Pembe bulutlardan inme vakti: Kısıtlar arasında bir kadın, bir erkek ve çocuk

Deniz Arık Binbay/Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Bir bebek dünyaya getirmek , çocukluğa ve zamanla erişkinliğe geçişlerinde onlara eşlik etmek, büyümelerini görmek şüphesiz çok keyifli, doyum veren, anne babayı da olgunlaştıran ve dönüştüren bir süreç. Ancak bugün bebekli olmakla ilgili hep anlatılan tozpembe tablonun  görünmeyen konuşulmayan yüzlerinden bahsedeceğiz: bir nevi şeytanın avukatlığını yapacağız. Çocuklar, çocuklarımız iyi ki de varlar. Zorlukları bilmek ve anlamlandırmak,  sorunlarla baş etmeyi kolaylaştırıp, süreci anne baba ve çocuklar için daha keyifli hale getirebilir. Yazıyı bu gözle okumanızı öneririz.

Bu yazıda 2 hafta boyunca, doğum sonrası ebeveynleri bekleyen zorluklar ve nedenlerine hem anne hem baba tarafından, ilişki içinden ve sosyal yönleriyle bakmaya çalışacağız.

Doğum sonrası annenin bedeni çok ciddi bir değişim geçirmiş, hormonları tepetaklak olmuş, toz pembe bulutlar dağıldığında yeni dünyaya gelen canlıya bakmanın zorlukları gün yüzüne çıkmış, kaygıları artmış, nedense iç dünyası karışmış, kendi annesiyle çatışmaları alevlenmiştir. Belki daha azı, belki daha çoğu başınıza gelmiştir..

Derdini anlatamayan, ağlayan (kendi içinde yalnızca bu kadarını ayrımlaştırabildiği için) sadece memnunluk ve memnuniyetsizlik ifade edebilen bir bebekle baş başa kaldığında taze bir anne neler hisseder?

Bebeğin ağlamalarının nedenlerini anne  ancak aylar içinde ayırt etmeye başlar. Hangi ağlamanın acıkma, hangi ağlamanın uykululuk, hangisinin gaz ağlaması olduğunu ayırt etmek kolay bir iş değildir. Yine de algıları bebeği sezmek üzere açılmış olan anne bu işi, bir kez bebekle birbirlerine alıştılar mı diğer herkesten daha iyi yapar.

Peki kendisi bedensel ve hormonal değişim sürecinden geçmemiş, eşine empati ve kendi zihinsel fonksiyonlarıyla duruma dışardan adapte olmaya çalışan baba, hem eşindeki hem evdeki hem yaşamlarındaki bu büyük değişim karşısında neler hisseder?

Doğum sonrası özellikle ilk 2 yıldaki zorlukların nedenlerinde iki önemli boyut vardır:

 Psikolojik boyut: Yas, engellenme, öfke sarmalı

Çocuklu olduğunuzda artık asla tekli birim, yani tek başınıza olamazsınız. Geri dönüşü yoktur. Evlilik gibi çocuk sahibi olmak da çok güzel, kutlanacak şeyler olsa da aynı zamanda birer kayıp içerir. Evlendiğinizde artık bekarlığı kaybetmişsinizdir. Çocuk sahibi olduğunuzda artık bir daha çocuksuz günlerinize geri dönemezsiniz. Belki senelerce kesintisiz uyuyamazsınız, saçınızı hesapsız iki kez şampuanlayamazsınız, 2 gün üst üste sadece makarna yiyemezsiniz, gece dışarı çıkıp dilediğiniz kadar içemezsiniz, tuvalette yarım saat yalnız kalamazsınız, bebeğe gaz yaptığı için onsuz sofraya oturmadığınız yiyecekleri aylarca yiyemezsiniz, eşinizle gizli kapaklı yarım yamalak sevişirsiniz. Zaten bedeniniz değişmiş, bambaşka bir işleve geçmiştir, memeler sağmal inek misali birer süt fabrikasına dönüşmüştür. Düşünmeniz gereken hatta kendinizden önce düşünmeniz gereken biri daha vardır. Tüm bunlar engellenme yaratır. Anne için olduğu kadar yakıcı olmasa da baba için de benzer engellenmeler geçerlidir. Eşinin bedeni değişmiş, zihni kendisine dönük değildir. Zaman azalmış, yapılması ve alınması gerekenler listesi uzamıştır. Enerji az, yapılacak işler çok, karşılıklı beklentiler yüksektir.

