Kardeşleri dost etmenin yolları...

Deniz Arık Binbay- Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Geçen hafta, Kardeşleri Düşman Etme Kılavuzu yazımızda “Kardeşleri arkadaş etmek de, düşman etmek de temel olarak ebeveynlerin elindedir. Tıpkı halkları düşman etme becerisinin, otoriteyi ellerinde bulunduranların, iktidarların yedeğinde olduğu gibi… Peki bizler, halkları kardeş, kardeşleri arkadaş kılmak isteyenler neler yapmalıyız?” diye sormuştuk. Bu hafta anne babalara yönelik daha somut önerilerle devam ediyoruz.

Önce kendi çocuklarımızdan, sonra tüm çocuklardan başlayarak paylaşmayı ama sınırlarını da korumayı öğretmeliyiz. Farklılıklarını kabullenmelerini ve birbirlerini anlamalarını sağlamalıyız.

Peki bunları nasıl sağlayacağız?

Aslında bu süreç, ikinci hamilelikten itibaren başlayan ve uzun yıllar hiç bitmeyen, yeniden yeniden tanımlanan, sınırları çizilen, bozulan ve yeniden birleştirilen bir lego gibi. Yani her adımda yeni müdahaleler ve yeni yol haritaları gerekecektir. Çocuklar büyüdükçe bireysel ve kardeşlerarası dinamikleri de değişecektir çünkü. Yaş aralığı, kardeşlerin cinsiyetleri, çocukların ve anne babanın kişilik özellikleri hepsi önemli birer değişken olmakla birlikte genel bazı önerilerle başlayabiliriz.

İlk çocuk için önerilebileceklerin başında çocuğu da işin içine katmak, gelen davetsiz misafiri “bizim bebeğimiz” haline dönüştürmek gelir. Bunun için küçük, yapabileceği görevler vermek, yapınca hemen ve kısaca takdir etmek önemlidir. Bebeklerin özellikle 1-2 yıl sık sık ağlamalarını tercüme etmeniz gerekir. “Yaramaz işte o yüzden ağlıyor” diye anlatıyorsanız çocuk, kardeşini “yaramaz= kötü” diye etiketleyecektir.

Kardeşine kızdığında (bebekken bile kızacaktır) mümkün olduğunca birebir konuşun. Başka bir odada neye kızdığını, neler olduğunu sorun. Karşı yanıt ve çözüm üretmeden önce anladığınızı hissettirin. En çok işe yarayan bu olur genelde. Ve sizin de bazen aynı şeyleri hissettiğinizden bahsedin. Örneğin “Evet, bazen ben de çok kızıyorum kardeşine” deyin (Doğru değil mi?). Bundan sonra da kızgınlığınızla nasıl baş ettiğinizi açıklayın ki baş etme yöntemini öğrensin. Örneğin: “Çok ağlıyor ve oyuncaklarını paylaşmıyor, inatlaşıyor, haklısın ben de bazen çok öfkeleniyorum. Ama bu geçici bir durum. Biraz daha büyüyüp oyuncaklarını paylaşmayı öğrendiğinde bunun geçeceğini hatırlıyorum ve daha iyi hissediyorum. Çünkü her çocuk bu yaşta böyledir ve sonra geçer. Paylaşmayı öğrenebilmesi için ona zaman vermemiz gerek. Bazen daha değişik bir oyuncak verince elindekini bırakıyor, bunu deneyebilirsin şimdilik” gibi. Yalnızca olumsuz duygularda değil, olumlu duygularda da duygu birliği yaratabilmek önemlidir. Özellikle espriyi ve gülmeyi bol bol kullanmak ortamı yumuşatacaktır. Küçük kardeşin yaptığı komik şeylere beraber gülmek, espriler yapmak duygudaşlık sağlar ve aynı tarafta olduğunuz hissini kuvvetlendirir. Sık yapılan bir benzetmedir ancak doğrudur: bir çocuğa kardeş gelmesi, sevgilinizi başkasının kolunda görmek gibidir. Dolayısıyla bir rakibi çocuğun gözünde sevilebilir, tehlikesiz (tahtını tehlikeye atmayan) biri haline getirmek zor zanaattir.

“Ablasın/abisin” dememeye çalışın. Zaten abla/abi olmaktan keyif alacağı zamanlar gelecek ve bunu kendisi söyleyecektir, ya da çevredekilerden duyacaktır. Abi/abla olmanın bedeli ağır gelirse bundan keyif de alamamaya başlayabilir. “Sen abisin sen sus, sen kızma, sen ağlama, annene yardımcı ol vs vs…” denen aslında küçük bir çocuktur. Ama yeni gelen bebekle birlikte ailesinin gözünde hemen büyümüştür. Çocuk taşıyamayacağı bir yükün altına girdiğini hisseder, öfkesi, korkuları, huzursuzluğu artar.

Özellikle küçük kardeş anlayabileceği yaşa geldiğinde (genelde 3 yaş civarında) birine aldığınız ya da verdiğiniz bir şeyi ya da benzerini mutlaka diğerine de alın/verin. Bunun aynı nesne olması gerekmez, ihtiyacına göre belirleyebilirsiniz. Çok fazla boyut ve özellik farkı olmamasında yarar var.

