Çocuklar online tacize uğrarken siz ne yapıyorsunuz?

Deniz Arık Binbay/Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Dün ekşi sözlükte yazılan bir yazıya ilişkin internette çıkan haber çocukların ve gençlerin internet kullanımının ne kadar güvenliksiz, ne kadar pervasız ve acımasız sonuçları olabileceğini bir kez daha gösterdi. Avataria oyununda 9 yaşında bir çocuğun kandırılarak nasıl da kolayca istismara maruz kalabileceğini deneyimleyen bir erişkin yazmıştı yazıyı. Yeğeni ise bu sayede cinsel istismara uğramanın kıyısından dönmüştü.

Büyük şehirlerde, yoğun çalışma tempomuzun içinde, kapitalizmin çarklarını döndürmeye çalışırken, hele de geniş ailenin çözülmesinden sonra yani anneanne/babaanne/dede/teyze yoksa etrafta, çocuklarını yalnız ya da bakıcılar yardımıyla büyüten ebeveynlerin iş yükü, duygusal yükü ve sorumluluğu da arttı. Yorgun bedenlerimizle hem ev hem iş rutinini yürütmeye, hem de yeterince iyi ebeveynler olup, çocuklarımıza elimizden gelen imkânları sunmaya, beraber vakit geçirmeye, onları kurslara etkinliklere yetiştirmeye, bir yandan da alttan alta kendimizi pek de güvende hissetmediğimiz bu ülkede çocuklarımızı bir geleceğe hazırlamaya çalışıyoruz. Tüm bunlar hem stresimizi artırıyor hem de kendimize ayırdığımız zamanı azaltıyor. Arada bir nefes almanın bir yolu olarak çocuklarımızı teknolojik bakıcılara emanet ediveriyoruz.

İyi ama neden bir kitap değil? Ya da bir akıl oyunu? Bir masa oyunu? Neden tabletin ve telefonun yerini tutmuyor bunlar?

Birincisi alıştırmakla ilgili sanırım. Çocuk nasıl bir dünyaya doğarsa ona adapte oluyor. Bizim elimizde ne görürse ona özeniyor ve bizimle özdeşleşmek istiyor. Yalnızca bizim de değil, çevresinde gördüğü neredeyse tüm genç ve orta yaşlı insanların elinin bir uzantısı artık telefonlar. Yolda yürürken, araba kullanırken, sıra beklerken, ders dinlerken, toplantıda, hatta karşımızdakiyle konuşurken bile gözlerimiz ekranda. 

İkincisi de hızlı ve anında doyum sağlayan, çok fazla uyaran içeren bir seçenek olması. Yavaşlık ve beklemek gittikçe antikleşen kavramlar artık.

Otobüste ya da arabada, evde iki ara bir derede anne babayı elinde telefon, ekrana kilitlenmiş bir halde görüp duran bir çocuğun tablet ya da telefon diye tutturmaması mümkün mü? Çocuklara gözümüzle işaret etmiş oluyoruz. “İşte ben buna bakıyorum, bu önemli ve değerli” demiş oluyoruz. Çocuk da doğal olarak bizim baktığımız yere bakıyor.

Her seferinde bahsettiğimiz gibi çocuklar dediklerimizden çok yaptıklarımıza bakarlar. Çocuklarımızda bol bol yüzyüze gözgöze iletişim kuralım ki asıl repertuarları bu olsun.

Hiç mi tablet/telefon vermeyelim? Tabii ki sınırlarını çizerek verebiliriz. Artık gündelik hayatın bir parçasıysa akıllı telefon ve tabletler çocuğumuz da bu hayatın bir köşesinden tutacaktır. Bir fanusta çocuk yetiştirmenin imkanı olmadığı gibi, yapılabilse bile zararları kazanımlarından çok olacaktır. Fakat aile olarak kendi kurallarımızı koymak çok önemli. En azından 3-4 yaşına kadar hiç verilmeyedebilir. Ancak çocuk sosyalleşmeye başladığında, kreş yaşantısıyla birlikte anne babanın tekelinden çıkar. Zamanı sınırlamalı ve kullanımını denetlemeliyiz.

