Bir 'prekarya' tartışması: 'Freelance sınıfı'na dair 4 efsane

Çeviri: Tulga Buğra Işık

Blog:

Editörün notu: Son yıllarda Türkiye'de de sıklıkla tartışılan "işçi sınıfının değişen yapısı", freelance-prekarya-beyaz yakalılar konuları hakkında, Jacobin'den Sarah Grey'in aşağıdaki "'Freelance Sınıfı'na dair 4 efsane" makalesinin düşündürücü ve toparlayıcı olduğunu düşünüyoruz.


Freelance (serbest meslek) çalışanların, küçük işletme sahibi girişimcilerden çok işçilerle ortak noktaları var.

Geçtiğimiz yıl Philadelphia merkezli uluslararası bir hukuk firması olan Duane Morris’den tuhaf bir telefon geldi. Telefondaki kadın, Duane Morris’in eski senatör Blanche Lincoln ve Microsoft, Google gibi dünyanın kimi önde gelen şirketleriyle freelance çalışanlara yardımcı olmak için “taban hareketi” oluşturmaya çalıştığını söylüyordu.

Hareketin bunu nasıl yapacağını sorduğumdaysa bana iş kanunlarının işverenlerin, işçileri (hakları olan) kalıcı çalışanlar yerine bağımsız anlaşma tarafı gibi göstererek yanlış sınıflandırdıkları takdirde dava ve cezalara karşı kırılgan olduklarını söylüyordu. Bu “kırılganlık” şirketlerin freelance çalışanları kullanmasına mani oluyordu ve bu “hareket”i örgütleyenlere göre en büyük sorunla yüzleşenler – sağlık hizmeti alamayanlar, faturaları ödeyemeyenler, öğrenci kredisinin yıkıcı yükünü omuzlayamayanlar ya da sermayeye sahip olamayanlar- değil freelance çalışanlardı.

Ben de freelance çalışan bir yazar ve editör olduğum için bana işimi yapma özgürlüğüm için verilen kavgaya katılıp katılmayacağımı soruyordu. 

Telefondaki kadın beni bu yeni hareketin internet sitesine yöneltti- site tamamen serbest çalışanların işlerini yapma özgürlüğü savunan bilgi-eğlence ile doluydu – bulmacalardan, küçük işletmeci fotoğraflarından ve okuyucuların politikacıları temsil eden jilet dişli, kravatlı kardan adam zombilere kartopu attıkları gerçekten harika bir Flash oyundan bahsetmiyorum bile.

İnternet sitesi Payroll Fraud Prevention Act (Maaş Dolandırıcılığını Önleme Yasası) ve Employee Misclassification Prevention Act (İşçilerin Yanlış Sınıflandırılmasını Engelleme Yasası) gibi yasalara karşı uyarılarda bulunuyordu, bunların “binlerce insanın işlerini kapatmasına ve işçilerini kovmasına sebep olacağını” söylüyordu. “Eğer bu olursa, ekonomi için yıkıcı sonuçlar olacak” diyordu.

Bu girişimin “taban hareketi”ni korkutarak şirketlerin işçileri geçiciymiş gibi göstermesini kolaylaştırmaya yönelik bir girişim olduğu açıktı, işçilerin büyük bir kısmının haklarından mahrum olması kolaylaştırılmış oluyordu. Microsoft’un buradaki varlığı bunu hemen açık ediyordu – yazılım devi şirket böyle uygulamaları sebebiyle kötü bir üne sahipti ve işçileri tarafından defalarca dava edilmişti.

Şimdiye kadar olduğundan daha çok işçi çeşitliliği olan bir ekonomik bağlamda, Uber sürücülerinden acil doktorlarına ve kuaförlere kadar pek çok meslekte belirli bir istikrarla işe alınmak yerine “bağımsız taraf” olarak çalışmak zorunda kalınıyor. Sorun küçük işletmelerin çalışabilmek için özgürlüğe ihtiyaç duyması değil – mesele şimdiye kadar meslek olan şeylerin artık küçük işletme sayılması.

İşçi sınıfı ve küçük burjuvazi arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmak açıkça büyük sermayenin çıkarına olacaktır – benim gibi insanların değil. Bu “harekete” katılmayı reddettim.

