Çocuklara ölümü nasıl anlatalım?

Deniz Arık Binbay- Psikiyatrist

Blog: Dünyayı Verelim Çocuklara

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde... Çocuklara masallar anlatmaya alışkınız. Ama ya çocuklar gerçekleri sorarlarsa? Hatta bizi en çok zorlayan gerçeği yani ölümü sorarlarsa? Ne diyeceğiz? Nasıl anlatacağız? Bu sorulara çoğu kez hazırlıksız yakalanıyoruz.

Umudu yeşertmeye çalıştığımız bir zamanda ölümlü yazı mı yazılır diye düşünenler olabilir. Belki doğru da ama ölüm yaşamın dinamosudur. Ölümlü olduğunu bilen tek canlı türü olarak insan bu zor gerçekle baş etmek için savunma mekanizmaları geliştirmiştir.

Yok saymaya çalışır, ölüm yokmuş gibi yaşamaya gayret ederiz ama duyduğumuz haberler, televizyonda gördüklerimiz ya da mahallede bir komşunun kaybıyla çıplak gerçek sık sık yüzümüze çarpar.

Ölümsüz olma arzusu bizi yaratıcılığa da teşvik eder, kalıcı eserler bırakmaya çalışırız. Bu eser bazen bir çocuk, bazen bir kitap, bazen bir film, bazen bir dükkan olur. Ama ölümsüzlük arzusunun insanlığı ilerlettiğini söylemek yanlış olmaz.

Bizler de gelecek nesillere daha güzel, daha eşit, sömürüsüz bir dünya bırakma arzumuzun peşinden koşan kişiler olarak öncelikle çocuklarımıza ölüm gerçeğiyle baş etmeyi ve bu kaygıyı dönüştürmeyi öğretmeliyiz. Öğretmeliyiz ki ölümlü olmanın yarattığı kaygı onları felç edeceğine, yaşarken hayallerine ulaşabilmek için motive edebilsin.

Peki ne zaman anlatalım?

Sorduğu zaman ya da bu bilgiye ihtiyaç duyduğu zaman. Kedisi öldüğünde, aileden biri öldüğünde ya da çocuk ölüm kavramını arkadaşlarından vs. duyup bu konuda kafası karışıksa. Sormadan bilgi vermek çocuğu tokken beslemeye benzer, üstelik çocuk hazır değilse ölümle ilgili anlatılacaklar travmatik olarak yaşanılabilir: uyku bozukluklarına, tırnak yeme, okula gitmek istememe, yalnız kalamama gibi kaygının yol açtığı çeşitli zorluklarla kendini gösterebilir.

Çocuklar ölüm olgusunu duysalar da başlangıçta tam olarak anlamazlar, ama erişkinlerin bu sözcükle ilgili kaygılandığını, korktuğunu, konuyu kapatmaya çalıştığını, bazen de ne diyeceğini bilemediğini sezerler. O nedenle sorduklarında sakince ve nötr bir yüz ifadesiyle anlatmak gerekir. Bir doğa olayını, mesela yağmurun nasıl oluştuğunu anlatır gibi.

Ne kadarını anlatalım?

Ne kadarını soruyorsa, ne kadarına ihtiyacı varsa. Bilgi vermek amacıyla tüm ritüelleri anlatmak çocuğu rahatlatacağı yerde aksine korkutabilir.

Diyelim çocuğun bir yakını öldü. Çocukla kim konuşmalı?

Annesi ya da babası, yoksa da aileden en yakın olduğu kişi konuşmalı. Bazen aileler kendi kaygıları nedeniyle bir hekimden ya da psikologdan yardım almayı ister. Bu uygun değildir. Aile nasıl konuşacağıyla ilgili bir uzmandan bilgi alabilir ama konuşmayı çocuğun en yakınlarından biri yapmalıdır.

Ölüm anlatılırken asla uykuyla bağdaştırılmamalıdır. Uykuya benzetilerek anlatıldığında çocukta uyku bozuklukları olabilir, uyumaya korkar hale gelebilir. Doğallaştırmak, bilimsel anlatım ve giriş gelişme sonucun bir parçası olarak anlatmak çocuğu da erişkini de rahatlatacaktır.

Soyut kavramlardan kaçınmak da önemlidir. Çocuklar somut düşünürler ve soyut kavramları anlayamazlar. Hepimizde olduğu gibi çocuklarda da belirsizlik korku yaratır ve anlamadıklarını kendi zihinlerinde kimbilir ne şekillerde tamamlarlar. İşin kötüsü düşündüklerini sizinle paylaşmaları aylar yıllar alabilir. Soyut kavramlar olarak: özellikle dini kavramlardan Allah, melekler, cennet, cehennem gibi kavramları 10 yaşından önce algılamaları mümkün değildir. Bu kavramlar erişkinlerin ölümle baş etmesini kolaylaştırsa da çocukları rahatlatmaktan çok, kaygılandırır. Çünkü ölüm gibi bir bilinmezliğin yanına başka bilinmezlikler eklerler.

Ölüm anlatılırken çocuğun anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır. Doğadan örnekler vermek tercih edilebilir. Bir çiçeğin solduğunu mutlaka görmüştür örneğin. "Doğada her şeyin bir başı bir sonu vardır. Örneğin bir çiçek önce bir tohumdur, su ve güneşle büyür, bir çiçek olur ama bir zaman sonra solar, sonra başka çiçekler çıkar ve bu böyle devam eder, insanlarda da böyle. Bir bebek doğar, çocuk olur, genç olur, yetişkin olur, yaşlanır. Çok yaşlandığında ölür ve doğaya karışır" denebilir. Bu şekilde bir konuşma yaparken çocuk sözünüzü keser, başka bir konuya ya da oyuna vs geçerse ısrar etmemek gerekir. Çocuk fazlasını kaldıramayacağını sezdiği için böyle davranmış olabilir.