Peki çocuğumuzun eline tablet, bilgisayar ve telefon verdiğimizde nelere dikkat ediyoruz? Nelere dikkat etmeliyiz?

Üç büyük sorun özellikle cinsel istismar, uygunsuz cinsel malzemeye maruz kalma ve saldırganlığı tetikleyen oyunlar, çizgi film ve filmler.

Kadınların cinsel nesne olarak kullanıldığı reklamları maalesef kanıksadık çoğumuz. Çocuğumuzun henüz 2-3 yaşında tabletten izlediği eğitim amaçlı videoların yanında seksi kadın görselleri neden olur? Ya da asansörün güvenli kullanımına dair çizgi filmin altında asansörde fantezi videosu nasıl çıkar? Peki biz yanında değilken bunlardan birine tıklasa ne görür? Çocuktaki etkisi ne olur? Yaşına göre değişebilir elbette. Örneğin 3 yaşından sonra açık pornografik içeriğe maruz kalıp da obsesif kompulsif bozukluk (takıntı hastalığı) ortaya çıkaran çok sayıda çocuk görmekteyiz. Ergenlikteyse cinselliğin pornografik içerik yoluyla öğrenilmesi, ergenin kendilik saygısında, cinsel kimlik gelişiminde sakatlıklar bırakıyor ve bunların sonucunda erişkinlikte özellikle cinsel yaşamında ve eş ilişkisinde sorunlara yol açıyor.

Gelelim bu yazının asıl meselesine. MEB ve TUIK verilerine göre çocuklara yönelik cinsel istismar AKP döneminde % 434 artmış. Eskiden 5 kız, 8 erkek çocuktan biri istismara uğruyor diye biliyorduk. Bu artışa göre kabaca oran 4’e katlanmış durumda. Toplumca, bastırılan dürtülerin nasıl da patladığını acı deneyimlerle görüyoruz. Sadece cinsel istismar da değil, fuhuş, uyuşturucu ve cinayet işleme oranları da katlanmış. Ülkeyi toptan ilkel dürtülere geriletebilme becerisiyle iktidar sahipleri, halkı kuklalaştırmanın bedelini en güçsüzlerden başlayarak tüm topluma ödeteceklerinin belki farkında değiller, belki de umurlarında değil.

İnternet ortamı hem saldırganın kimliğini gizleme imkanı, hem de utanmanın azalması, denetiminin zorluğu nedeniyle saldırganlara risksiz ya da riski az bir doyum imkanı sağlıyor. Üstelik kolay ulaşım da cabası.

Her an ve her alanda uyanık olmalıyız demek ki. Demek ki artık bu çürüme ve vicdansızlık ortamında biraz daha sıkı ebeveynler olmalıyız. Çocuklarımızı korkutmak, kaygılandırmak istemiyoruz. Geçen haftaki yazıdan sonra ve ebeveynlerle söyleşilerimizde hep dile getirilen endişe dengeyi kurmak oluyor. Çocuklarımızı korkutmadan ve insanlardan tecrit etmeden soğutmadan nasıl anlatacağız derdimizi? Nasıl rahat edecek içimiz?

İnsanları ve dünyayı seven, kendine ve dünyaya güvenen çocuklar yetiştirmek istiyorduk hani? Nasıl oldu da bugünlere geldik? Eskiden ergenlikte gencin günlüğünü okuyan ebeveyn, uzmanlarca eleştirilir ve yapmaması söylenirken, şimdi ebeveyn denetimleri, geçmiş taramaları, GPRS’li saatler konuşulur oldu. Hepimiz “regrese olduk” yani ruhsal anlamda geriledik. Çünkü “her şeyin başı sağlık”. Önce hayatta kalmak ve hayatta tutmak istiyoruz. Kaygılarımız arttıkça pençelerimiz sivriliyor, kanatlarımız genişliyor, kollarımızın arasındaki mesafe daralıyor. Çocuklarımızın özgürlükleri de kısıtlanıyor doğal olarak, istemesek de. 1970ler-80lerde sokaklarda oynayabilirken şimdi sitelere hapsolduğumuz gibi..

