Yalan dolan: Evladım sen hep dürüst ol!

Deniz Arık Binbay/Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bizim çocuk yalan söylüyor, napıcaz? diyenler için bu hafta yalanla dolu, yalansız bir yazı yazdık.

Yalancının mumu yatsıya kadar yanar diye öğrendik ama onyıllardır gördüğümüz tablo hiç de öyle değil, kaç yatsı geçti, kaç horoz öttü, gün gibi aşikar gerçekler iftira süsüyle örtbas edildi, kavramlar tersiyle adlandırılıp içi boşaltılırken gözlerimize, kulaklarımıza değil, yalanlara inanmaya zorlandık. Televizyonlar yalan söylerken, gazeteler yalan söylerken, en seçilmişler yalan söylerken hatta biz kendimize yalan söylerken, çocuklarımızdan doğruları söylemelerini mi bekliyoruz?

Yalan artık bir norm, varılacak hedefe gidilecek yolda her şey mübah’ın hatta en hafif hali..

Çocuğunuz yalan mı söylüyor, ay ne fena! Politikacılarınız yalan mı söylüyor? Canım, işin fıtratında var.  E, arada siz de “dönüşte alırız yavrum”, ya da geç kalınca patrona “trafik sıkıştı” diyorsunuz, diyoruz... Yalan kötü bir şeydir, hepimiz biliyoruz da yalan söylemeyen var mı? Yok. O halde neyi neresinden tutacağız da, çocuklarımıza yalan söylememelerini nasıl söyleyeceğiz? Ya da söyleyecek miyiz?

Öncelikle bi sınıflayalım içimiz rahat etsin: efenim yalanlar üçe ayrılır: 1) Bilerek doğru olmayan bir şeyi söylemek, 2) karşıdakinin bilmesini istemediğimiz bir şeyi saklamak, 3) Gerçeği çarpıtmak.

Sosyal yalanlar, beyaz yalanlar, vs.. başka sınıflamalar da yapılabilir. Nihayetinde ağdaki yırtıklar gibidirler. Küçük yırtıklarda birkaç balık kaçar, büyük yırtık olursa tüm ağ boşalabilir, fakat küçük yırtıklar birleşip zamanla büyüyebilir de…

Amaç biraz balık kapmak: bir kazanç elde etmek ya da kaybı önlemektir. Bu kazanç ya da kayıp, maddi ya da hayranlık, güç, statü, ilişki gibi manevi de olabilir.

Tüm dünya yalan da söylese, doğruluktan vazgeçecek değiliz. O nedenle gelin bu yalan dünyada doğrunun belini doğrultmak için çocuklardan devam edelim biz.

Çocuklarda yalan sanılan şeyler, 7 yaşına kadar genellikle çocuğun gerçeği bir erişkin gibi değerlendirememesine bağlı olarak, hayal ürünü ya da abartılı hikayeler anlatmalarından başka bir şey değildir. Telaşlanılacak bir durum değil, dönem özelliğidir.  Hayali arkadaşları olabilir, büyüsel sihirli güçleri olduğunu düşünebilir, sihirli hikayeler ya da olmayan şeyleri olmuş gibi anlatabilirler. Hayalgüçlerinin bir göstergesidir.

Anladığımız anlamda yalanlar da söylerler tabii, çok suçlanan ya da mükemmel olmaya zorlanan çocuklar daha da çok. Doğaldır, birinin bize kızacağını bilirsek yalana başvurabiliriz, hele de bu kişi beyin kabuğu gelişmemiş, değer yargıları ve vicdanı olgunlaşmamış biriyse, yani bir çocuksa kızgın kocaman bir ebeveynden kurtulmak için yalan söylemesi çok olası bir durumdur.

