Çocuğu etiketlemek

Deniz Arık Binbay

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

“Bizimki pek huysuz dün gece sabaha kadar uyutmadı.” 

“Bu var ya bu, çok aksi, bütün gün ağladı.”

 “Sudan bile korkuyor, korkak bizim oğlan.” 

“Hiperaktif, bir dakika yerinde durmuyor.” 

“Bilmiyor musun bizimkini? Mızmızın tekidir.” 

Bu cümleler sizin için de tanıdık mı? 

 Çocuk hasta ya da yorgunsa “huysuz”

Biraz fazla ağlasa karşı koysa “aksi”

Meraklı  olsa “yaramaz”

Hareketli olsa “hiperaktif”

Korksa, kendini kollasa “korkak” etiketini yemesi işten bile değildir. Hatta şımarık, gıcık, sinir, pis, aptal gibi daha çok sözel şiddet içeren olumsuz etiketler de sayılabilir. 

Bir de annesine “eziyet eden çocuk” kavramı var. Annesini üzen, çok ağlayan anlamında kullanılıyor, bir de belki sınır tanımayan çocuk anlamında. Sınırları verecek ve koruyacak olanlar sınır koyamayınca fatura çocuğa çıkıyor. 

Çocuk ağlıyorsa, huzursuzsa, öfkelendiyse, hareketliliği arttıysa öncelikle alttaki sorunlara, yani çocuğu bu noktaya getiren sorunlara bakmak gerekir. Nedensellik bunu gerektirir. 

Bazen de dönemsel özellikler kişilik özelliği gibi algılanır, öyle söylenir. 2 yaşında olup inatçı olmayan çocuk var mıdır? Ama özellikle “büyükler”, “aa, yandınız, çok inatçı olacak bu” der dururlar genelde. Dönemsel bir özellik olduğunu anlatmak çoğu kez işe yarar. 

Birçok ebeveyn çocuğa gereğinden fazla bir irade atfetmekte. “Bilerek yapıyor”, “bana karşı yapıyor”, “özellikle, beni sinir etmek için yapıyor” “beni kullanıyor” gibi. Bu algılama biçimi hem öfkeyi artırıyor hem de varsayılan etkiye bir tepki olarak kontr-öfke, kontr-gıcıklık, kontr-herneyse onu tetikliyor. O anda yüzeyde görünen sorun, çocuğun anne babaya olan davranışıyla ilgili olsa bile çoğu kez altında yorgunluk, kıskançlık, açlık, kızgınlık, hayalkırıklığı, öfke yani bir duygu ya da bir ihtiyacın karşılanmamasına bağlı bir hoşnutsuzluk yatar…  

Çocuk kendi duygularını ayrıştırma, tanımlama ve çözümleme açısından yeterli olgunluğa, beceriye sahip değildir. Ergenliğine kadar zaman zaman ama özellikle okul öncesi dönemde hergün defalarca tanımlayamadığı duygularını çocuğa tercüme etmek, duygularıyla nasıl baş edebileceğini göstermek, yollar sunmak gereklidir. Özellikle ilk 2 yıl çocuğun içinde bir duygu yumağı vardır. Örneğin acıkır, bir şey hisseder, bu kötüdür, ne olduğunu tam olarak bilemez, çoğu zaman ağrının yerini bile tanımlayamaz. Duygularını ayırt edebilme ve tanımlayabilme yetisi (mutluyum, kızgınım, üzüldüm, utandım gibi), anababanın çocuğun duygularını ne kadar anlayabildiği, ve ne kadar anlamlandırıp ona geri verebildiğiyle ilgilidir.

Yani örneğin çocuğunuz hiddetle bağırmaya başladığında ne yapıyorsunuz?

A) Ceza veririm

B) Şımarma der, bi tane vururum ( a şıkkının devamı mahiyetinde)

C) Ben de bağırırım ki bağırmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlasın ( Halbuki bundan öğreneceği tek şey bağırmaya bağırmayla karşılık verilmesi gerektiğidir.)

D) Susması için istediğini hemen yaparım (örneğin hemen dondurma alırım yani bağırmasını ödüllendiririm)

E) Neden sinirlendiğini anlamaya çalışırım ve bunu ona da söylerim. “Şimdi sen bana çok kızdın sanırım.”