Hem korkutup içine kapanmasına yol açmadan, hem de aşırı kollandığını kendisine güvenilmediğini hissettirmeden nasıl koruruz yavrularımızı?

Kaç yaşında telefon vermeli? Cep telefonlarının radyasyon maruziyetiyle beyin tümörü olasılığını 10 kat artırdığını da göz önünde tutarsak üç yaşından önce mümkünse hiç, üçden sonra kısıtlı sürelerde ve uçuş modunda kullandırabilirsiniz. Ev telefonu kullanmak ve en azından çocukların görüşmelerini bu yolla yapmasını sağlamak uygun olur. Uzmanlar sağlık gerekçesiyle 15 yaşından önce çocuğun cep telefonu edinmesinin uygun olmadığını belirtiyor. Çocuğun yüzyüze iletişim becerilerinin gelişmesini de engelleyen bir yanı olabilir. Sakıncalarını, risklerini anlayıp, kendini koruyabileceği, uygun şekilde kullanabileceği olgunluğa ulaşmadan cep telefonu almamakta yarar var.

Ekran maruziyeti (tv, telefon, tablet, bilgisayar dahil) süresini maksimum günde iki saatte tutmak, mümkünse de bölünmüş şekillerde kullanmasını sağlamak bir diğer önemli nokta.

Nelere dikkat etmeli? Hangi sitelere giriyor, hangi oyunları oynuyor? Kimlerle konuşuyor? Sanal arkadaşlardan çok görüşüp oynayabileceği arkadaşlarla bir araya gelmesini sağlamayı hedeflemeli. Sanal ortamın tehlikeleriyle ilgili bilgilendirmek, özellikle sanal kişilerin söyledikleri kişiler olmayabileceklerini belirtmek önemli.

Çocuğunuza sanal ortamda yüz yüze tanımadığı kişilerle özel bilgilerini( adres, telefon, okul,sınıf vs..) paylaşmamasını özellikle hatırlatmakta ve arada yeri geldikçe tekrar etmekte yarar var. Fotoğraf paylaşımında da sınırlar çizmek gerekir. Örneğin yarı çıplak ya da çıplak fotoğraflarını asla paylaşmaması gerektiği gibi.

Ebeveyn denetimini kurmak, aile filtresi uygulamak elimizi rahatlatabilecek bir uygulama. Çocuk bilgisayardan kalktıktan sonra bir geçmiş sorgulaması yapmak da olabilir, özellikle şüphelendiğiniz durumlarda. Bu çocuğun ve gençlerin özel alanlarına bir müdahale olacağı için güvenlik sorunları dışında kullanılmaması uygundur.

İnsanların her dediğine inanmamayı ve insanları değerlendirmeyi de öğretmeliyiz. Bol bol konuşarak ancak değersizleştirici kelimeler kullanmadan bu değerlendirmeleri yapmak önemli. Önce biz onun yanındayken  ya da onun için yaparak, tuzakları fark etmesini sağlamalıyız. Bunu yaparken müdahaleci, kökten kötüleyen bir havada olmamaya dikkat edilmeli.

Son olarak her zaman söylediğimiz gibi çocuklarımızı suçlamamak, değersizleştirmemek onların  yaşadıkları olumsuzluklarda suçlanmayacaklarını yargılanmayacaklarını bilerek anne babalarına başvurabilmelerini sağlar ki en koruyucu olan da budur. Başı belaya girmeden, girse bile erkenden müdahale edebilme şansımız olur.

Katkı ve öneriler için; [email protected]