Bırakın kendi seslerine kanat çırpsınlar: Gaaaaark!

Emre Falay

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Çocukluğunda doğa ve insan ile doğrudan ilişkiye sahip -belki de- son nesil olduğumuzu düşünüyorum bazen.

Deneyim alanları apartmanlara, küçücük, plastik oyun parklarına, bilgisayar oyunlarına sıkışıp kalmış çocuklarımızı dışarıda, bir böceği izlerken, bir hayvana dokunurken, bir sesi ilk duyduklarında, diğer çocuklarla oynarken izleyelim. Tabii eğer bir zamanlar çocuk olduğumuzu  unutmadıysak ve onların seslerle, renklerle, diğer çocuklarla, börtü böcekle tanıştığı ilk anda cep telefonumuzla oynamıyorsak... Neden yüzlerinde coşku, mutluluk ve heyecan yerine korku ve şaşkınlık var?

Çocuk yıllarımızda doğa ile iç içe oluşumuzun sağladığı renk, ses, koku, tat ve duyu deneyimlerinin zenginliğine yaşadığımız coşku, bir daha deneme isteği, taklit ederek hızlanan öğrenme, bir adım ötesini merak etme dürtüsü, artan hayal gücü ve hep birlikte olmanın keyfi eşlik ederdi. Aynı sokağın çocukları olarak ertesi gün yepyeni bir keşfe çıkmadan önce, bu rengârenk deneyim düşlerimizi süslerdi. Dokunduğumuz ateşböceklerine binip yıldızlara uzanır, arılarla çiçek tarlalarını dolaşır, balıkların sırtında uzak denizlere gider, bazen sadece huzurlu bir uykuya teslim olurduk, bazen de rüyamızda oyun arkadaşlarımızdan kurulu bir çetenin lideri olarak dev yılanların koruduğu kaleye saldırır, çocukluk aşkımızı kurtarıp bir kuşun kanadında evimize dönerdik. Sabah olunca, kahvaltımızı yapıp da annemizin her gün yinelediği öğütleri sabırsızca dinleyip soluğu tekrar sokakta aldığımızda, daldığımız ilk ayçiçek tarlasında, ihtimal, yanımızda o çocukluk aşkımız da olurdu.

Bütün bunlar, dünyayla birlikte kendimizi keşfettiğimiz, özgün yanlarımızın ayırdına vardığımız, kendimizi özel hissettiğimiz deneyimlerdi. Diğer birçok şeyin yanı sıra, büyümek, kendini arama yolculuğunda dokunduklarımız demekti. Bu arayışta elimize dikenlerin batması, kolumuzu bir arının sokması, düşmek, yaralanmak da mümkündü, ama böylece kendi sesimizi buluyorduk.

Güzel bir Paris sabahı, Oskar'ı kafesinden ve evin açık unutulmuş penceresinden kaçmaya dürtüleyen, tam da bu arayış olsa gerek.

Oskar, sadece bir kez duyarak her sesi mükemmel biçimde taklit edebilen, yetenekli ve sevimli bir papağan. Ancak sürekli evin içinde kapalı kalıp aynı sesleri duymaktan ve taklit etmekten yorulmuş. Oskar, bir sabah, “acaba dışarıda başka nasıl sesler var” diye merak eder ve pencereden dışarı uçuverir. Bu kaçışla, büyüleyici bir sesler dünyasına adım atar. Büyük sesleri, küçük sesleri, dans ettiren ve hayal kurduran sesleri öğrenirken, kendisi dışında her şeyin kendine ait bir sesi olduğunu fark eder. Ve kendi sesini aramaya koyulur.

Oskar kendi sesini bulabilecek mi? Bulduğu zaman ne olacak?

Sesini Arayan Papağan Oskar, baş karakterinin çizgileri ile gülümseten, çocuklarımızla okurken birlikte pek çok ses çıkarıp eğleneceğimiz bir kitap olmasının yanı sıra, onlar için yapmanız gereken bir şey olduğunu hatırlatıyor: Kafessiz bir çocukluk yaşamaları için mücadele edip kendi seslerini aramaya kanat çırpmaları için pencereyi açık bırakmak.

Sesini Arayan Papağan Oskar
Özgün Adı: Harold Finds A Voice
Yazan ve Resimleyen: Courtney Dicmas
Çeviren: Tanay Burcu Ural Kopan

Marsık Yayıncılık,24 sf., 2+ yaş

Oskar'la (kitabın özgün adındaki ismiyle Harold) tanışmak isteyenler için tanıtım filmi: https://www.youtube.com/watch?v=H8vztnpCGcg

Katkı ve öneriler için; [email protected]