Ne deve ne kuş

Hatice Demir

Blog: Diren Terazi

Son bir hafta içinde 5 kere Türkiye Barolar Birliği’ni aradım. Türkiye Barolar Birliği’nin numarası telefonumda kayıtlı. Telesekreterden kurtulup gerçek insanlarla muhatap olma fırsatını yakaladıkça, duygu durum senkronizasyonum bozuluyor. Telefonun ucundaki görevlilerle heyecanlı ve umutlu başlayan konuşmam yerini öfkemi ve dolayısıyla ses tonumu kontrol edemediğim anlara bırakıyor.

Ruhsat bekleme sürecindeyim. Bilmeyenler için özetleyeyim; biz hukuk fakültesi öğrencileri, bin bir dertle okuldan mezun olduktan sonra bir senelik zorunlu staj yapıyoruz. (Ayrıntılar için bkn: Evet Kamuran teyzeciğim stajyerim. Hayır hayır okul bitti. Yok daha avukat olmadım. Bizde staj okul bittikten sonra yapılıyor Kamuran Teyze. Hayır okulu uzatmadım sana neden yalan söyleyeyim? Ah Kamuran Teyze…) Bu staj dönemi bittikten sonra, ortalama stajyer maaşının üç katı kadar parayı çeşitli kurumlara yatırıp ruhsat bekleme sürecine geçiyoruz. (Evet Kamuran Teyze bence de ‘şoför gibi ayol!’ ha ha ha!)

Buraya kadar sorunsuzmuş gibi görünen sürecin devamı, bağlı olduğumuz baronun Adalet Bakanlığı’yla ilişkisine göre şekilleniyor. Örneğin, Adana Barosu’na bağlı avukatların ruhsatları üç haftada gelebilirken, İstanbul Barosu’na bağlı bendenizin ruhsatının gelmesi üç ay sürebiliyor!

Malumunuz Baro Başkanımız Ümit Kocasakal ve diğer baro yöneticileri, 6 Nisan 2012’de Silivri’de görülen Balyoz Davası’nı protesto eden sanık avukatlarına destek vermek üzere duruşma salonuna gitmiş ve açıklama yapmışlardı. Açıklamada, mahkemenin adil yargılama hakkının ihlali, silahların eşitliğine aykırı davranışları ve avukatlık mesleğinin onurunu zedeleyen uygulamalardan vazgeçmesini istediklerini belirtmeleri üzerine; mahkeme heyeti, Ümit Kocasakal’ın da aralarında bulunduğu 10 avukat hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Bunun üzerine soruşturma başlatan Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı bu 10 avukat hakkında dava açmıştı.

İşte dananın kuyruğu ilk burada koptu. Adalet Bakanlığı, İstanbul Barosu yönetiminin, hakkında açılmış davaya istinaden “yöneticilik” ehliyetinin kalmadığını ve baro yönetiminin askıda olduğunu iddia etmeye başladı. Tabii İstanbul Barosu’nun hükümetle olan ilişkisi de cabası oldu. Bu tarihten sonra, İstanbul Barosu’ndan önlerine giden her ruhsat dosyasını, baro yönetiminin askıda olmasını gerekçe göstererek reddetmeye başladılar. Bu red kararlarından sonra dosyalar Türkiye Barolar Birliği’ne geri gönderiliyor, Türkiye Barolar Birliği “ısrar” kararı verip dosyaları tekrar Adalet Bakanlığı’na yolluyor ve Adalet Bakanlığı artık “mecburen” ruhsatlarımızı onaylıyor ve bizler “lütf’en ve resmen avukat” olmuş oluyoruz.

Biz “müstakbel avukatlar” bu başvuru-ruhsat alma arasındaki zaman aralığında, muğlaklık sevmeyen flört misali, “peki yani biz şimdi neyiz?” diye sorup duruyoruz. Zira, stajyer desen değil, avukat desen hiç değil. Duruşmaya gireyim dersin “canım sen hayırdır ya?” derler, stajım bitti avukat maaşı almalıyım artık dersin “o işler öyle olmuyor işte” derler. Ne deve ne kuş, bir acayip statüde sıkışır kalırsın.

Ben de böyle böyle iki ay bekledim. İşyerinde patron, evde ana baba, sokakta arkadaşlar sordu da sordu “senin ruhsat gelmedi mi hala” diye. Başlarda “Yok hükümetle kavgalıyız biz eki eki” diye geçiştirdim, sonra soruyu duydukça cinlerim zıp zıp tepeme çıkmaya başladı. Baktım olacak gibi değil, Barolar Birliği’ne sarayım dedim. Artık, günaşırı, içip içip eski sevgilisini arayan âşık misali Türkiye Barolar Birliği’ni arıyorum. Durumum çığırından çıktı, iş taciz aşamasına vardı sayılır. Ki ellerinden ne gelir onu da bilmiyorum. Aklımdan geçen her şeyi, telefonun ucundaki görevliye sayıyorum: “Yani anlıyorum da Ümit Hoca beraat etti. Üstüne tekrar seçildi. Ya hepsi bir yana bizim ne suçumuz var, bekle bekle aylar oldu.” Görevliler şaşkın, görevliler çaresiz… Her defasında beni teskin edip telefonu kapatıyorlar.

Hala bekliyorum. Aynı durumda olan tüm arkadaşlarım gibi; stajyermişçesine duruşmalara giriyor, hacizlere çıkıyorum. Ofiste iş dağılımı yapılırken avukat, maaş ödenirken stajyer muamelesi görüyorum.

Adalet Bakanlığı’nı, bir tüzel kişiliği, bir idareyi arkadaşımmış gibi karşıma alıp konuşuyorum: “Gel yapma, vazgeç inadından. Senin yolun yolun yol değil. Elbet alacağım ben o ruhsatı, neyin inadı bu hala? Bak Türkiye Barolar Birliği hakkımda suç duyurusunda bulunacak ‘çalışanlarımı taciz ediyor, günde beş vakit bizi arıyor’ diye. İnsaf et. Böyle yaparak beni yola getirmeye çalışıyorsun, biliyorum. ‘Siz İstanbul Barosu üyeleri, devam edin bunlara oy vermeye, bakın daha neler yapacağım size’ diyorsun. Ama böyle olmaz. Bak ben senden iyice nefret ediyorum. Yapma canım, yapma arkadaşım. Hem biz seni biliyoruz. Avukatlar hakkında en ufak şikâyette, aslı astarı nedir demeden, ağır cezada yargılanmamıza onay verdiğini de biliyoruz. Biz senin ciğerini biliyoruz ciğeriniii” diye sayıklıyorum.

Ben ve dönemdaşlarım biraz daha bekleyeceğiz gibi görünüyor. Türkiye Barolar Birliği ile yaptığım son konuşmada, Adalet Bakanlığı’nın ruhsat inceleme komisyonunun değiştiğini ve sürecin uzayacağını tahmin ettiklerini söylediler. Ruhsat gelmedi mi diye soracak olanlara da bundan sonra cevabım: “Adalet Bakanı’yla cumaya gitti, gelecek!”