İkili ilişkiden üçlü bir ilişkiye geçilmiştir. Kıskançlık, kızgınlık, bağımlılık ve engellenmişlik hisleri tüm o güzel duyguların yanında eşzamanlı olarak ama toplumsal normların yasaklamalarıyla gizli kapaklı hissedilir, çoğu kez konuşulmaz.

Her engellenme, öfke yaratır. Peki bu öfkeyi anne ve baba kime yöneltecektir? Tabii ki kendi inisiyatifi olmadan dünyaya gelmiş savunmasız bebeğine öfkelenemeyen anne ve baba çoğunlukla öfkeyi en yakınlarındakilere, yani birbirine yöneltir. Birbirini bu engellenmelerin, kısıtlılıkların sebebi gibi görme ve suçlama eğilimi ortaya çıkabilir. Özellikle çocuk sonrası ilk yıllardaki ayrılıkların, evlilikteki çatırdamaların temel sebeplerinden biri budur.

Annelikte yetersizlik duygusu ve ambivalans (ayni nesneye karşı zıt duyguların aynı anda bir arada olması, yani hem sevmek hem nefret etmek, hem istemek hem istememek gibi) olmazsa olmazlardan.

Bu geri dönüşsüzlük ve engellenmeler ambivalansa yol açar. Yani hem bebeğimizi çok severiz hem de bazen “ondan kurtulmak ne güzel olurdu” diye aklımızdan geçirebiliriz. Bu son derece doğaldır. Üstbeni çok katı olan anne ve babalar, bu olumsuz hislerini tam tersi şekilde bebeğe aşırı düşkünlük ve aşırı kaygı olarak yaşayabilirler. Zihindeki düşünce gerçek olacakmış gibi büyüsel bir düşünceye kapılıp bu düşünceyi tersine çevirmeye yönelik aşırı bir ilgi ve dikkat gösterebilirler.

Anne bebek arasındaki eşsiz ikili ilişki babada dışlanma ve haset duyguları tetikleyebilir. Özellikle kendi rekabet sorunları çözülmemiş babalar, bebeklerini rakip olarak görebilir, annenin ilgisini tamamen kendine çektiği için bebeklerine öfkelenebilirler. İlk aylarda anne baba bebek aynı odada kalmak, anne bebek ayrı odada, baba ayrı odada yatmamak, bu dışlanma durumunu somutlaştırmamak açısından önemlidir.

Anne ve babaların bebeklerine bağlanmalarını inceleyen bir araştırmada babaların 3 ay sonradan geldiği bulunmuş. Yani bebek üç aylık olduğunda babanın bebeğe bağlanması, bebek ilk doğduğunda annenin bebeğe bağlanması kadar. Bu fark eşlerin birbirini anlamasında zorluğa yol açabilir. Hatta ilk aylarda bebeklerin babalarına benzemelerinin,

evrimin bu baba-bebek bağlanmasını hızlandırmak için yaptığı bir oyun olduğu da söylenebilir.

Ayrıca çok önemli bir konu daha var: her bebek doğumu çevredeki herkesi az ya da çok kendi bebekliğine geriletir, kendi annesiyle ilişkisindeki çatışmalar alevlenir. Bu nedenle özellikle ilk aylarda hem geniş ailede, hem anne baba arasında ilişki kazaları, duygusal patlamalar, kopuşlar, küsüşmeler çok olur.

Haftaya buradan, doğum sonrası anne baba arasında yaşanan zorlukların toplumsal boyutuyla devam edeceğiz..

Katkı ve öneriler için; [email protected]