Korkuyorum Anne!

Deniz Arık Binbay

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Ülkemizin savaşın eşiğinde durduğu şu günlerde ne yazık ki çocuk sözcüğüyle aynı cümlede telaffuzunun bile ters geldiği bir konuyu yazmak zorunda kaldık: savaş ve çocuk. Savaş çocuklara ne yapar? Maalesef sanılandan çok daha fazlasını.. Savaştan yana olduğunu söyleyen kimse duymadım ama herkes savaşa karşıysa savaşlar neden çıkar? Çocukların neden savaşlardan bu nedenli etkilendiğini anlamak için öncelikle savaşlarla ilgili bilmemiz gereken bazı gerçekler var. 

Savaş kolektif bir şiddet türüdür. Şiddet, kişinin kendi kendisine, bir diğerine yönelik şiddet ile ortak (kolektif) şiddet olmak üzere üçe ayrılır. Kolektif şiddet formları; savaş, terör ve diğer şiddet eylemleri, soykırım, baskı, ortadan kaybolma, işkence veya insan hakları ihlali, organize suç örgütleri örneğin çete savaşları ve haydutluktur.

Tarihe bir göz attığımızda savaş kapitalist sistemin bir parçasıdır ve kaçınılmazdır. Kapitalizmin yapısal hastalıklarından en önemlisi emekçilerine üretimlerinin karşılığını ödememesidir. Marks’a göre kapitalist ülkelerde emeğin sömürülmesi ve artı değere kapitalistler tarafından el konulması sonucunda, diğer bir deyişle toplam üretimin değerinden daha az bir değer (satınalma gücü) piyasaya bırakıldığı için, toplam talep düşer, bu ise dolaylı olarak üretimin düşmesine yol açacağı için işsizlik oranı hızla yükselir. Bu durum talebin daha da azalmasını doğurur. Sonuç, kapitalizmin iktisadi buhranıdır ve dönemsel olması kaçınılmazdır. Ayrıca her yeni gelen "dönem" deki buhran kendisinden 

önce gelen dönemdekinden daha derin olmaktadır. Kapitalist devletler, dönemsel ekonomik çöküşlerden kurtulmak için savaşmak zorundadır. Çünkü başta silah ve petrol tekelleri olmak üzere, üretimin birbirine bağlı halkaları içerisinde faaliyet gösteren işletmeler, savaştan ve onun ekonomide yarattığı canlanmadan büyük kazançlar elde ederler. Ancak bunu bu şekilde açıklamaları mümkün olmadığı için bahaneler çeşitlidir: ayaklanmalar, etnik iç savaşlar, toprak işgalleri, hatta devletlerin kendileri tarafından organize edilmiş saldırılar vs..

50-60 yıldır savaşan devlet sayısı artmış ve en belirgin artış soğuk savaş sonrasında ortaya çıkmış. Örneğin 1990-1992 arasında 49 savaş olmuş. Savaşan ülke sayısının artmasının nedeni olarak küreselleşme gösterilmekte. Sanayileşmiş ülkelerdeki refah sisteminin krizi (devresel ekonomik buhranlar) nedeniyle hassas gruplar arasında şiddet çatışmaları artmış ve böylece savaştan etkilenen sayısı da artmıştır. 

Savaşlar daha çok üçüncü dünya ülkelerinde olmaktadır. II. Dünya Savaşı’ndan beri 181 savaşın 170’i üçüncü dünya ülkelerinde olmuştur. 

Savaşlarda masum halklarda, askeri güçlere oranla daha fazla ölüm görülmektedir. Genelde siviller üzerine olan ataklar savaş stratejilerinin bir parçasıdır.

Günümüz savaşlarının bir özelliği de çocukların asker olarak kullanılmasıdır. Her yıl dünyada 300 000 civarında çocuk, asker olmaktadır. Küçük olmaları, göze çarpmamaları ve kolaylıkla telkin edilebilir olmaları nedeniyle uç terör (canlı bomba gibi) eylemlerinde de kullanılabilir olmaları çocuk askerlerin sayılarının giderek artmasına neden olmuştur. Afganistan’da 17 yıl süren savaşta, askerlerin %45’i 18 yaşın altındaydı. Akıl almaz ama, (savaşlarda akıl devre dışı kalır zaten) çocuklar diğer çocukları ya da aile bireylerini öldürmeye zorlanmışlardır. Toplam sivil kayıplar içindeki çocukların oranıysa Afganistan’da %61; Irakta %50; Sudan’da %48; Kongo’da %68. 29 Eylül 2000 tarihinden bu yana ikinci intifada öldürülen Filistinlilerin %45'i çocuk.

Yani sivillerden en çok çocuklar ölmüş!

Çocuklar savaşta ölüm dışında yaralanma, sakatlık, hastalık, tecavüz, fuhuşa zorlanma ve psikolojik sorunlar da yaşıyorlar. 

SAVAŞ ÇOCUKLARA PSİKOLOJİK OLARAK NE GETİRİR YA DA NE GÖTÜRÜR?