Freelance çalışanların büyük şirketlerin en küçük parçaları olduklarına dair iddialara inanmayan kısmı genellikle “prekarya” denmeye başlanan şeyin bir parçası haline geldiklerine inanıyor. Bu terim 2001’de Cenova'daki G8 zirvelerinde gerçekleşen protestolarda ortaya çıkmıştı – proletarya ve istikrarsız (precarious) kelimelerinin birleşiminden oluşuyordu ve resmi çalışmadan, gevşetilmiş, sendikasız emeğe doğru gidilmesini (özellikle gelişmiş ülkelerde) ve resmi olmayan sektörel gelişimi (özellikle gelişmekte olan ülkelerde) anlatıyordu.

O zamandan beri terimle ilgili hatırı sayılır miktarda tartışma yaşandı. Ekonomist Guy Standing, “geçici ve yarı zamanlı işçiler, taşeron emekçiler, çağrı merkezi çalışanları ve pek çok stajyerden” oluşan bu yeni sınıfla ilgili bir kitap yazarak, bu işçilerin proletaryanın parçası olmadığını söylüyordu – ki proletaryayı “uzun dönemli, istikrarlı, sabit saatli, belirli yükselme seçenekleri olan, sendikalaşılabilen ve kolektif anlaşma yapılabilen, babalarının ve annelerinin anlayabileceği mesleki ünvanları olan, isimleri ve yüzlerine aşina oldukları yerel işverenlere çalışanlar” olarak çok dar bir tanımla tarif ediyordu.

Başka akademisyenler ise terimin çağrışımlarını sorguluyor. Charlie Post, Birinci Dünya Savaşı öncesinde “işçi sınıfının büyük çoğunluğunun istikrarsız durumda” olduğunu iddia ederek, bu kişilerin Standing’in “işçi sınıfı” tanımına uygun işlere erişimi olmadığını söylüyor; Jan Breman, Standing’in kitabına yaptığı incelemede, Komünist Manifesto’da Marx ve Engels’in “proleterleşme”nin belirleyici koşullarından biri olarak istikrarsızlığı gösterdiğini hatırlatıyordu: “Topraktan geçinme araçları elinden alınmış işçiler yalnızca emeklerini satarak yaşayabilir.”

Modern kapitalizmde sınıfın nasıl anlaşılacağı ve belirleneceğine dair karışıklığa ek olarak, sayısı son yıllarda artmış freelance çalışanların ideolojik olarak küçük burjuvazinin parçası olarak inşa edildikleri gerçeği de var, uzun vadede emeklerini ücret için satsalar ve sağlık hizmetleri ve öbür haklardan mahrum olarak kıt kanaat geçinseler bile bir tür-“prekar-burjuvazi” oluyorlar.

Yukardan aşağıya bu sahte sınıfın varlığına dair argümanlar üyeleri hakkında da bir dizi efsaneyi popülerleştirdi. En yaygınlarından birkaç tanesine bakarak bu “prekar-burjuvazi” terimi gerçekten var mı görelim.

Efsane 1: Çok-Küçük-Burjuvazi

Freelance çalışanları yeni bir girişimci sınıf gibi göstermek – bir gün gerçek şirketlere dönüşmeye mahkum bir grup küçük işletmeleri yöneten çok-küçük-burjuvazi mini-CEOlarmışlar gibi – bugün istikrarsız çalışanlara dair temel efsanelerden biri halinde.

2011’de tam zamanlı freelance yazar ve editör oldum ve pek çok freelance çalışan gibi, girişimciliğin yayılan ideolojisiyle yüz yüze geldim. Bu efsaneyi yayan kitaplardan oluşan bir endüstri mevcut, bunlara The Wealthy Freelancer, The Well-Fed Writer ve benim kişisel favorim – The Hell Yeah Diaries: Uncensored Outbursts on the Path to 7 Figures dahil. Parası 6 haneli olan bir freelance çalışan olun! Kaderinizi elinize alın! Siz serbest meslek sahibi değilsiniz, kendi şirketinizin CEO’susunuz!

İdeoloji açık: bir CEO’nun bakış açısını benimseyeceksin ve beklemeden çalışanları işe alacaksın, yeni bir ofise taşınacaksın ve Ferrari alışverişine çıkacaksın. Ağ kurulması için kahvaltılar düzenleyen onlarca şirket bu söylemi teşvik ediyor. Bunlardan birine katılırsanız, asansör konuşması pratiğinizin olması ve birbirinizle takım elbise giyen işçi sınıfından insanlar olarak şirket kartları vermelisiniz. Ağ kurmak tabi ki sizi zengin yapmayacak- muhtemelen kaybettiğiniz verimli zaman için üzüleceksiniz, sonrasında da haftalarınızı hayat sigortası satan satış elemanlarını kovalayarak geçireceksiniz.

