Güvensiz ve zor koşullarda çocuk yetiştirmek üzerine: Oda

Deniz Arık Binbay- Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Belki kış vakti camı kırık kerpiç bir evdesiniz, belki dışarıda bombalar patlıyor, belki sürgünde, belki sadece küçük bir odada yıllarca kimseyi görmeden yaşatılıyorsunuz. Belki özgürlüğünüz elinizden alınmış, belki başınızda keskin bir kılıç hissetmektesiniz, belki her an evden almaya gelirlerse diye korkuyorsunuz, belki evden çarşafsız çıkamıyorsunuz, belki sabahın kör karanlığında çıkıp gecenin bir vakti eve girebiliyorsunuz, belki kimsenin sizin yaşadığınızdan haberi yok, belki her gün dayak yiyorsunuz, tecavüze uğruyorsunuz ya da dayaktan beter sözler işitiyorsunuz, belki sık sık yakınlarınızın ölüm haberlerini alıyorsunuz,  belki de bunlar başınıza gelir diye korkuyorsunuz… Bir de bu koşulda bir çocuk büyütüyorsanız, bir çocuğun büyümesine eşlik ediyorsanız içinizdeki korku daha büyük, güç daha çok olur, belki..

Güvensiz ortamlarda çocuk yetiştirmek üzerine düşünürken bir roman geldi aklımıza ve bu hafta zor zamanlarda çocuk yetiştirmenin güzel örneklerinden birini veren sürükleyici, etkileyici, içerden ve iyi kurgulanmış bir romanı sizinle paylaşmak istedik.

Emma Donoghue’nun kitabında işte bu zor koşullardan birinde yaşayan, daha doğrusu bu zor koşulun içine doğmuş olan bir çocuğun, 5 yaşındaki Jack’in ağzından “dünyası” anlatılıyor. Kitabın konusunun detayına girmek filmin sonunu söylemek gibi olacağından, okumanın tadını kaçırmamak için detaya girmeyeceğiz. Kitabın arkasındaki kısa tanıtımla yetineceğiz: “Beş yaşındaki Jack’e göre, Oda bütün dünyadır: Doğduğu, Anne’siyle birlikte yemek yediği, oyun oynadığı, Televizyon seyrettiği ve Dışarısı hakkında bütün bildiklerini öğrendiği yer. Yaşlı Nick’in geleceği akşamlar, Anne onu güvenle uyuması için Gardırop’a kapatır.”

Siyasi bir yönü olmayan kitap, New York Times tarafından 2010’un en iyi 10 kitabından biri olarak seçilmiş.

Roman, 5 yaşındaki bir çocuğun ağzından, annesiyle aralarında geliştirdikleri dille ve 5 yaş çocuğunun düşünce biçimiyle yazılmış. Yaratıcı, komik ve güçlü bir anne-bebek çiftiyle karşı karşıya kalıyoruz okurken. Jack ve anne o kadar iç içe ki, Jack’in henüz doğmadığı bile söylenebilir. Romanda olduğu gibi olağanüstü hal koşullarındaysanız örneğin bebeğiniz 2 yaşına geldiğinde memeden kesmemiş olmak sizi suçlu hissettirmez, belki 5 yaşına kadar emzirebilirsiniz de. Önemli olan hayatta kalmak ve hayatta tutmaktır.

Jack, farkında olmadan, anlattığından daha fazlasını biliyor ve okur da, anlatılandan daha fazlasını hissediyor. Aslında her çocuk anne babasının, ama özellikle annesinin bilinçaltını sezer hatta bazen annesinin bilinçaltının sözcüsü olur. Örneğin annesi çocukken tecavüze uğramış olan bir çocuk, hiç bilmediği halde, yani bilgi olarak bilmediği halde, tecavüz korkusu nedeniyle çocuk psikiyatristine başvurabilir.

Romandaki etkileyici bir şekilde vurgulanan ve zor, hatta travmatik koşullarda çocuğu koruyucu bir işlev gören temel faktörlerden biri: “rutin”dir. Rutin koruyucudur, hemen her zaman. Çünkü belirsizliğin içinde belirli ve tanımlı bir alan sunar. Anne babasını kaybeden çocuklar için örneğin birkaç gün sonra artık okula gitmeye başlaması önerilir. Rutinin devam etmesi kısmen güvende hissettirir.