Altta yatan isteğini anlamak için açıkça sorarım “ Ne yapmamı isterdin?” ve ardından istediğini neden yapamadığımı, anlayacağı basit bir dille, net bir şekilde anlatırım.”İşe yaramıyorsa konuyu değiştirip çocuğumu olumlu bir duyguya çekmeye çalışırım. Örneğin komiklik yapar güldürmeye çalışırım. Öfkesi yatıştıktan, çocuk sakinleştikten sonra yaşananları bire bir konuşmak için sakin bir yere götürür önce çocuğa neler hissettiği, neden böyle olduğunu düşündüğünü sorar sonra da olanları kendimce açıklar, nasıl olmasını istediğimi söylerim. Diyelim çocuğunuz kreşten ya da okuldan geldi, tatsız mutsuz görünüyor. “Ne oldu? Okulda bir sorun mu yaşadın?” diye sordunuz ve cevap vermedi. Merakınız ve zamanla kızgınlığınız artmaya başladı. Huysuz işte. Ya da uyuz. Öyle mi gerçekten? Şunu bilin ki çocuk ya yaşadığı olayı anlamlandıramamıştır ya da size anlattığında vereceğiniz tepkilerden korkuyordur. Belki de kendisi 

bile neden canının sıkkın olduğunu bilemiyordur. Bazen bize de öyle olmaz mı? Sebebini tam bilemeyiz ama birden canımız sıkılır, günümüzün yarısı tatsız geçer. Halbuki dinlediğimiz bir şarkı, gördüğümüz bir şey ya da birinin bir sözü ya eski kötü bir anıyı tetiklemiştir ya da içimizde bir çatışmaya sebep olmuştur. Bir erişkinin bu nedensel bağları kurması bile çok zorken ve zaman alırken, bir çocuğun olan olayla kendi duygusu arasında bağ kurması daha da güçtür ve uzun süreli yardım gerektirir. Bu örnekteki gibi her etiketin altında başka bir duygu ve neden yattığını akılda tutmak gerekir. 

Etiketlenen çocuk, anlaşılmadığını ve değersizleştirildiğini hisseder. İşin kötüsü bunu ebeveynlerinden sık sık duyan bir çocuk söylenenleri içselleştirir ve kendisini “huysuz, gıcık, kıskanç vs.. “ şeklinde tanımlamaya başlayabilir.

Etiketler aslında hayatımızı kolaylaştırmaya yarar. Önceleri sadece iyi ve kötü etiketleri vardır elimizde biri siyah biri beyaz. Küçük bir bebek gelen uyaranları sadece iyiler ve kötüler olarak ikiye ayırır. Duygusal etiketler, olayları hatırlamamızda yardımcı olur. Zihnimizde çekmeceler varmış gibi düşünebiliriz, çekmeceler üzerinde etiketler vardır ve böylece akılda tutmak hem kolaydır, hem de daha az enerji gerektirir. Ayrıca dış dünyadan sürekli gelen uyarıların sınıflandırılması için gereklidir. 

Başka türlüsü kaosa yol açar. Koruyucudur, tehlikeli ya da bize acı veren durumların daha hızlı farkına varmamıza neden olur. Bu mekanizma tüme varım prensibiyle çalışır. Parça=bütün gibi işlem görür. Örneğin huzursuzken çocuğun yaptıği bazı hareketler tıpkı huysuz bir çocuk gibiyse, o bizim gözümüzde “huysuz biri” olmuştur. Bir duruma has bir davranışı etiketlediğimizde kişi (çocuk) zamandan, mekandan, durumdan soyutlanmıştır. 

Tersyüz filminde, filmin kahramanı 11 yaşındaki Riley’in zihnini kumanda eden neşe, tiksinti, öfke ve hüzün duyguları son derece sevimli görsellikleriyle bu konuyu çok iyi anlatmış. Bir parantez olarak, zihnin işleyişini anlamak açısından 5 yaş üstü çocuğunuzla beraber izleyebileceğiniz güzel bir film olarak önerebiliriz. Herkesinin zihnindeki çekmecelerin çeşitliliği kendi duygusal repertuarıyla doğru orantılıdır. Kendi iç dünyamızı ne kadar iyi tanıyorsak, kendi duygularımızı nasıl anlamlandırıyorsak çocuğumuzu da o şekilde anlarız. Hatta bu etiketlemeler nesilden nesile aktarılan bir durumdur ancak bu konuyu başka bir yazıda ele almak uygun olur.

Dış dünyayı anlamlandırmaya ve sınıflandırmaya yardımcı olan bu etiketleme mekanizmasının bir de bedeli vardır:  özellikle olumsuz etiketler özneyi tektipleştirir, değersizleştirir, hacmini ve boyutunu azaltır, sabitler, hapseder. Adeta bir kişilik özelliği, değişmez bir özellik olarak içselleştirilen olumsuz etiketler, ileri yaşlarda erişkinin kendilik imgesini oluşturur ve tabii ki çarpık bir imgeye yol açar. Son zamanların favori kavramlarından özgüveni zedeler..

Kendimizi, çocuklarımızı, kimseyi etiketlemediğimiz günler dileğiyle…