Eğer genç yaşta bir ölümle karşılaştıysa çocuk, bu durumda "Çok hastalandı ya da çok ciddi bir kaza geçirdi, o yüzden öldü. Ama bu sık sık olmaz, çoook çok nadirdir" şeklinde açıklanabilir. Ayrıca "Ama bu çok büyük bir hastalıktı, öyle boğazımızın şişmesi, ateşimizin çıkması gibi birşey değil. Öyle ufak hastalıklarda ilaçlarımızı alıyoruz, dinleniyoruz, iyi besleniyoruz geçiyor" ya da buna benzer bir açıklama yaparız ki çocuğun sık sık geçirdiği basit hastalıklarda ölüm korkusu gelişmesin.

Gömülme kısmı mümkün olduğunca sormadan anlatılmamalıdır. Çünkü birinin toprağın altında düşünmek erişkinler için bile zordur. Çocuğun kafasını karıştırabilir, korkutabilir. Sorarsa da doğaya karışmak gibi ifade edilebilir. Yani "Ölen kişi doğaya karışıp güzel bir çiçeğe, ağaca dönüşsün diye onu küçük bir bahçeye koyarız" denebilir.

Mezarlık ziyaretlerinde ölen kişiyi anmak için bir anı bahçesi yapıldığı anlatılabilir örneğin. "Bak burada senin deden yatıyor" denmemelidir. Çocuk "Nerede?" "Ben niye görmüyorum?" diye sorar ki ölümü anlatmak iyice zorlaşabilir.

Geri dönüşsüzlüğü vurgulamak. Teorik olarak 10 yaşından önce ölümün geri dönüşsüzlüğünü tam olarak kavrayamaz çocuklar.

O bizi görüyor demeyin. Bu çocuğun kafasını karıştırır, üstelik korkutabilir. Bir ölünün çocuğu görmeye devam etmesi çocuk için korkunç bir şeydir. Üstelik ölümü kavramayı zorlaştırır. Yaşıyorsa, görüyorsa niye gelmiyor? Niye konuşmuyor? diye sorar. Geri gelebileceğine dair bir umut beslemeye devam eder. Bu da yasın tutulmasını zorlaştıran bir durumdur.

"Ölen biri yemek yiyemez, kitap okuyamaz, yürüyemez, göremez ve uyuyamaz. Biz de onu bir daha göremeyiz ama sevdiğimiz kişilerle kurduğumuz bağ hep içimizde kalır. Örneğin onun kızdığında ya da sevindiğinde nasıl davranacağını, hangi durumda ne söyleyeceğini biliriz, sesini yüz ifadesini hatırlayabiliriz. Anıları hep bizimledir. Özlediğimizde anılarımızı konuşabiliriz, fotoğraflarını videolarını izleyebiliriz" diyebilirsiniz. Bu anlatım ölümün geri dönüşsüzlüğünü de kavramasına yardımcı olacaktır. Solan bir çiçek yeniden eskisi gibi olmaz, renkleri canlanmaz diyebilirsiniz mesela.

En zor soru: Ben de ölecek miyim? Sen de ölecek misin? Çocuklarımızın ölümlülüğünü kabullenmek aileler için bile çok zorken bunu çocuğa açıklamak çok zor gelebilir. Direk bir cevap vermekten kaçınmak "Evet, öleceksin" demek yerine "Yaşayan her canlının bir yaşam döngüsü vardır. Bir elma ağacı önce bir çekirdektir, sonra fide olur, ağaç olur, ağaç meyve verir elma olur, sonra yıllar yıllar geçtikten sonra o ağaç artık yaşlanır ve eskisi gibi meyve verememeye başlar, dalları kurur ve sonra tamamen kuruyup doğaya karışır. Ama o sırada birçok çekirdeğinden bir çok ağaç olmuştur" gibi detaylı ya da daha kısa "Bir çiçek önce tohumdur sonra çiçek olur ve bir süre sonra solar. Ama bu süre insanlarda çok çok uzundur. İnsanlar 80-90 yıl yaşayabilir" gibi yanıtlar verilebilir.

Her çocuk güvende olduğundan emin olmak ister. Güvenin adresi de anne ve babasıdır çoğunlukla. Onlara birşey olması demek çocuğun da var olmasını tehlikeye sokacağı için çocuk için hayatidir. En azından bu düzende. Bu nedenle birçok çocuk kısa süreli de olsa anne babasına "Sen de ölecek misin? Ne zaman?" gibi sorular sorabilir. "Her canlı gibi benim yaşamımın da bir başı bir sonu var ama ben şu anda gayet sağlıklıyım, kendime iyi bakıyorum. Bu çook çok sonra senin bana hiç ihtiyacın kalmadığında olacak, o zaman ben çok yaşlı olacağım" denebilir ve "O zaman sen 40-50 yaşında belki daha büyük olacaksın, istersen kendi ailen ve çocukların olacak, çalışıyor ve kendi paranı kazanıyor olacaksın" gibi de desteklenebilir.

Anne ya da babasını kaybeden çocuklar için ek olarak neler yapılmalı sorusuyla ve yas için genel önerilerle haftaya devam edeceğiz.