Çocukların en temel ihtiyaçlarından biri güvende hissetmektir. Aslında hepimizin öyledir, ancak çocuklar kendi kendilerine hayatlarını idame edecek varlıklar olmadıklarından yani bağımlı oldukları, biyopsikososyal gelişimleri devam ettiği ve ego güçleri yeterli olmadığı için çevresel değişikliklere daha hassastırlar. Savaşta çocuklar ruhsal olarak fizikselden daha çok yaralanır ancak daha az tedavi edilirler. Savaşın psikolojik etkileri çocuğun yaş, cinsiyet, kişilik ve çocuğun kültürü ile önceki deneyimlerine bağlıdır. Olayların doğası ve çocuğun olaylara maruziyeti de önemli faktörlerdir. Psikolojik etkiler savaşın yarattığı diğer sorunlardan – fiziksel yaralanma, aile üyelerinin, evin veya toplum desteğinin kaybı- da beslenir.

Çocukların savaş sırasında maruz kaldıkları terör ve acı olaylara bağlı posttravmatik stres sendromu gelişebilir. Savaştan etkilenmiş çocuklarda ailelerindeki ağır kayıplar ve parçalanmalar yüksek oranda depresyon ve anksiyeteye yol açar. Psikolojik kaynaklı bedensel rahatsızlıklar, intihar davranışı, aile içi şiddet, alkol-madde bağımlılığı ve antisosyal davranışlar da ortaya çıkabilir. Savaşın yarattığı ahlaki çöküntüden tavır ve değerler de etkilenir. Korkudan etkilenen çocuklarda saldırgan davranış kendini milliyetçi tavırlarla ortaya çıkarabilir. Bu çocuklara, yakınları arasında daha üstün bir gözle bakılır. Kendine zarar verme eğilimi, örneğin nişancılık oynarken hedef olma gibi oyunlarla savaşı oynamak, gerçek savaşın içinde yer almadan bir önceki adımdır.

Toplumun direnişinin içinde aktif olarak yer almak ve tepkilerini savaşın baskılarını bu yolla kontrol altına almak bazı çocuklar için psikolojik açıdan koruyucu da olabilir. Çocuklar silahlı çatışmalarda rol almaya ve kendilerini cesur hissetmeye eğilimli olsalar da, kendilerini büyüten erişkin rollerine öykünseler de, duygusal olarak gelişmemişlerdir.

Çocuklarımıza güvenilirliğimizi hissettirebilmek ve dünyaya güvenebilmesini sağlamak için senelerce uğraşıyoruz. Tutarlı kurallar, güvenli bir ev, iyi ve güvenilir bir okul, ihtiyaçlarını elden geldiğince karşılamaya çalışan ebeveynler, kucaklayan koruyan kollayan sosyal çevre hepsi savaş ya da terör ortamında dağılır. En önemlisi keyif ve güvenin yerini korku ve endişenin almasıdır. Çocuk bazen yaşı ve gelişim düzeyi gereği neler olup bittiğini tam olarak algılayamasa da erişkinlerin kaygılı olduğunu anlar ve bu kaygılanması için yeterlidir. Ciddi hayati tehdit altında, Roberto Benigni’nin “Hayat Güzeldir” filmindeki gibi çocuğuyla nazi kampındayken, bir oyun oynar gibi keyifli ve komik olabilen kaç kişi vardır? Az sonra öldürüleceğini bile bile çocuğuna kocaman gülümseyebilen?

Ölümlü olduğumuzu bilen yegane varlıklar biziz. İnsan olmak ölümü bilmekle şekilleniyor diyebiliriz de. Ölümü yadsımaya çalışmakla geçer ömrümüz. Ölümsüzlük arzusu, yaratıcılığın itici güçlerinden biridir. Ölüm yokmuş gibi kavga eder, incir çekirdeğini doldurmayacak konulardan mutsuz oluruz. Tarih ölümsüzlük fantezileriyle doludur: Mısırdaki piramidler, mumyalanma, başka dünyada sonsuz güzellikte yeni bir yaşam vadeden dinler, reenkarnasyon inanışları, şimdilerde anti-aging terapiler.. Gündelik hayatta her hapşırana çok yaşa değişimiz gibi ölümlülüğü, ölümü kontrol etmeyi istiyoruz. Yani en kontrol edemediğimizi.. Fakat savaşta ölüm, hiddet ve salt kötülükle çırılçıplak karşılaşır insan. Çocuklara anlatmaktan bile kaçındığımız konular.. Erişkinlerin bile çok zorlandığı durumlarda çocuklar ne yapar? Yaşayarak görmek istemiyorsak çocuklarımızın yerine de savaşa karşı durmak zorundayız. Şimdi önlemek, sonra savaşın yaralarını sarmaya çalışmaktan çok çok kolay. 

Albert Einstein’ın, Freud’a yazdığı mektuptan bir soruyla bitirelim: “Ben barış için mücadele etmek istiyorum. İnsan savaş hizmetini reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. İnsanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden acı çekmesinden daha iyi değil mi?”

Kaynaklar: 

*UNICEF (2013). The State of The World’s Children 2013.

* Çocuklar ve Savaş, HASUDER, 2014

* Savaş ve çocuklar, TTB Broşürü, Prof. Dr. Şükrü Hatun

* Michael C B Plunkett, David P Southall,  Archive of Disease in Childhood 1998;78:72-77