Bir diğer koruyucu faktör sıcak ve doyumlu bir ilişkidir. Jack’in annesiyle ilişkisi gibi. Bazı hastalarımız vardır, o kadar travmatik koşullardan sağ kurtulmaları bile mucizeyken, ruhsal açıdan ufak sıyrıklarla çıkmışlardır. Bu durum hekimde hayret uyandırır. Çoğunlukla öyküde çocukla yakından ilgilenmiş olan sağlıklı, neşeli, yaratıcı bir akraba ya da yakın biri bulunur.

Üçüncü faktör “kontrol duygusu”dur. Yani kontrol edebildiğimiz bir şeylerin olduğunu hissetmek. Hiçbir zaman her şeyi kontrol edemeyiz. Özellikle  özgürlüğümüz kısıtlanmışsa, örneğin savaştaysak, ya da başka biri tarafından rehin tutuluyorsak, bir dikta rejimindeysek ya da hapisteysek. Kontrol edebildiğimiz çok az şey vardır, ama vardır. Arjantin’de diktatörlük döneminde hapiste işkence gören mahkumlardan sağlıklı kalanların yemeklerini verildiği anda değil, kendi istedikleri anda yiyen mahkumlar olduğu söylenir. Yemeğini kendi istediğinde yemek, kişiye bir kontrol ve güç duygusu verir: zalime boyun eğmemektedir. Kendiliğini korumaktadır. Böyle kişiler karşıdakinin tahakkümü altında ezilip erimez, kimliği, kişiliği buzun eriyip suya karışması gibi yitip gitmez, bir miktar aşınır.

Dördüncü koruyucu faktör meşguliyettir. Romandaki anne çocuk çiftinin günleri dolu dolu geçer, adeta boş vakitleri yok gibidir. Bir düşünceyi aklımızdan atamadığımızda, ya da çocuğumuzu bir duygunun pençesinden kurtaramadığımızda devreye içinde hareketin ve yer değişikliğinin olduğu bir aktivite sokmak iyi bir fikirdir. Örneğin işyerindeki bir sorunu düşünmek istemiyoruz. Oturup o düşünceyi düşünmemeye çalıştıkça tek düşüneceğimiz aynı sorundur. Kalkıp birileriyle konuşursak, dışarı çıkar bir yürüyüş yaparsak, bozuk bir aleti tamir etmeye girişirsek o zaman unuturuz. Yani zihnimizin ve bedenimizin meşgul olması gerekir.

Tüm bunlar çözebileceğimiz hatta çözmemiz gereken sorunları düşünmekten ve çözmekten alıkoyacak yöntemler olarak değil; değiştiremeyeceğimiz durumlarda, koşulları değiştirebileceğimiz zamana kadar ruh sağlığımızı koruyabilmek için önerilen yöntemler olarak ele alınmalıdır.

Romanla ilgili eleştirilere gelince, Amerikan şarkılarına, çocuk kitaplarına ve çizgi film kahramanlarına pek çok göndermeyle dolu olan ilk bölüm, romanı Türkçe çevirisinden okuyanlar için yabancı öğelerle dolu. Bu nedenle çeviride de aksamalar oluyor. İkinci bölümdeyse, ilk bölümdeki derinliğin aksine daha çok Amerikan aksiyon filmlerindekine benzer bir yüzeyelleşme ve didaktikleşme biraz tat kaçırıyor olsa da Jack’i tanımak, dünyasına ve odasına girmek, yaratıcı annesinden zor zamanlar için taktikler öğrenmek, Jack’in parlak felsefi sorgulamalarına ortak olmak için özellikle ebeveynlere kuvvetle önerdiğimiz bir roman, Oda.

Okuyun, sonra konuşuruz…

Oda

Emma Donoghue
Çeviren: Gül Çağalı Güven

Doğan Kitap, 2011

Katkı ve öneriler için; [email protected]