New York merkezli Freelancer Union (Serbest Meslek Sendkası) – dikkat edin gerçek bir sendika değildir – freelance çalışanları, geçtiğimiz 12 ay içerisinde bütünleyici, geçici ya da proje-kontrat tabanlı çalışanlar” olarak tanımlıyor. Bu tanım 53 milyon Amerikalıyı kapsıyor – toplam işgücünün %34’ünü. Freelancers Union kurucusu Sara Horowitz’e göre, “2008’deki Büyük Buhran sonrasında kendi işini kurmaya başlayan Amerikalıların sayısı 15 yılın zirvesine ulaştı – ve pek çoğu bu şirketlerin tek sahibi.”

Freelancers Union, yakın zamanda 5000 kendisini bağımsız çalışan olarak tanımlayan kişiyle yaptığı araştırmanın sonucunda, bağımsız işgücünün yüzde 40’ının -21.1 milyon insanın- bağımsız çalışmayla geçindiği sonucuna vardı. Bunun dışında 14.3 milyon freelance çalışan kişinin de bir yandan tam gün çalıştığı bulgusuna ulaştı. 9.3 milyon kişi ise serbest olarak yaptıkları işin yanı sıra yarı zamanlı işler yaptıklarını buldu ve 5.5 milyonu da geçici işçi olarak kabul ediliyordu. Yalnızca %5’i, 2.8 milyon kişi, freelance şirket sahibi olarak kabul edilebilirdi, bunlar da bir ile beş kişi arasında insanı çalıştırıyorlardı.

Altı haneli paralar kazanan freelance çalışanlar aslında parayı emeklerini parça başı ya da saat başı satarak kazanmıyor. Pek çoğu bunu ürün satarak yapıyor – örneğin nasıl altı haneli kazanan bir freelancer olunacağına dair e-kitaplar ya da ders videoları satarak (sadece 49.95 dolara). Aynı zamanda bunu işçi çalıştırarak ya da (bu daha olası) satıcılarla anlaşma yaparak ve onların emeğini sömürerek – başka kelimelerle söylersek, gerçek küçük-burjuvalar haline gelerek. En azından pek çok durumda bu geçişi yapmak sermaye gerektiriyor.

Gerçekte freelance çalışanlar arasındaki sınıf ayrımları, toplumun geri kalanındaki sınıf ayrımlarını yansıtıyor – freelance çalışanlar genellikle bunu yapmaya başlamadan önce ait oldukları sınıfa ait olmayı sürdürüyor. Freelance çalışanların yaklaşık yüzde 99’u işçi sınıfında kalmayı sürdürüyor, emeğimizi parça başı satıyoruz, artık patron yerine müşteri olan kapitalist sınıfla, sömürümüzün derecesine dair (yani bize ne kadar ödendiğine) sürekli mücadele içerisindeyiz.

Freelance çalışanları işçi yerine girişimci olarak damgalamak kapitalistlere maaşlarda, haklarda ve maaşa verecekleri vergide kolaylıklar sağlıyor. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, işçileri bağımsız anlaşma tarafları olarak yanlış sınıflandırmak şirket dolandırıcılığının yaygın gerçekleşen bir biçimi – Duane Morris’i kiralayan şirketler de bu tip dolandırıcılıkları yasallaştırmak istiyor.

Buna ek olarak, aynı yerde çalışan işçiler için standart ücretler almak ve birbirleriyle iletişime geçmek zaten yeterince zorken, freelance çalışanların çoğu bunu hiç deneyimlemiyor, bağımsız çalışanlar endüstri için standart maaşlar belirlemeyi fiyat sabitleme olarak kabul edip yasadışı sayan Sherman Antitrust Act ile de uğraşmak zorunda.

Sınıf yapıları zaman zaman değişebilse ve gerçekten değişse de (Bertell Ollman’ın belirttiği gibi Marx bunu hızlı kavramıştı, özellikle de ABD’ye ilişkin olarak), onları ortak bir takım özellikleri üzerinden değil, tüm sınıf mücadelelerinin kalbinde yatan üretim süreçleriyle ilişkileri üzerinden tanımlamak önemlidir.

