Özgeçmiş

Av. Ozan Gülhan

Blog: Diren Terazi

Staj bitti, iş arıyorum. Staj yaptığım hukuk bürosunda başka bir avukata ihtiyaçları olmadığı için nazikçe kapının önüne konuldum. Eşi, dostu araya sokup birkaç büroyla görüştüysem de, kısa sürede bunun en akılsızca iş olduğunu anladım. Sen bizim evladımızsın ayağına, dışarıdaki bürolardan daha çok çalıştırıp daha az para verdiler hep. Seni işe aldıran tanıdığa ayıp olmasın diye çalışıyorsun ama o bile bir yere kadar. Teşekkür edip ayrıldığında ise arkandan konuşmaya başlıyorlar: “İş bulduk, beğenip çalışmadı. Hayat çok kolay sanıyor.” Arkadaş tamam hayat kolay değil de, Cumartesi gecesi saat ona kadar büroda kalmayı gerektirecek kadar da zor olmamalı değil mi ama?

Dost kazığını yedikten sonra internet siteleri ve gazetelerdeki ilanlara bakmaya başladım. Bir ilanlar var, aman aman. Ceza hukukuna hakim, ticari davalara bakmış, idare ve vergi mevzuatını iyi bilen, en fazla iki yıllık tecrübeye sahip, genç, çalışkan, saat ve şehir dışı problemi olmayan... Böyle gidiyor liste. Tercümesi şu: Her şeyi bilsin, etinden, sütünden, yününden yararlanalım ama çok para da istemesin. Kimse de sormuyor, o kadar kısa çalışmayla o kadar tecrübe nasıl edinilir diye. Birkaçına randevu alıp gittim, asgari ücretin biraz üzerinde bir maaştan fazlasını teklif dahi etmediler.

Sonra enteresan bir ilan gördüm. Arkadaş o ne? Adamlar İngilizce ilan verip, iyi derecede Fransızca bilen avukat arıyorlar. Bir de ekliyorlar: Almanca tercih sebebi.  Bak bak bak. Ulan oğlum, ben o kadar dil bilsem senin ofisinde SSK’lı avukat mı olurum zaten! Yine de dayanamadım, Fransızca ve Almancam olmamasına rağmen sırf merakımdan randevu aldım. “Eşek değiller ya, bu kadar dile ayda bir 5.000-6.000 TL falan veriyorlardır” diye düşünüyorum tabii. Gittim, görüştük. Her şey iyi, hoş, sıra maaşa geldi. Adam öyle düşük bir teklifte bulundu ki, cevap olarak “Öyleyse kutuma gitmek istiyorum” diyebildim sadece. Anlamadı, bu kez de “I’m choosing my box” diye devam ettim. Anlamsız bakışlar sürünce, Fransızcamın olmadığına ilk kez bu kadar üzüldüm. Fransızcasını söyleyebilsem anlayacak gibiydi sanki.

Ertesi gün dert yanmak için benimle aynı durumda olan bir sınıf arkadaşımı aradım. “Abi” dedim, “eş, dost, internet, gazete, her türlü iş bakıyorum ama olmuyor.” Arkadaş dedi ki, “Baktın olmuyor, bakmayacaksın.” Bizimkinin durumu benden de kötü diye düşündüm. Oğlum harbiden işsizlik kafayı yediriyor millete! “Len dalga mı geçiyorsun, ne diyorsun?” diye çıkıştım. “Sen niye iş arıyorsun ki? Kalifiye adamsın sonuçta. Hazırla bir özgeçmiş, yükle internete, onlar seni arasın. Ben öyle yaptım” şeklinde durumu açıkladı. Ben de sandım ki bizimki bu taktikle iyi bir iş bulmuş. Nerdee, meğer boş gezenin boş kalfasıymış o da. Sonradan öğreniyorum bunları tabii. Ancak bana öyle bir gaz verdi ki, “Tabii yaa, hiç, ayağıma kadar gelip yalvaracaklar” dediğimi, “freedooommm” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Hem de bunları her sene barosuna yaklaşık iki bin yeni avukat kaydı yapılan bir şehirde söylüyorum!

Hemen kendime bir özgeçmiş hazırlayıp, internetteki iş arama/kariyer sitelerine yükledim. Bir özgeçmiş ki, işe almayanı döverler. Lisansı Marmara Hukuk’ta bitirmişim, yüksek lisansa da orada devam ediyorum. İyi bir hukuk bürosunda stajımı tamamlamışım, birçok alanda çalışmışım. İngilizce eğitimimi İngiltere’de almışım. Bir sürü hukuk seminerine katılmışım, sertifikalar özgeçmişten taşıyor. Hobilerimde bile tenis, kayak falan var, gerisini sen düşün.

