Siz hiç çocukluğunda tecavüze uğramış birini gördünüz mü?

Deniz Arık Binbay/Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bir hafta da umutlu, aydınlık, çocukların pırıltılı gözlerine, gülüşlerine yaraşır bir yazı yazalım diyoruz ama ülkemizin gündemi izin vermiyor bir türlü. Çocukların bile artık muaf olamadığı bir bataklık bu düzen. Hatta artık daha çok çocukları acıtan, yaralayan, damgasını çocuklara basan bir düzen…

Siz hiç çocukluğunda tacize tecavüze uğramış birini gördünüz mü? Biz psikiyatristler, psikologlar maalesef çok gördük.  17 yaşında, 30 yaşında, 48 yaşında, 60 yaşında… Hepsi halen yaralıydı. Halen kendilerini sevemiyorlardı, "benim suçum", " ben kötüyüm" diye düşünüyorlardı. Bilinçli bir düşünce olmasa da hayatın fonunda çalıp duran müzik gibi bir alt düşünceden bahsediyorum…  Bazen duyarsınız bazen duymazsınız ama hep çalar o müzik…

Çocukken tecavüze uğrarsanız tüm hayatınız sonsuza kadar değişir. Çünkü size bu tanımlayamadığınız kötü duyguları yaşatan kişi muhtemelen çok yakınınızdaki biridir, çok güvendiğiniz, belki mecbur olduğunuz, sizden çok büyük ve güçlü. Hele de babanız, teyzeniz, amcanız, dayınız, dedeniz ya da öğretmeninizse bunu yapan en güvendiğiniz yerden yersiniz tokadı. Dünya eskisi gibi güvenilir olmaz bir daha. Hayat artık eskisi gibi güzel gelmez. Kendinize saygınız, sevginiz tam olmaz.

Dünyada bir çocuk hele de günümüz koşullarında, tek başına var olamaz. Ne fiziksel gücü, ne deneyimi ne ruhsal gelişimi buna uygun değildir henüz. Dünyayı ona tanıtacak, öğretecek, çocuk “yeterli” hale gelene kadar yanında duracak, arkasını kollayacak, onun yerine hayati kararları verecek, hiç olmazsa yanında olduğunu, çocuğun güvende olduğunu hissettirecek ebeveynlere ihtiyacı vardır. Bu yanında durma sürecinde çoğu kez başrol anne ve babaya düşer. Ancak yakın akrabalar, çocuğun bakımını üstlenen diğer kişiler, sonra da öğretmenler çocuğun erişkinliğe geçiş yolculuğunda eşlik eden, süreci şekillendiren, dünyalarını çocuğa tanıtan önemli birer aktör olurlar. İşte bu süreçte çocuğun güvenle yöneldiği bu figürlerden biri cinsel olarak herhangi bir eylemde bulunursa, hele de bu durum tekrar tekrar yaşanırsa neler olur?

Çocuklar doğaları gereği benmerkezcidirler. Yani bir çeşit “dünyanın kendilerinin etrafında döndüğünü düşünürler”.  “Güneş niye doğuyor?” diye sorsanız, “beni ısıtmak için” diye yanıt verirler. Başlarına gelen iyi şeyler ve kötü şeyler için aynı durum geçerlidir. Çocuğu etkileyen olumsuz olaylarda da çocuk kendisini sorumlu tutma eğilimindedir. Bu nedenle örneğin boşanma, ebeveynlerden birinin kaybı, anne babasının dövmesi, bağırmasında olduğu gibi cinsel tacize ya da tecavüze uğradığında da kendini sorumlu tutar. Bunu maalesef saldırgan da telkin eder çoğu kez ve çocuk inkâr edemez. Çünkü çok fiziksel bir durumdur, fiziksel sonuçları olur, hatta keyif de alabilir. Çok kafa karıştırıcıdır. Tüm duygular birbirine girer. İyiyle kötü, hazla suçluluk ve nefret yer değiştirir.

Tiksinme, suçluluk duygusu, utanç duyguları ve fiziksel uyaranlar anıları canlandırdığı için cinsel hayatınız da etkilenir. Doyumlu, rahat, sevgi dolu bir cinsel hayatınız olamaz.