Freelance çalışanları ideolojik olarak küçük burjuvaların amaçlarıyla aynı hizaya getirmek (bazı Marksistlerin yaptığı gibi, örneğin Eric Olin Wright Classes’da (Sınıflar) bunu belgeliyor), pek çoğu işçi sınıfı ile çok daha fazla ortak nokta taşısa bile, onların örgütlenmeleri ve işçiler olarak hak iddia etmelerini engelleyecek bir bariyer daha kurar. Richard Seymour’un dediği gibi: “Sınıf kavramının üstünü örtmek ya da “kaybolmasını” sağlamaya çalışmak, kasıtlı, siyasi bir görevdir.”

Efsane 2: Yaratıcı Sınıf

Peki sevdiğinden dolayı çalışan, iş aşkından dolayı uzun saatler uğraşan freelance çalışanların “yaratıcı sınıf”ı hakkında ne demeli? Özdeyişte dendiği gibi, “Sevdiğin şeyi yap ve hayatın boyunca asla bir gün bile çalışmamış olacaksın.”

Bu bakış açısıyla, yaratıcı emek Nicole Cohen’in dediği gibi “yabancılaşmanın antitezi” gibi görülür çünkü kültürel işçiler fikirler ve kendilerini ifade etmeyle çalıştıkları için “emek sürecinde görece otonomiye” sahiptir, bir derece kontrolleri vardır ve işlerini yönlendirebilirler. Özellikle evden çalışmak işçiyi işverenin sıkı denetimden – kıyafet kuralları, internet filtreleri ve aralara yapılan sınırlamalar – kurtarır; kapitalistler bunu fark etti, Cohen’in dediği gibi “üretim üzerindeki denetim sömürü önünde engel oluşturulmuyorsa terk edilebilir.” Eğer işçiye maaş verilmiyorsa, önemli olan tek şey işin yapılmasıdır.

Freelance çalışanlar sıklıkla yaratıcı, beyaz yaka alanlarda çalışır olarak medyada, yayıncılıkta ve teknoloji sektöründe çalışan kişiler olarak düşünülür. Ancak bu kategori aslında çok geniştir ve marangozları, dadıları, seks işçilerini, sigortacıları, yönetici asistanlarını, sanatçıları, çevirmenleri ve tercümanları (ve benim işim olan kopya editörlüğünü) içerir.

Bu meslekleriz bazıları, örneğin sanatçılar ve yazarlar gibi, yaratıcıdır ancak bazıları da yaratıcılıkla doğrudan şirket üretimi arasında durur (çevirmenlik ve editörlük gibi); ötekilerse “yaratıcı olmayan” işler yaparlar, çocuk bakımı, seks işçiliği, taşıyıcı annelik ya da ev temizliği gibi.

Yaratıcı medya ve teknoloji sektörlerinin sıklıkla freelance çalışma ile eşleştirilmesinin sebebi bu endüstrilerin gevşek freelance modelini çok daha erken benimsemiş olması ve çok daha sık kullanmasıdır. Cohen’in dediği gibi, istikrarsız çalışma biçimlerine geçişin öncülüğünü kültürel endüstriler yapmıştı, “gevşek proje tabanlı çalışma modelini diğer endüstrilere sunmuşlardı”.

Bu model artık üniversitelerden sağlık hizmetine, kuaförlüğe kadar her yerde yeniden üretiliyor. Ancak freelance çalışmak “sömürüden ve emek-sermaye karşıtlığından kaçış anlamına” gelmiyor, onun da dediği gibi, “freelance emeğe dayanan şirketler işçilerden artı değer üretmenin alternatif yollarını geliştirdiler… buna maaş ödenmeyen çalışma zamanında artış ve telif hakkının saldırgan biçimde alınması da dahil.” Bu ödenmeyen zaman, araştırmadan proje yönetimine, pazarlamaya ve satışa, hatta yönetici işlere kadar bir zamanlar işverenin sorumluluğu olan her şeyi içeriyor.

Burada bir nebze doğruluk var: yaratıcı işler gerçekten daha tatmin edici olabilir. Kişisel olarak ben evden çalışmayı, Haymarket Books ve Historical Materialism gibi radikal yayıncılık kuruluşları için editörlük yapmayı seviyorum, camsız bir bodrum katı ofisinde şirket eğitim yazılarına editörlük yapmaktan çok daha fazla seviyorum. Gerçekten sevdiğim projeleri gerçekleştirmek için kendimizi uzun saatlerce çalışarak zorluyorum.

