Çocuklarımıza kendini korumayı nasıl öğreteceğiz?

Deniz Arık Binbay- Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Geçen hafta Özgecan’ın ardından kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin düşündürdüklerinden bahsetmiştik ve bu toplumsal hastalık haline dair yapabileceklerimizi üç başlıkta toplamıştık. Bu hafta en kısa erimli olan hedefimizle başlıyoruz: Çocuklarımıza kendini korumayı öğretmek.

Cinsel istismara uğrama oranları ülkemizde oldukça yüksek. Kolaylıkla dile getirilebilen bir durum değil. Çocuklar korktukları, erişkinler ise sosyal baskı (ayıplanma, etiketlenme) nedeniyle saklama eğiliminde oluyorlar. Bu nedenle de yaygınlığına dair veriler gerçek oranların çok altında kalıyor. Tam olarak ne kadar yüksek olduğunu bilmemiz zor olsa da her beş kız çocuğundan birisinin ve her sekiz erkek çocuğundan birisinin cinsel istismara (taciz ya da tecavüz) uğradığını söyleyebiliriz. Kızlar için yaşla birlikte istismara uğrama olasılığı artıyor.

Önemli bir nokta da travmayı gerçekleştirenlerin çoğunluğunun genellikle mağdurun tanıdığı bir erkek olması: Uzak aileden (kuzen, amca, dayı, dede), üvey baba, komşu, öğretmen ya da benzeri bir otorite figürü, hatta çekirdek aileden (genelde abi ya da baba). Daha nadir olmakla birlikte yakın bir kadın akraba (teyze, hala) ve hatta öz anne tacizine uğramış olduğu bilinen vakalar da var. Belki inanılmaz geliyor ama maalesef durum bu. Ve bu durumda, çocuğumuza bu olası tehdit dolu çevreye karşı kendini korumayı öğretmek yapmamız gerekenlerin ilk başında yer alıyor.

Peki, biz çocuklarımıza neleri öğretmek istiyoruz?

Bedenim bana ait!

Hoşumuza gitmeyen, bize kendimizi kötü hissettiren her tür dokunuş ve yaklaşım tacizdir. Halbuki beden sınırları bizim ülkemizde siliktir, hele de çocuklar söz konusuysa. Çocuklar sıkıştırılır, istemese de tutulup öpülür, poposu avuçlanarak sevilir, hatta poposu ısırılır.

İlk yaşlardan itibaren çocuğumuza beden sınırlarını korumayı öğretmek, daha sonra karışılacağı tacizkâr durumları garipsemesi açısından önemli. Hep kendi isteği dışında şapır şupur öpülmüş, hatta poposu ellenmiş, ısırılmış bir çocuk bunları normal kabul etmeye başlayabilir.

Bebekliğinden itibaren bedenine dokunduğumuzda yaptıklarımızı ve nedenlerini açıklamak -şimdi bezini değiştireceğim ve poponu sileceğim; banyodan sonra vücudun kurumasın diye krem sürüyorum gibi-  hatta daha iyisi onun bedenine dokunurken izin almaktır. Çişin bittiyse altını yıkayabilir miyim? Dizine yara bandı yapıştırabilir miyim? Seni öpebilir miyim? gibi.

Böylece çocuk kendisine dokunulurken izin alınması gerektiğini öğrenir. Aksi bir durumla karşılaştığında garipseme ve tepki gösterme olasılığı artar.

Bu konuda bir kitaptan da yararlanabilirsiniz. Kitabın adı “Bedenim Bana Ait". 

Alman Aile Planlaması, Cinsel Pedagoji ve Danışmanlık Cemiyeti – Pro Familia'nın danışmanlığında çıkan kitap ülkemizde  Gergedan Yayınları tarafından yayınlandı. Kitapta Clara isimli bir kızın kendi ağzından bedeniyle ilişkisi, sevdiği ve sevmediği dokunuşlar anlatıldıktan sonra hoşa gitmeyen dokunuşlara tepki göstermemiz öneriliyor. “Bunu yapma. Bana dokunma. Bunu istemiyorum.” “Hayır, sana dokunmak hoşuma gitmiyor, bunu istemiyorum.”

Kitabın hem içeriği hem de çizimleri ölçülü, yalın ve net. Kitap, çocuğunuzla beden sınırlarını konuşmak ve onun sorularına göre detaylandırmak için çok uygun bir kaynak. Daha detaylı bir kaynak zaten çocuk için kafa karıştırıcı olabilir.

Özel bölgelerime kimse dokunamaz! 

Bu cümleyi 3-4 yaş civarında, çocuğun sosyal çevresi genişlemeye başladığında söylemek gerekir. Anlayabileceği bir dille konuşulmalıdır: “Memeler, kuku/pipi, popo bunlar özel bölgelerimizdir. Bu bölgelere senden başka kimse dokunmamalıdır. Ben ve baban, kreşte öğretmenin tuvaletini yaptıktan sonra temizlik amacıyla dokunuyoruz; ya da doktorlar bazen muayene etmek için dokunabilirler; bunları kastetmiyorum” denebilir örneğin.

Ayrıca “İyi dokunuşlar ve kötü dokunuşlar vardır; özel bölgelerimiz dışında bedenimizin herhangi bir yerine dokunulduğunda kendimizi kötü hissediyorsak, hoşumuza gitmiyorsa bu iyi bir dokunuş değildir.” denebilir.

Tüm bunları konuşurken çocuğumuzu korkutmamaya özen göstermeliyiz. Yüz ifademizin ve ses tonumuzun nötr olması, kaygılı korkulu olmaması önemlidir.