Hayata ve insanlara güvenemezsiniz artık. Çok güvendiğiniz anne babanız da koruyamamıştır. Onlara da öfke duyulabilir. Hele de bildikleri halde örtbas etmeye çalıştılarsa... Ya da bir de suçladılarsa üstüne…

 Ölüm hep göz kırpar. Suçluluk duygusundan, berbat anılardan kurtulmanın bir yolu gibi görünebilir ölüm. Emanet iğreti bir yaşamda figüran olursunuz. Hayatınızın başrolü, tadı, tuzu, kendini sevdiğinizin kollarına rahatça bırakabilme özgürlüğünüz, huzurlu uykularınız, hepsi hepsi çalınmış olur…

Ve sizinle birlikte eşiniz ve çocuklarınız da etkilenmeye devam eder. Kötülük kendini eker…

 Bir kişinin cinsel travması en azından 3-4 kişinin daha hayatını temelden etkiler.

Öfke, suçluluk ve korku dayanılması çok zor olan duygulardır. Yapan kişiye ve koruyamamış olan aileye öfke çoğu kez kolay kolay dinmez. Çoğunlukla hem anılar hem de bağlantılı duygular bastırılmaya çalışılır kendini koruma amaçlı. Çözülme denilen, gerçeği inkâr etmenin farklı şekilleri görülebilir. Özellikle çocuklukta yaşanan dayanılmaz durumlar, çocuğun psikolojik gücü de yetmediğinden “bunu yaşayan ben olamam” hissine yol açar ki bu bir çeşit savunmadır. Zihnimiz dayanılmaz bulduğu psikolojik uyarılara bayılmalarla, hayallerle, bazen kişi orada değilmiş gibi hislerle tepki verebilir. Belirtiler çoğu kez erişkinlikte de devam eder.

Etkilenmenin şiddeti olayın sıklığı, kişinin yakınlığı, çocuğun yaşı, ailenin yaklaşımı ve çocuğun kişilik yapısıyla bağlantılı olarak değişir. İnsan, özellikle çocuklar kolay adapte olan, güçlü varlıklardır ve iyi ve zamanında ele alınırsa hızlıca toparlayanlar da olabilir. Ancak çoğunluk bu kadar şanslı değildir.

Bu tür büyük travmalarda iyi gelen birkaç şey vardır. Adaletin yerini bulması, aile ve çevre desteği ve ehil ellerde bile yıllarca süren psikoterapiler...  Hakkının teslim edilmesi, çocuğun suçsuz olduğunun, yapan kişinin çok kötü bir şey yaptığının söylenmesi gerekir.  Suçluların suçlu olduğunun söylenmesi ve cezalandırılması olmazsa olmaz. Birileri yüksek sesle söylemeli, çocuk bunu söyleyemez.  

Hepimiz günlerdir haftalardır her şeyden önce çocuklar için endişeleniyoruz, kimimiz uykusuz, kimimiz tatsız, kimimiz suskun. Düşünmek de istemiyoruz ama düşünmeden de olmuyor. En çok zor durumda ve güçsüz olanlar. Bugün arabanızın camından size mendil uzatan Suriyeli çocuk şu anda güvende mi acaba? Ya da yurtlarda, yatılı okullarda kaç çocuk var?

Dünyayı yeniden güvenilir bir yer yapabilir miyiz? Tamamen güvenilir yapamayız belki, bilimin ve insanın sınırları var. Ama en azından insan eliyle olan travmaların en aza indirilmesi için hepimizin yapabileceği bir şey yok mu?

Dinin etkisinin arttığı bir dönemde çocuklara taciz tecavüz olaylarının artması tesadüf mü? Sadece islamda değil, hristiyanlıkta da benzer uygulamalara maruz kalabiliyor dini kurumların ellerine bırakılmış çocuklar. Her yerde maalesef oluyor bazı vakalar da, dini kurumlarda neden çok daha fazla?

Din, denetlenemez ve sorgulanamaz bir güç veriyor kişilere. Günahlar ne olursa olsun affedilebiliyor, tövbe edilebiliyor, Allah ya da Tanrıya karşı sorumluluk vurgulanıyor. Kul hakkı bile Allah için önemli. Tek referans Allah olunca kulların pek de önemi kalmıyor mu acaba? Ya da dolaylı oluyor. Vicdan içerden değil dışarıdan sağlanıyor dinde. Yani insanlar yaptığının gerçek sonuçlarını anlayarak, içinde hissederek değil, günah ya da sevap için (ödül-ceza için)yapıyor ya da yapmıyor bazı şeyleri. En azından din buna ortam hazırlıyor. Çocuğa arkadaşlarıyla iyi geçinmeyi öğretmek için şartlamak gibi. Arkadaşına vurduğunda eline vurmak,oyuncağını  paylaştığında çikolata vermek gibi…