Yalan söyleyebilmesi aslında çocuğun anne babadan ayrılabildiğini gösterir. Kendisinin farklı bir varlık olduğunu keşfetmesi ve anne babanın her şeyi bilen tümgüçlü kişiler olmadığını anlaması ile başlar. Yani gelişime işaret eder başlangıçta. Çocuk anne babayı kandırabileceğini, atlatabileceğini yaklaşık 2,5-3 yaş civarında keşfeder. Bu durum hemen “yalan” olarak etiketlenmemelidir. Çünkü çocuk, söylediği yalanın sonuçlarının tam olarak farkında değildir, defalarca anlatılması gerekir. Arzular devrededir ve henüz dürtülerini denetleyemeyen çocuk için arzularına karşı koymak zordur. Örneğin arkadaşının oyuncağını çok beğenir ve kendisinin olmasını arzular, “o benim” der, biraz büyünce “arkadaşım onu bana verdi” diyebilir. Kendisiyle meşgul olan zihin, başkasını göremez o sırada. Çocuk önce kendisine dönüktür, yani kendi ihtiyaçları yeterince ve uzun süre karşılandıktan ve sevgi ilgi depoları dolduktan sonra karşısındakini görebilmeye başlar. Yani empati kurabilmesi, empati görmesiyle olur. Annesi aylarca yıllarca empatik yaklaştıktan sonra çocuk annenin bu yaklaşımını içselleştirir ve bir süre sonra kendiliğinden yapabilmeye başlar. Empati ve süperegonun gelişimi, yalan söylememe ve diğer vicdani ve toplumsal değerler için olmazsa olmazdır. Çocuk öncelikle anne baba başka türlüsünü kabul etmediği için, ya da anne babanın onayını almak için onların istediği gibi davranmaya çalışır, anne baba bakmazken vurabilir örneğin. Ancak zamanla, defalarca anlattıktan ve önce kendisinin, sonra başkalarının duyguları üzerine konuştuktan sonra bu toplumsal kurallar ve değerler içselleştirilmeye başlar. Anne babanın sesi çocuğun kulağına yerleşir. Ancak sadece kötü ve yasak olduğu söylenir, empatiye davet edilmezse süperego (vicdan) gelişimi kısmi olur ve dışsal olarak kalır, içselleştirilemez. Neden kötü olduğu, sonuçlarının ne olduğu anlatılmalı, telafi için şans da verilmelidir ki içsel bir vicdan gelişsin. “Yasak, ayıp, günah” o nedenle yeterince işe yaramaz. Çünkü içselleştirilmemiştir. “Başkaları için” ve başkaları etraftayken gerekli olan kurallar içimizdeki hayvanı sıkıştırır, bunaltır. Bu durumda akıl, kural ihlaline bir kılıf bulmakta ustalaşır.

Kısacası sağlıklı bir vicdan gelişimi için önce yeterli empati, sevgi, ilgi almış, temel ihtiyaçları karşılanmış olmak gerekir. Bertolt Brecht’in dediği gibi “önce yemek, sonra ahlak”. Yani doymadan vicdanlı olunamaz. Çocuk için duygusal bir doygunluktan bahsediyoruz. Daha sonra ise iki önemli mesele var:

1. Özdeşim: Yani anne babanın çocuğa ne kadar dürüst olduğu. “Dönüşte alıcaz” deyip almazsanız, çocuk verilen sözlerin tutulmayabileceğini bizzat yaşayarak öğrenir. Sırf o an susturmak için “tamam, bakkala gidelim” deyip de sonra okula götürürseniz hem size güveni kalmaz, hem de aynısını yapmaya başlar. 4-5 yıl sonra birazdan gelicem deyip gelmediğinde şaşırmamak gerekir. “Ben sana söz verdiğimde her zaman tutuyorum, yapamayacaklarımı da üzüleceğini bilsem de söylüyorum, çünkü birbirimize hep güvenebilmek anlık duygulardan daha önemli” diyebilecek şekilde davranırsanız meyvelerini de toplayabilirsiniz.

2. Empatiyi ve neden sonuç ilişkisini kavratmak, yalanlarının sonuçlarına az ya da çok katlanmasını sağlamak: Özellikle 6 yaşından sonra daha açıkça konuşabilirsiniz, ama öncesinde de söylediklerinin  sonuçlarını kavratmaya yönelik vurgular yapmak önemli. Örneğin “sen anlaşmamıza uymadığında bir sonraki sefer yeniden anlaşma yapmak istemem çünkü sana güvenemem” gibi. Ödevini yaptığını söylediğinde, yapmadın biliyorum demek yerine ertesi gün ödevsiz gitmenin sonucuna katlanmasını beklemek daha etkili olur.

Yalan söyleyen çocukla yalnızken konuşulmalı, eminsek ve önemli bir konuysa öncelikle “Neden doğruyu söyleyemedin?” diye sorulmalıdır. Önce söz hakkı verilmeli, suçlanmamalı ayıplanmamalıdır. Suçlama ve ayıplama çocuğun, kendini kötü bir çocuk gibi hissetmesini ve bu duygulardan kurtulmak için daha çok yalan söylemesini sağlar. O anki davranışına ve duygusuna odaklanın, genelleme yapmayın ( Sen hep yalan söylüyorsun yerine bana neden bu konuda doğruyu söyleyemedin? Söylesen ne olacağını düşündün? gibi) .

Çocuğa suçlayıcı ve cezalandırıcı yaklaşıldığında gerçek bir vicdan gelişmez, kaypak bir süperego ortaya çıkar. Kaypak süperego: Yani “kendine Müslüman”, “aman yap  geç boşver” diyen, kendi yalanlarını, vicdansızlıklarını hoşgören, bir kılıfa sığdıran ama aynı şeyleri başkaları yapsa cezalandıran, kızan, kaypak bir vicdandır. Hepimizde az biraz olan kırmızı ışıkta geçmeler, polis yoksa gaza basmalar, öğretmen bakmazken kopa çekmeler hep bu “kaypak süperego”nun işleri… Az biraz olunca hayatın tadı tuzu, Hababamın neşesi olabilir belki ama çapı genişledikçe, yalanların boyutu büyüdükçe, sıklığı arttıkça o yemek yenmez olur, sofraya oturanlarda da ne tat kalır ne tuz. Hepimize afiyet olsun…