Ancak yaratıcı işçilerin ayın sonunu getirmek için farklı müşterileri dengeleyerek ve aynı anda farklı projelerde çalışırken bu projeleri becerilerini pazarlayarak sonraki projeyi almaya çalıştıkları “çoklu kariyer” zorlayıcı bir şey.

Her harika Frantz Fanon biyografisi karşılığında kirayı, öğrenci kredilerini ve sağlık primlerini ödemek için saatlerce şirket raporlarının düzeltmesini yapmak ve emlakçılar için internet siteleri yazmak gerekiyor.

Cohen tarafından araştırılan freelance yazarlar, ciddi, uzun yazılar yazılan gazeteciliği zamanlarının çoğunda faturaları ödeyen ve zamanlarının çoğunu alan bıktırıcı işler arasına sıkıştırdıkları bir lüks olarak görüyorlar. Freelance çalışanlar kimi zamanlar şirketlerde çalışanlardan daha çok “bireysellik… özgürlük, bağımsızlık ve kişisel kontrol” sahibi olsa da (Marx’ın dediği gibi), emek gücünü giderek rekabetçileşen ve maaşların aşağı yönlü hareket ettiği bir atmosferde satmak bir zorunluluk halinde.

Efsane 3: Bu işler gönüllü!

Freelance çalışanlar buna itiliyor mu yoksa kendileri mi seçiyor? Fark eder mi?

İnsanlar pek çok sebeple freelance çalışıyor. Bazıları gerçekten zenginlik ve şan peşinde, hiçbir şeyi umursamayan milenyum çocuklarına dair klişeler gibi; Freelancers Union tarafından yapılan araştırma, pek çok kişinin freelance çalışmayı seçtiğini ve bundan mutlu olduklarını buldu.

Bir patrona sahip olmamanın pek çok şey sunduğuna şüphe yok: ofis politikaları yok, giyinme kuralları yok, çapkın müdürlerin cinsel tacizleri yok, kimseye kahve getirmek yok, toplu taşıma araçları yok. Freelance çalışanlar aynı zamanda projeleri reddetme hakkına da sahip, ancak bu yalnızca yapılacak işin bolluğuna bağlı.

Bu özellikler çok çekici olsa da, freelance çalışanları çeken maddi koşullar bunlar olmak zorunda değil.

Freelance çalışanlar, yaptıkları işin büyük kısmını bağımsız anlaşmalarla yapıyor çünkü çalıştıkları endüstriler yeniden yapılandırılarak kalıcı işçileri ve iş güvencesini bitirmiş. Yayınevlerinde ve basılı medyada, editörler, yazarlar, tasarımcılar ve başka medya profesyonelleri artık freelance çalıştırılıyor çünkü endüstri ofiste ağır sömürü altında çalışan bir kemik takım ve istendiğinde iş verilen freelance çalışanların yedek ordusu temelinde yapılandırılmış.

Başkaları freelance olarak çalışıyor çünkü çalıştıkları endüstri onlar gelmeden önce yeniden yapılandırılmış ya da zaten baştan beri bu yedek ordulu model etrafında yaratılmış. Bu durum özellikle teknoloji ve dijital medyadaki genç işçiler için geçerli, Guy Standing’in bahsettiği tarzdaki “gerçek proletarya” tarafından yapılan istikrarlı işler hiç var olmamış.

Son olarak, sıklıkla küçümsenen bir kategori var, geleneksel çalışma koşullarının hastalık ya da doğum izni gibi temel insan ihtiyaçlarını vermeyerek freelance çalışmak zorunda bıraktığı işçiler de var.

Family Medical Leave Act, kimi işçilerin para ödenmeyen doğum izinleri almasına yarıyor, ancak çalışanların yalnızca %10’u bundan faydalanabiliyor; dünyada yasayla doğum iznini güvence altına almayan tek iki ülke ABD ve Papua Yeni Gine.

Emek İstatistikleri Dairesi’ne göre, ABD’de tam zamanlı çalışanların %75’i ve yarı zamanlı çalışanların %27’si ödeme yapılan hastalık iznine sahip. Beş yıldan az tam zamanlı çalışanların yılda 8 veya 9 gün hastalık izni var. Bu tatil günlerini de içerebilir veya içermeyebilir, ancak pek çok işveren tatilde veya hastalıkta kullanılacak zamanı ortak olarak belirlemeyi tercih ediyor.