Bu konu ebeveynler için çok endişe verici bir konu olduğu için kendimizi denetlemek pek de kolay değildir. Verdiğiniz başka bilgilerde olduğu gibi, örneğin bitkilerin nasıl büyüdüğünü anlatırkenki ses tonu ve yüz ifadenizi hatırlamaya çalışabilirsiniz. Anlatımımız kısa ve net olmalı, çocuk soru sorarsa detaylandırılmalıdır.

Ebeveyn olarak çocuğa bir şeyi öğretmenin en iyi yolu örnek olmaktır. Çocuk söylediğinize değil, yaptığınıza bakar. Kendi sınırlarınızı koruduğunuzu görmelidir (çocuk bunu böyle adlandırmasa da görür). Bu nedenle (ve şimdi bu yazının konusu olmayan başka nedenlerle) çocuğumuzla özellikle iki yaşından sonra dudaktan öpüşmemek, yanında tamamen çıplak kalmamak, özel bölgelerinize dokunmasına izin vermemek ve çocuğunuzun yanında birbirinizin özel bölgelerine dokunmamak önemlidir.

İstemediğimde hayır demeliyim!

 Çocuğa, özel bölgeleri ve kimsenin o bölgelere dokunamayacağını anlattıktan sonra “İstemediğin dokunuşlar olursa hayır diyebilirsin, hatta kim olursa olsun hayır demelisin!” diyebiliriz. Çocuğun tepkisine göre de gerekirse ‘hayır’ diye bağırabileceğini, çığlık atabileceğini ve güvendiği birinin yanına gitmesinin iyi olabileceğini anlatabiliriz.

Bizim ülkemizde çocuklara şeker, çikolata karşılığında “Hadi bir öp de vereyim!”, ya da “Bir öpücük ver bakalım! Sarıl bakalım!” diyenlere sık rastlanıyor. Hatta bazen bunu en yakınlarımız, aile büyükleri de yapabiliyor. Çocuğumuzun yanında bu davranışlara karşı net bir tavrımızın olması çok önemli: Çünkü, çocuğumuz hayır diyebilmeyi de bizden öğrenecek.

Hayır demenin ayıp olduğu bir toplumda bireylerin sınırları da olmaz, sınır ihlalleri de istismara dönüşür. Hayır demek koruyucudur. Çocuğumuza öpücük için rüşvet vermemek ve başkaları tarafından rüşvet verilmesine izin vermemek, o anda kim olursa olsun müdahale etmek, sınır koyma anlamında çocuğunuzun örnek alacağı bir davranış olacaktır.

Kırıcı olmak zorunda da değiliz. “Bir dakika. Kusura bakmayın, şeker için birbirini öpmek bana uygun gelmiyor. İnsanlar birbirini sevdiği için ve istediğinde öpmelidir. Değil mi?” diyebilirsiniz ya da sizin bulacağınız daha yaratıcı bir cümle olabilir. Hayır demeyi, bazen ‘kötü’ olmayı biz göze alamazsak çocuğumuz hiç alamaz.

Güvendiğim bir büyüğüme anlatmalıyım!

Araştırmalara göre ikinci günden sonra istismar yaşantısının anlatılma oranı giderek azalmaktadır. Çocuğun yaşadığı bir sorunu erken dönemde ebeveynlerinden en az biriyle paylaşması çok önemlidir ve en koruyucu olan da budur. Bunun için daha önce yaşadığı sorunlarda nasıl tepki verdiğimiz belirleyicidir.

Örneğin çocuk, aşırı kaygılı bir ebeveynin kaygısını artırmamak için yaşadığı sorunları gizleyebilir. Bu da çocuğu her tür travmaya açık hale getirir. Ya da örneğin arkadaşıyla yaşadığı bir tartışmayı anlattığında “Arkadaşını niye kızdırdın?” gibi suçlayıcı bir yaklaşımda bulunduysak, yaşadığı cinsel bir saldırıda yine kendisinin suçlanacağı endişesiyle yaşadıklarını dile getirmeyebilir. Zaten tacizin, istismarın dile getirilmesi bazı açılardan zordur: Saldırgan genelde tanıdık ve çocuğun da sevdiği birisidir. Ayrıca, çocuk yaşadıklarını anlamlandıramaz. Bir de bunların üstüne suçlanacağını veya kendisine inanılmayacağını düşünürse yaşadıklarını söylemesi daha da zorlaşır ve iyice savunmasız kalır.

Bana inanırlar, beni suçlamazlar!

Saldırganlar sıklıkla çocuğa kimseye anlatmamasını, bunun bir sır olduğunu, anlatsa bile ona kimsenin inanmayacağını söyler. Çocuğa iyi sırlar ve kötü sırlar olduğu ve kendisini kötü hissettiği bir konunun kesinlikle kötü bir sır olduğu ve mutlaka kimle ve neyle ilgili olursa olsun bize anlatması gerektiği söylenmelidir.

Ülkemizde çok sevildiği üzere nasihat etmek yerine telaşlanmadan çocuğumuzu bol bol dinlemek, yaşadığı sorunlarda önce ne hissettiğini sormak, sonra neler yaşandığını olayın nasıl olduğunu anlatmasını istemek, suçlamamak, yargılamamak ve ona inandığımızı hissettirmek her anlamda çok önemlidir.

Son bir koruyucu önlem de sabit kuralların olmasıdır. Herkesin her zaman kendi yatağında yatması (çocuğun başkalarıyla aynı yatağı paylaşmasına izin verilmemesi), çocuğun kendini koruyabileceğinden emin olduğunuz bir zamana kadar kimsenin evinde anne babası olmadan yatıya kalmaması sayılabilir.

Haftaya toplumsal cinsiyetçilikle başa çıkma başlığıyla görüşmek üzere…

Katkı ve önerileriniz için: [email protected]