İşçi avukatın çay parası

Nilda Bal

Blog: Diren Terazi

Hukuk daima zor kullanma tekelini eline almış bir iktidara yaslanır. Sadece zor gücüyle değil, devasa bir örgüt olan iktidardan bahsediyoruz. (Bu cümleleri benden önce Türkiye’de hukuk sosyal bilimine gönül veren çok değerli ama değeri bilinememiş genç bir bilim insanı yazmıştır.)

İşte o büyük örgüt olan iktidar, örgütsüzleştirdiği nice insanın ortak düşünce tarzını da yok ediyor. Bu anlamda zor kullandığını söyleyebilir miyiz? Hayır, şöyle ki işçi avukatlara yalnızca birazcık “büyük adam olma” hırsı verin, biraz da yapabilmiş örnekler gösterin. Veya hayatımızdan katıp uğruna aynı hayatı geri kazanmaya çalıştığımız işleri “nezih plaza avukatlığı” diye önümüze sunun. Bir şekilde buna inanır, yeni kimliğimizi de sahipleniriz.

Örneğin, bendeniz çeşitli bürolar ve şirketlerde genellikle plaza avukatlığı denilen büro stillerinde çalıştım ve şimdi de avukat olmak üzere olan bir stajyerim. Benim için iş/staj yeri değiştirmek ve en sonunda “resmi olarak” avukat kadrosunda bir büroya girmek kapalı cezaevinden açık cezaevine nakil olmak gibi bir hadise oldu. İlk büromda plaza camı diye tabir edilen ama açılamayan ve suni hava ile yaşamaya çalıştığımız pencereler mevcuttu. Beyaz yakanın kaderidir, sabah bir arkadaşınız hapşurur ve siz aynı ofiste öğlen arasında o hapşuruğu ciğerlerinize doldurursunuz. Çünkü aynı “hava” saatler içinde birkaç metrekarelik ofisin içerisinde gezinir durur. Bunun boşaltım sistemi ile ilgili tarafları da var ancak bu yazının konusu değil.

Daha sonra çalıştığım/staj yaptığım şirketlerde ise camın büyüklüğü yok denecek kadar azalmıştı ve artık başkalarının odalarından dışarı bakmaya çalışır hale gelmiştim. Tabi başkalarının odaları derken kendime ait bir odam hiç olmadı. Neticede nitelikli bir iş yapmadığım farz ediliyordu.

Gel zaman git zaman belki de en kötüsü oldu… Bu seferki büroda artık hiçbir şekilde cam yoktu. Çalışma arkadaşlarımdan dışarı çıkabilenler (sanırım hava izni demek daha doğru olur) içeridekilere hava durumunun nasıl olduğunu fotoğrafla belirtmek zorundaydı. Bu şekilde bir kural oluşturmuştuk. Hava kötüyse kendimizi birazcık daha şanslı hissedecek veya hava iyi gibiyse kendimizi dışarı atmanın bir bahanesini bulacaktık. Sanki insanın temiz hava solumak için izne ihtiyacı varmışçasına. Temiz hava dediğim de Maslak plaza savanında (ki ben o bölgeye The Maslak Jungle diyorum) egzoz partiküllü ve latte esanslı olabiliyor. Zira mola diye tek yaptığınız da kahve içmek.

Şimdiyse görmüş geçirmiş, yaşıtlarına göre daha yaşlı ve tecrübeli bu stajyer/avukat ablanızın daha iyi (?) bir işi var. Çalışma saatleri 09.00 – 21.00 değil en azından. Ya da patronlarım daha makul insanlar. Buradan çıkınca güya daha iyi işler bulabileceğim ve senelerce aynı konu üzerinde yoğunlaşacağım için paraya para demeyeceğim falan. Tabii ki gerçek hayat bu şekilde değil ve ben de hayal dünyasında yaşamıyorum. Yaşayanlar var o ayrı.

***

Peki her zaman böyle mi olmalı? İşçilere gösterilen sıtma her zaman böyle sinsi olmak zorunda mıdır ki… Ya da tabiri caizse özellikle hukuk emekçileri için konuşursak, biz hep bunu yer miyiz?

Daha genel bir konu olsun. Alın size Külliyedeki adli yıl açılışı. Tüm memleketin konuştuğu bir olaydan bahsediyoruz, çünkü herkes adli yıl açılışlarında avukatların çoğunluğunun yer almadığını gördü. Yargının sacayağının birlikte anılması gereken bu hadise her yıl iktidar kucağında yargının ayaklar altına alınışı ile gündemde. İslamofaşist rejimin önünde bükülen boyunlar ile bol işlemeli saygın cüppede düğme aramalar… Bunlar herkesin malumu.