Ebeveynler (özellikle tek başınalarsa) ve engelliler ya da kronik hastalık sahibi insanlarla ilgilenmesi gerekenler bir seçimle karşı karşıya: hastayken çalış ve kendileri ya da çocukları için gereken tıbbi bakımdan baz geç ya da işverenin çalışma koşulları sebebiyle kovulmayla yüzleş. Sonrasındaysa tek seçenek freelance çalışmak oluyor. Freelancers Union araştırmasına katılanların %40’ından fazlası esnekliği freelance çalışmalarının birincil nedeni olarak gösterdi.

Çocuk ve yaşlı bakımının zorluklarının orantısız biçimde kadına yüklendiğini düşünürsek, freelance işgücünün cinsiyet dengesi kadınları daha çok içeriyor. Yakın zamanda freelance editörlere yönelik katıldığım bir konferansta katılımcıların yüzde 75’inden fazlası kadındı.

Şaşırtıcı biçimde Emek İstatistikleri Dairesi’nin bulguları kadınlara yönelik ücret farkının, ki bu fark beyaz kadınların %72 daha az, siyah ve Latin kadınların %51 kadar kazanmasına sebep oluyorken, freelance dünyasında azalmışa hatta yine ırk gibi faktörlere bağlı olarak kaybolmuşa benziyor. Bu da bazı işçilerin işverenlerin ayrımcılık yapması sebebiyle geleneksel çalışma dışına çıkmalarının kendileri için daha iyi olduğunu gösteriyor.

O zaman bu freelance çalışmaya itildikleri ya da bunu seçtikleri söylenebilir mi?

Efsane 4: İmkansız Sınıf

Bize tekrar tekrar, üzgün ancak yöneltici tonlarla freelance sektörünü örgütlemenin imkânsız olduğunu söylüyorlar. Gerçekse şimdiye kadarki sektörü örgütleme çabaları başarısız olsa da bunu henüz bilemeyeceğimizdir.

Bağımsız çalışanların katılabileceği birkaç göstermelik sendika mevcut: örneğin Freelancers Union, freelance çalışanlara tavsiye, iletişim ağı, iş hizmetlerinde indirimler ve ülkenin kimi parçalarında topluca sağlık sigortası alınması gibi. Freelance çalışanların çıkarları için sivil toplum örgütleri mevcut olsa da, bunlar ücret mücadeleleri ya da sınıf mücadelesi örgütlemiyor ya da bu çabalara dahil olmuyor. Gerçekten de, Atossa Abrahamian’ın söylediği gibi Freelancers Union huzursuz freelance işçileri yatıştırarak sermayeye hizmet ediyor.

Öteki freelance çalışanlar (ben de dahil), National Writers Union’a (Ulusal Yazarlar Sendikası) bağlıyız, bu örgüt 1983 yılında freelance yazarların bağımsız organizasyonu olarak kuruldu ve 1991’de UAW’ın (Uluslararası Otomobil İşçileri Sendikası) parçası oldu.

NWU ücret anlaşmazlıklarına müdahale ediyor, sömürünün çok fazla ve yeterince kolektif olduğu örgütlülüğü yararlı kılacak durumlarda – örneğin yazarların ödemelerinde sıklıkla hile yapan yayınlara karşı. Aynı zamanda eğitici atölyeler ve yasal tavsiyelerde sunuyor.

Ancak bu örgütlerin hiç birine geleneksel anlamda sendika denemez, ücretler üzerinde fazla etkili oldukları da söylenemez. Bu örgütlenme araçları hala etkili olmak için bir tür emek yoğunlaşmasına ihtiyaç duyuyor.

Freelance çalışanların yeni örgütlenme biçimlerine ihtiyacı olabilir. Bunlardan biri sendika faaliyetlerinde şirketlerde çalışanlara katılmak olabilir – Gawker Media tarafından gösterilen örgütlenme çabası bu konuda öğretici olabilir.

Ancak eğer bir sınıfı sınıf yapan şey sınıf bilinciyse, giderek anlaşılıyor ki düşük ücretli işçiler saatlik 15 dolar asgari ücret için çalışırken ve öğrenciler kredi yüklerini reddetmeye başlarken, freelance çalışanlar ideolojik olarak küçük burjuvalarla aynı hizada olmaları sebebiyle yok sayılamaz. Freelance çalışanların büyük çoğu işçi sınıfı geçmişine sahip, düşük ücretler için çalışıyorlar ve işçi sınıfının geniş kesimleriyle ortak çıkarlara sahipler.

Biz prekar-burjuvazi değiliz, biz sınıf mücadelesinin geleceğiyiz.