Biraz beyaz biraz mavi…

Gürkan Topbaş

Blog:

"Ayrı ayrı bireyler ancak bir başka sınıfa karşı ortak savaş yürüttükleri ölçüde bir sınıf oluştururlar; öbür türlü aralarındaki rekabetle birbirlerine düşman konumda yer alırlar."

Zor zamanlar yaşıyor, liberalizm rüzgarının sert estiği bir dönemden geçiyoruz. Şüphesiz ki bu rüzgarın daha çok etkilediği iki topluluk var. Bunlardan birincisi memleketimizde sayısı bir hayli fazla olan ve kimi örgütler tarafından hastalık haline getirilen “yorgun ve eski solcular”. Bu anlayış dışındakileri geçer asıl konumuz olan ve üzerinde durulması gereken ikinci toplamı tanımlarsak, realitede mavi işyerinde beyaz yakalı 21. Yüzyılın yeni işçi sınıfı olduğunu söyleyebiliriz.

Başlıkta da belirtiğim biraz mavi biraz beyazı barındıran yeni sınıfımız kimler? Bu sınıf nasıl oluştu?

*Gelir düzeyi işçilere göre fazla yüksek olmayan kimi durumlarda daha düşük olan ve emek-sermaye arasındaki ara kademelerde bulunan orta düzey yöneticiler ve denetleyiciler (ör: üretim alanında mühendisler).

*İş ve emek süreçleri üzerinde fazla bir denetleme gücüne sahip bulunmayan, çoğu kez kol işçilerinden bile düşük maaş alan büro işçileri.

Üst düzey yönetici ve patron vekillerini elbette konumuza dahil etmeyeceğiz, mavi rengi barındırmadıkları da bir gerçek, ancak tanımlamak gerekirse;

*Sermaye birikim süreci ile ilgili idari kararların alınmasına katılan ve yüksek ücret alan azınlık (üst düzey yöneticiler ve profesyoneller).

Kapitalizmin hızlı geliştiği Avrupa’nın kimi devletlerinde 1970 başları itibariyle, hizmet sektörünün sanayiye oranla daha hızlı büyümesi ve bununla bağlantılı olarak da mavi yakalı işçilere oranla beyaz yakalı işçilerin sayısında önemli bir artış yaşanmıştır. Hizmet sektörünün bir bölümünde kol gücünden çok, bilgi edinmeye ve kullanmaya dayanan bir üretim sisteminin gelişmiştir. Dolayısıyla yeni işçi tipi geleneksel mavi yakalı sanayi işgücünden farklı özelliklere sahiptir ve en önemli ayrım noktası bilgi işçisi olmasıdır.

Türkiye topraklarında ise, Özal’la birlikte esmeye başlayan SSCB’nin çözülüşüyle hızına hız katan liberalizmin hayatımıza girmesi ile birlikte oluşmaya başlayan ve sayısı gün geçtikçe artan, “her ile 1 üniversite” sloganıyla orantılı olarak çoğalan ve üniversite kontenjanlarının zirve yapmasıyla doruk noktalarına doğru ulaşmakta olan beyaz yakalı emekçiler. Kısa zamanda köşeyi dönmeyi hayal eden, mevki sahibi olmak için türlü oyunlar içinde yer alabilen ve kariyer aşkı gözünü bürüdüğünde sınıfını satmaktan çekinmeyen yaratıcı bir fikir ile patronun gözüne girmeye çalışanlar; onlar bir rüya içerisindeler ve kapitalizmin tokadı ile birgün uyanacaklar. Kendisi ile aynı vasıflara sahip işsiz toplamı gören, mail attığı Cv’lere cevap gelmeyen, okulu bitirip beklenen hayallere ulaşamayan, öğrencilikten kalma kredi borçlarını ensesinde hisseden, aile büyüklerinin para biriktir, evlen, çocuk yap baskısı ile hayatının rutin aile hayatına dönmesi istemeyen, mecburum edebiyatı ile düzene bağlanan “beyaz yakalılar.”