Ancak bilinmez ki, birçok yurttaş için utanç verici olan malum manzara sıra işçi avukatlara gelince son zamanlarda daha yakıcı hale geldi. Biz, işçi avukatlar daha da yoğun sömürü koşulları içerisinde başladığımız adli yıla aslında hiç de es vermeden, hiç de “tatil” yapamadan devam ettik. Bir yandan da yok sayıldık. Türkiye barolarına kayıtlı avukatların bugün yaklaşık yarısı kadarını oluşturan binlerce birlik üyesi yok sayıldı.

Şunu konuşalım, yıllardır yok sayılan yalnız emeğimiz değildir. Örgütlülüğümüz ve mücadelemiz de baroların gözünde adeta bir restleşmenin kurbanı olmuştur. Geldiğimiz noktada 51 baronun açıklamasına rağmen sarayda kendine yer bulan birlik başkanımız işler avukatın çay parasına gelince sözü iktidar projesi ve herkes için sürpriz yumurta olan yargı reformuna, sayısı her geçen gün artarak mantar gibi çoğalan hukuk fakültelerine rağmen hemen avukatlık sınavına getirdi. ‘Reformlar yapılsın, ne var canım?’diyenler var, ancak biz ne reformlar gördük ki sonrasında yargı yerinde bile saymadı geriye düştü. Her ne yapılacaksa avukatların dahil olamadığı bir hukuk teknikçiliğine karşı bizlerin katkısı olmadan bizleri bilgilendirmeden yapılmamalı. Veya elbette çoğu meslektaşın malumudur sınav, ama bir zamanlar köleleri olmayan bir mesleğin bond çantalı köleleri olmayı tartışmadan getirilmemeli.

Biz biliyoruz ki, türlü siyasi oyunların oyuncağı olamayacak kadar kalabalık mevcudumuz hiç de dünkü çocuklar falan değildir. Avukatların işçileşmesi sürecinde her birimiz piştik. Bizleri dahil etmeden yapılacak her tartışma ancak siyasi gözdağı olarak kodlanabilir. Eminim işçi avukatlar da mücadelelerinin restleşme mezesi haline sokulmasına izin vermeyecektir. Biz biliyoruz ki, saray kürsülerinde konuşanların sırası çoktan geçmiş sıra işçi avukatlara gelmiştir.

İktidar yanında, sermaye yanında saf tutan avukatlardan utanırız biz. Onlar adına mesleğimizden veya yargıdan utandığımız için değil, birlik başkanının temsil etmediği emeğimiz adına utanırız… Bugün avukatın çay parasını diline pelesenk etmiş, birbirini tuzu kuru olmakla suçlayanlar işçi avukat sömürüsüne karşı bir arpa boyu yol almamaktadır. Yine farkındayız ki umut ne sultandan ne de başkanlardan gelir. Daha önce de söyledik, tekrar ediyoruz: “Baro siyaseti” adı verilen faaliyet, gerçek anlamda avukat emeği adına hareket edemeyenlerce icra edilmektedir. Bu durum yargının değerli bileşeni olan biz işçi avukatları kendi haklarımızı savunmaktan aciz hale getirmemelidir.

İşçi avukatların ekonomik sorunlarını ve haklarını içeren Yönetmelik iptali için karşı mücadele yürüten  ‘meslektaşlarımız’ bugün çay paramızın derdine düşmüştür. İstemeyiz, daha çok kendi koltuklarının derdine düşsünler. Haklarımızı güvence altına alan yönetmeliğin yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açanlar bizi bu tartışmalara alet etmesinler.

Konu mesleki kıdemi düşük gencecik yeni avukatların geçim kaygısı gibi servis edilirken, işçi avukatlar yabana atılmaktadır. Mesele çay paramız veya kimin tuzunun kuru olduğundan ibaret değildir. Sorun aynı meslek örgütlerine üye olup, farklı dertleri olan aslan payını yiyenlerin gölgelenmesidir. Avukatların her meslekten ince tahammül sınırları vardır. Kirli havasını içine çektiğimiz bürolarda çalışır fakat örgütsüzlüğü sineye çekmeyiz. Bu mücadelemiz iktidar içinde ve başkanlar arasında oyuncak olmayacak ve büyüyecektir.

Bizi hukukçu olmaktan çıkaran teknikçiliğe karşı sözümüz kısa ve nettir, örgütlenmeye devam edeceğiz. Şirketleşen hukuk piyasasını sermayeye boyun eğdiren adaletsizliğe inat, bu adaletsizliği körükleyenlere karşı emek vermeye devam edeceğiz. Gelecek güzel günler için biz hazırız.