Böyle yapınca evet bir süre davranış değişikliği sağlanır ama çocuk arkadaşıyla iyi anlaşmanın keyfini değil çikolatayı düşünür hale gelir. Arkadaşına vurduğunda arkadaşının canının acıdığını umursamaz da kendi canının derdine düşer. Böylelikle gerçek bir vicdan gelişmez. İyi niyetli ama kötü sonuçlar doğuran bir girişim olarak kalır ve çocuk, siz ortalarda yoksanız rahatça arkadaşına vurur. Vicdan dışarıdadır çünkü.

Çocukluklarında başkalarının kötüye kullandıkları güçlerini görmüş, yaşamış olan çocuklar erişkin olduklarında kendi güçlerini kötüye kullanmaya da müsait olurlar. Çok dövülen çocukların gidip önce başka çocukları, büyüdüklerinde kendi eşlerini ya da çocuklarını dövdükleri gibi… Bu nedenle nesilden nesile travmalar aktarılır, devam eder…

Aslında ülkemizde gücün kötüye kullanımının çeşitli uygulamalarını yaşayıp duruyoruz...  Bazı insanların elinde güç, o güç her neyse, çok tehlikeli bir silaha dönüşür. Sesini çıkaramayacak, kendini savunamayacak olan, güçsüz olanın üzerinde kendi agresif ya da cinsel dürtülerini doyuranların cennetindeyiz.. Kadını aşağılayan, değersizleştiren, emeğini kullanan, döven erkekler; hayvanlara eziyete eden, zevk uğruna yaralayan, öldürenler; azınlıkları dışlayan, taşlayan, yakanlar; işçilerini sömüren işverenler; çocukları istismar edenler… Hepsi birbirine benziyor ve birbirini besliyor. Bu nedenle her alanda ve tamamen eşitlikten, azınlıkların haklarının korunmasından, güçlü güçsüz ayrımı olmayacak şekilde adaletten yana olmalıyız.

Siz hiç çocukluğunda tacize tecavüze uğramış birini gördünüz mü? Biz psikiyatristler, psikologlar maalesef çok gördük. Anlaşılan o ki daha da çok göreceğiz.

Peki, ne yapmalı da bu yıkılasıca döngüyü kırmalı?

Cam çerçeve kırıkken rüzgâra girme demenin anlamı yok. Düzenin çerçevesini yeniden çatmalı çatmasına ama birkaç gece bekleyeceksek daha malzeme gelene kadar biz de naylon mu germeli, dolabı cama mı dayamalı, battaniye mi örtmeli ona bakarız.

Kısa vadeli ve uzun vadeli çok boyutlu yapılacaklar olabilir ve herkes bir ucundan tutabilir.

Kısaca geçmişte olanların sorumlularını cezalandırmak, mağdurları iyileştirmek; yeni olacak vakaları engellemek; düzeni yeniden kurarak daha sağlıklı bir nesil yetişmesini sağlamak diye üç başlıkta özetleyebiliriz.

 İrili ufaklı yapacağımız her şeyin bir kıymeti var. Ama yapmayacağımız her şeyin de bir sonucu…

Öncelikle gücün her türlü kötüye kullanımı her yerde deşifre edilmeli, yapanlar cezalandırılmalı. Bunun için de her aşamasında güç birliği yapılmalı. Yani sessizlerin sesi olmaya devam etmeli. Gücünü kötüye kullanan kişiler kendinden daha güçlüler karşısında kuzu gibi olurlar. Daha güçlü olmalı, küçük balıklar birleşip artık büyük balığa gücünü göstermeli. 

Önlemek için denetim mekanizmaları kurmalı. Elinde güç olanları denetimsiz bırakmamalı. Çocukların arkasında olduğumuz her fırsatta gösterilmeli.  Anne babaysak okulda, yurtta, evde, kursta aktif ve uyanık olmalı.

Çocuklara kendini korumayı öğretmeli. Bu konuyu daha önce yazdık ama yeniden yeniden yazmak okumak gerekiyor. Haftaya çocuklarımıza kendini korumayı öğretirken kullanabileceğimiz kitaplarla ve önerilerle devam edeceğiz.

Katkı ve öneriler için; [email protected]