Tarihsel çıkarlarını unuttuğu zamanlar olsa da bahse konu olan topluluğun elbette sol bir damarı barındırmadığı iddia edilemez. Bu iddiaya verilecek en kısa ve en güçlü yanıt Haziran direnişinde ciddi bir rol oynayan üniversite mezunu genç arkadaşlarımız. (Büro emekçileri, Genç mühendisler, İşçi avukatlar, Atanamayan öğretmenler, Plaza emekçileri ve daha niceleri) Barındırdıkları sol damarın başlıca özellikleri aydınlanmacılık ve özgürlük olarak tanımlanabilir burada önemli olan eşitlik öğesinin bu taleplere eklenmesidir, eklenmediği takdirde sapmalarla tam da istenilen noktaya eşitlik olmadan özgürlüğe, örgütsüz örgütlülüğe doğru yol almaktadır.

Elbette 21.yüzyılda işçi sınıfı içerisinde ciddi bir ağırlığı bulunan beyaz yakalı işçilerin yönünü tayin etmeye çalışan komünistler yalnız değiller. Patronların çıkarları açısından bakıldığında bu toplamın sınıftan uzak tutulması gerekir. Örneğin; mühendisler için metal veya maden sektöründe siz işçi değilsiniz sendika üyesi olamazsınız kararını devlet almış ve bu anlayış sendikalarımızca da benimsenmiştir. Tüm dünyanın aksine memleketimizde emekten yana duran ve sol-sosyalist öğeleri barındıran meslek odalarıda istemeyerek de olsa sınıftan kopuşa katkıda bulunmaktadır. Bu tedbirler basittir ve geçilebilir, sınıfıyla bağını koruyan öncülük eden bireyler mevcuttur. Sermayenin en çok korktuğu bu öncülere daha gözünü açmadan bir tedbir alınmalıdır ve üniversitelerde sıkça düzenlenen kariyer günleri tamda bunun içindir. Sola ilgi devam ediyor ve hala bir tehlike potansiyeli varsa başka bir yol denenmelidir. Tamda bu noktada günümüzden örnek verelim Yunanistan’da Syriza, yurdumuzda “Bizler” oluruz hem ezilen halklara destek oluruz,  hem rengarenk böylece sınıf siyasetinden uzaklaşan bir yolculuğa başlarız.

Her rengi barındırma gayreti içerisinde olan, ezilmeyi emek-sermaye süreci ve sınıf bilinci dışında değerlendiren, Odtü’de devrim, Van’da özgürlük, Diyarbakır’da Altan Tan  İstanbul’da doğal yaşam Gezi vurgusu ve bununla birlikte Hüda Kaya, Mersin’de Dengir Fırat, İzmir’de Kürt işçileri ve barış hatırlatması ile “toplumsal bir nefes” vurgusunda bulunan “bizler”. Ezilen halklara destek olmak okumuş insanın boynunun borcudur, ancak bu durum yukarıda belirtilen tezatlıklarla mümkün değildir.

Çalışanlar, geçici işçiler, işsizler, emekliler, sözleşmeli işçiler, kadrolu işçiler, beyaz yakalılar mavi yakalılar, sendikalılar, sendikasızlar, sigortalılar, kayıtsız işçiler, sanayi işçileri, tarım işçileri, hizmet sektörü çalışanları, kamuda çalışanlar, özelde çalışanlar, memur statüsünde olanlar, işçi statüsünde olanlar, İşçi sınıfı bunların hepsiyle bir bütündür. Kentlerin yağmalanması, sanata-sanatçıya saldırılar, doğal yaşamın madenler ve santrallerle yok edilmesi, ülkenin tüm kaynaklarının sermayedarlar tarafından talan edilmesi…

Hepsi ayrı ayrı birer mücadele başlığı olabilir ancak bu mücadelelerin “çatısı” bellidir. Bu İşçi sınıfının sosyalizm mücadelesidir ve bu eksenden koparak yürütülen her mücadele sapmalar yaşamaya mahkumdur.