Yaş aralığı tabii ki kardeş rekabetinde çok önemlidir. Geçen haftaki yazıda bu konudan bahsetmiştik. Çocuğun rekabet sorunlarının belirgin olduğu 3-5,5 yaşları arasında kardeş doğumu teorik olarak daha çok zorluğa yol açar.

Küçük çocuk 2 yaşına yaklaştığında (anal döneme girdiğinde), büyük çocuğun da o yaştaki bir çocuk gibi davranmaya başladığı dönem en zor dönemlerden biridir. Evde tutturma, “benim” “hayır benim” sesleri, itişme tepişme, öfke gırla gider. Anne babalar “Hadi küçüğü anladık da bu koca çocuğa ne oluyor?” der genelde. Bunun adı “gerileme”dir. Kendimizden de biliriz aslında, örneğin biri karşımızda inatlaşmaya başlarsa, aslında hiç niyetimiz olmadığı halde içimizden inatlaşmak gelir. Paylaşmayan biriyle biz de bir şeyimizi paylaşmak istemeyiz. Bunu erişkin olarak, ideolojik olarak “yapılması gereken” üzerinden davranışımıza yansıtmayabiliriz tabii, ama içimizde direnen yanı hissedebiliriz. Çocuklarda bu daha denetimsiz bir şekilde olur. Duygular daha çok kumanda başındadır çünkü.

En önemli, sık sık hatırlanması gereken noktalardan biri büyük ve küçük kardeşle ayrı ayrı özel ve kaliteli zaman geçirmek sanırım. Buna bir isim vermek de, altını ve sınırını çizmek açısından önemli. Anne-kız/oğul ya da Baba-kız/oğul günleri yapmak gibi. Bu bazen saatlerle sınırlı da olabilir. Her çocuğun hem özel olduğunu, hem de bütünün parçası olduğunu hissetmesi amaçlanmalıdır. Bu nedenle özel zamanlar ve ailedeki herkesin katıldığı keyifli toplu etkinlikler (aile dansı/ aile oyunları/toplu masal saati gibi) planlamayı ihmal etmeyelim

Rekabette zorlanan çocuklar için neler önerilebilir?

Rekabeti tetiklememek için “kim birinci olacak”, “yemeğini kim önce bitirdi”, “kim daha çok büyüdü”, “kim önce uyuyacak”, “kim …yı daha iyi yapıyor” gibi ebeveynin işini kolaylaştırır gibi görünen keskin bıçak cümlelerden kaçınmayı öneriyoruz. Rekabeti yakıcı bir duygu olarak yaşayan çocukta çivi çiviyi söker mantığı ters teper. Bu yaklaşım yangına körükle gitmeye benzer. Daha rekabetçi ve daha mutsuz çocuklar yarattığımız gibi, yemek yemenin, uyumanın, büyümenin, her neyi rekabet konusu haline getiriyorsak onun keyfini de kaçırmış ve anlamını saptırmış oluruz. Örneğin yemek yemek çocuğun sağlıklı ve mutlu olması, büyümesi için değil de birilerini yenmek için yapılması gereken bir şeymiş gibi anlamsızlaşır.

Günümüzün rekabetçi ortamında bizler, inadına paylaşmanın, karşımızdakinin farklılığını anlamanın, bunun için önce birbirini dinlemenin ve beraber oyunlar kurmanın yollarını öğrenmeli ve çocuklarımıza da öğretmeliyiz.

Paylaşmak her zaman her koşulda güzel midir?

Paylaşmak güzeldir. Ancak paylaşmakta gönüllülük esastır. Çocuğun o an, o gün paylaşmayı istememe hakkını da kendinde görebilmesi gerekir. Özellikle de 1,5-3 yaş arasındaki çocuklarda paylaşmaya zorlamak fiyaskoyla sonuçlanır. İsteği dışında yapılan girişimler öfke, hem de yıkıcı bir öfkeyle sonuçlanır. Bağırma, vurma, fırlatma, tepinme… bilirsiniz… Çocuk söze değil eyleme bakar: yani sizin diğer insanlarla ne kadar paylaştığınıza. Paylaşmaktan keyif alabilmeyi deneyimlemesi önemlidir. Paylaşmak keyiflidir, beraber oynanır. 1+1 paylaşınca bazen 3, bazen 5 eder.

Bu yazılanlar sadece kardeşlik ilişkisinde değil, arkadaşlık ilişkilerinde ve birçok çoklu ilişkide de benzer şekilde işler. Çocuğun ilk ben ve öteki ayrımını yaptığı, ilk kez rekabetle tanıştığı alan aile içi olduğu için kardeşlik ilişkisini daha çok önemsiyoruz. Rekabet sorunlarını kardeşleriyle daha erken halleden, “kardeş” olabilen, başka bir çocuğun farklılığını kabullenebilen çocuklar daha sağlıklı yetişkinler olur ve ilerde sosyal yaşamlarında daha az sorun yaşarlar.

Farlılıkların tanınması ve kabullenilmesi ayrışma ve kopmaya değil, yakınlaşmaya ve benzeşmeye yol açar.* Kardeşler arasındaki farklılıklar için geçerli olduğu kadar, kadın erkek arasındaki farklılıklar, etnik gruplar, ırklar için de aynı şey geçerlidir.

*Talat Parman, 8 Mart 2015, İzmir Odağ Psikanaliz ve Psikanalitik Psikoterapiler Vakfı’ndaki konuşmasından

Katkı ve öneriler için; [email protected]