Daha ilk günden Beşiktaş’ta çalışan orta yaşlı bir avukat, Ayşegül Hanım, arayıp, akşama görüşmek istedi. “Oldu bu iş” deyip, atladım, gittim. Görüşme çok iyi gitti ama maaş konuşulmuyor hala. Ben herhalde beni kaçırmamak için açık çek verip, “Yarın gel, işe başla” diyecek diye beklerken, tutup “Tanıştığımıza çok memnun oldum” dedi. Tanışmak ne lan? Meğer iş teklif etmek için değil, bu özgeçmişin sahibi genç meslektaşını görmek için çağırmış beni. Neymiş efendim, fazla kalifiyeymişim, onun vereceği işi zaten beğenip çok uzun süre çalışmazmışım falan. Şaban Oğlu Şaban filmindeki “Bunu göstermek için mi çağırdınız beni?” repliğinin sahibi sünnetçi gibi hissettim. Ayşegül Hanım, bir akşamda üniversite okuduğuma pişman etti beni. Derbeder oldum, yollara düştüm, hayatı sorguladım. Eve dönerken her geçtiğim ilkokulun önünde durup, kariyerimi zirvedeyken neden bırakmadığıma hayıflandım.

İşin kötüsü başka arayan da çıkmadı. Birkaç gün sonra bir terslik olduğunu düşünüp diğer bir arkadaşla konuştum. Dedi ki, “Sen ne yapmışsın yaa? Hiç özgeçmişe o kadar şey yazılır mı? İnsanların gözünü korkutmuşsun. Sil onları hemen, sil, sil.” Mantıklı geldi, bir daha sıkıntı yaşamamak için özgeçmişi temizlemeye başladım. Yüksek lisans, yurtdışı eğitimi, mesleki tecrübe, seminerler, allah ne verdiyse atıyorum. Ben hızımı alamayınca, bir baktım en son özgeçmişte sadece adım ve telefonum kalmış. Tam ortaya “risk budur” yazıp özgeçmişi bitirdim.

Özgeçmişi özgeçmişsiz olarak hazırlayınca haliyle bu sefer de uzun süre vasıfsızız diye kimse aramadı. Bence aramak istemiyorlar da, özgeçmişi bahane ediyorlar hep. Son ümit özgeçmişi hukuk bürolarına göndermeye başladım. Koca İstanbul’da dişe dokunur bir iş bulamayınca, beşinci günün şafağında doğuya baktım. Gebze’de bir büro dolgun ücret ve rahat bir çalışma ortamı vaad ediyormuş. Ekmeğimin peşinden koştum, randevu alıp görüşmeye gittim yine. Toplamda altı avukat randevu alıp gelmişiz. Kısa bir konuşmadan sonra 2500 TL maaş ve prim olarak da vekalet ücretlerinin yüzde yirmisini teklif ettiler. “Bugün başlar mısın?” sorusuna verdiğim cevap, “Durduğum kabahat” oldu.

Birkaç saat sonra öğrendim ki, benimle birlikte işe başvuran diğer beş avukatı da aynı şartlarla işe almışlar. Çalışmayı bıraktım akşama kadar matematik hesabı yaptım. Adam başı vekalet ücretlerinin yüzde yirmisinden yüzde yüz yirmisini bize veriyor adam. Yüzde yüz yirmi diyorum. Aldığı bütün parayı veriyor, bir de üstüne para koyuyor. Bonkörlüğe bak! Dayanamadım ofisten ayrılmadan patronun yanına uğradım. Üstad böyle böyle dedim, bu işte bir terslik var. Dedi ki, “Ben de tam size ayrıntıları anlatacaktım.” Sonra şapkadan nasıl tavşan çıkarttığını açıkladı. Sistem şöyle: Altı avukat, bir ofis, amansız bir yarış. Altı avukat işe başlayacak, her ay bir avukata veda edilecek. Rakiplerini eleyip sona kalana da bahsettikleri maaş ve primi verecekler. Ancak o zamana kadar kimseye maaş yok. Çakala bak ya, bildiğin surviver adası kurmuş! Anladım ki, “burası sörvayvıl, burada her şey gerçek.” İşin ilginci bu teklifi kabul eden meslektaşlar oldu. Yani hakikaten memleketimin koyunu bile bir farklı bakıyormuş!

Kötü patron iş sahibi yaparmış. İşte benim başarı hikayem de böyle başladı. Şimdi İstanbul’un güzel bir muhitinde yanımda çalışan yirmiye yakın avukatla paraya para demiyorum. Demek isterdim ama hala bir şirkette SSK’lı olarak çalışıyorum. Arada keşke Gebze’deki işi kabul etseydim diyorum. En azından finale kesin kalırdım, sürpriz hediyeler bile işimi görürdü belki.


Av. Ozan Gülhan, Hukukta Sol Tavır Derneği kurucu YK üyesi