikte hareket etmişler, iyi insanların ellerine düşmüşler. Tabi arada bir de dönüp annelerini ziyaret etmişler. Yazarımız Ursula Le Guin, bu kedicikleri insanların kendi dünyalarına, yani evlerine hapsetmek istediklerini görünce çekip çıkarmış onları oradan, hatta bir tanesinin boynundaki mor kurdelayı da söküp atmış, rahatlatmış onu.
Yazarımız pek merhametli, hiç dayanamıyor kötülükle karşılaşmalarına. Sadece merhamet değil aynı zamanda tüm canlıların özgür olmalarını istiyor. Canlılar özgür olurlarsa mutlu olurlar, bunu biliyor. Zaten Kanatlı Kediler Masalı’nın dördüncü kitabında kardeşlerden özgürlüğüne en düşkün olanı Emma, yeni sahibinin elinde oldukça özgür yaşıyor. Hem istediği zaman uçup kardeşlerini görmeye gidiyor, hem dönüp annesiyle birlikte sahibine kendini besletiyor, sevdiriyor. Ama biliyor ki kardeşleri de başka yerde özgür. Yoksa öyle olmasa o özgürlük, özgürlük olur mu hiç?


Dört Yavru, Yuvaya Dönüş, Yeni Arkadaş ve Kentte Tek Başına isimli dört kitaptan oluşan seri, ve Balık Çorbası ile Balina Süleyman’ın Dokuz Yüz Otuz Birinci Dünya Turu da çocukların erken yaşta bu masalları okurken yazarın güçlü diliyle karşılaşmaları açısından oldukça önemli eserler.

Çok soru soran, meraklı çocuklara

Balık Çorbası ile devam edelim. Dağınık mı dağınık bir kadın düşünün. Bir de her işi ince eleyip sık dokuyan bir adam. Neden olabilir? Her şeyin bir nedeni olduğuna göre bu durumun da bir nedeni var elbet. Çünkü kadın, yazıyor. 

Buradan yazarların çok dağınık olduğu sonucu çıkmasın tabi. Kadın öyle bir yazıyor ki başını kaşıyacak zamanı yok. Tıpkı Balzac gibi. O yüzden çok dağınık, vakti yok ortalığı toparlamaya. Ancak arada bir balık çorbası pişirmeye vakit ayırabiliyor, hepsi bu. Adam da düşünen adam. Her şeyi düşünüyor,  ama her şeyi… Arada bir birbirlerine gidip geliyorlar. Tabi daha çok adam kadını ziyarete gidiyor. Oturup konuşuyorlar bir gün. Bu böyle olmayacak, bize bir yardımcı gerekli, bir çocuğumuz olsun ben düşünür sen yazarken o da arada bize mesajlarımızı getirip götürür diyor adam. Fakat kız mı olsun erkek mi? Adam kız çocuk istiyor, kadın erkek çocuk. Bundan ziyade onlara yardım etmesi çok önemli gelecek çocuğun. Fakat böyle insanlar kendi hayatlarında başkalarına yer açabilirler mi ki? Masalı okuyup siz karar verin artık. Yazarımız gerçekten güzel bir soyutlamayla derdini anlatabilmiş, o kadarını söyleyelim. 

Son olarak da Balina Süleyman’dan bahsedip yazımızı tamamlayalım artık. Eğer bir gezginseniz, hatta Dünya’yı turlamaya meraklıysanız; hadi o kadar ileri gitmeyelim, çok soru soran, merakları bitmeyen bir çocuksanız işte aradığınız kitap karşınızda duruyor. Hem de dünya turuna çıkarken yanınıza bir de Zürafa Damon ile Boa Yılanı Ophidia’yı veriyor. Yürekli ve bilge üç arkadaşın macera dolu yolculuğu yazarın masalsı öğelerle ustaca çizdiği gerçeklik sayesinde yaşamımızın orta yerine düşüyor ve bıraktığı iz muhteşem.
Yazarın bakış açısından yola çıkarak çocuklar için yazdığı masal /öykü kitaplarından birkaçını tanıtmaya çalıştık. Keyifli okumalar.


Kaynaklar:
Engels, Friedrich, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları, 11. Baskı, Ankara, 2012.
Denizci, Özge, “Ütopya ve Sosyalist Mücadele: Düşle Gerçeğin Zorlu İzdivacı”, SoL Dergisi, sayı:236, s. 71-75, 2005.

Katkı ve öneriler için; [email protected]