Kedili avukat

Av. Ozan Gülhan, Hukukta Sol Tavır Derneği YK üyesi

Blog: Diren Terazi

Meslek hayatım boyunca çok iş değiştirdim, haliyle çok da iş görüşmesi yaptım. Ancak o kedili iş görüşmesi gibisi bir daha hiç olmadı. Anlatayım efendim...

Mesleğin baharındayım. Staj yeni bitmiş, ceza avukatı olacağım diye tutturmuşum. Artık etrafa ne kadar duyurmuşsam, bir gün bizim uzak akrabalardan biri aradı. Tanıdığı bir ceza avukatının yanına avukat aradığını, beni ona yönlendirebileceğini söyledi. Ben havada kabul ettim tabii. Avukat bey, Taksim civarında bürosu olan, yanında birçok avukat ve stajyer çalıştıran ünlü bir ceza avukatıymış. Hatta daha sonra kendisini birçok kez televizyon ve gazetelerde de gördüm. Ancak ben o günlerde bunlardan habersizim. 

Ertesi gün telefon edip, iş görüşmesi için randevu aldım. Kararlaştırılan günde de görüşmeye gittim. Avukat beyin zengin bir avukat olduğu, bürodaki mobilyalardan ve duvardaki tablolardan bile kolayca anlaşılıyordu. Ben de o toy halimle hemen böylesi zengin bir avukatın yanında iyi bir maaş alabileceğime dair hayaller kurmaya başladım. Hiç düşünmüyorum bu adam nasıl bu kadar zengin olmuş diye!

Yarım saatlik bir beklemeden sonra sekreter, avukat beyin içeride beni beklediğini söyledi. Kapı açıktı, çok ses çıkarmadan içeriye girdim. Girdim ama ilk bakışta kimseyi göremedim. Avukat bey çalışma masasının arkasındaki dönen sandalyede sırtı bana dönük halde oturuyormuş. Beni böyle saygıdeğer bir şekilde karşıladığını ancak sandalyeden dumanlar çıkınca fark ettim. Kendimi belli etmek için yalandan yere öksürdüm. Ardından sandalye, bir zamanların fakir ama gururlu gencini taşıyormuş gibi ağır ağır döndü. Arkadaş, bir baktım; ağzında puro, bir eliyle viski bardağından viskisini yudumlayan, diğer eliyle de kucağındaki kediyi seven siyah takım elbiseli bir adam var karşımda. Sanırsınız Baba filmindeki Don Vito Corleone! Hangisine daha çok şaşıracağımı bilemedim: Viskili, purolu, mafyavari avukata mı, yoksa iş görüşmesine katılan kediye mi! 

“Bir kedi gördüm sanki. Evet, evet, bir kedi gördüm” diye geçirdim içimden. O karenin içinde bir kedinin olması o kadar anlamsızdı anlayacağınız. Bir de üstüne avukat bey patisinden tutup “merhaba” dedirtti kediye. İster istemez “merhaba” dedim ben de. Kediyle konuşuyor görünmemek için ortaya dedim ama. Artık kim üstüne alınırsa diye, biraz kediye biraz da avukata yani. Şimdi düşünüyorum da, “merhaba” diyen kediyi görmüşsün, kalk git değil mi? Yok, illaki kaldım. Zengin avukattan iyi maaş beklentisi, daha da önemlisi referans olan akrabaya ayıp olmasın düşüncesi var sonuçta.

Pofuduk mu, Fikidik mi, her neyse işte öyle bir ismi varmış kedinin. Bir lanet, bir huysuz, bir kızgın bakıyor ki hiç sormayın. Sanırsınız banka soymuş, üç leşi var, akşamları anasını, babasını dövüyor. Trafoya falan da girdiyse bu kedi girmiştir kesin. Tam bir suç makinası suratı vardı kedide, her b.ku yer vallahi.

Tanışma faslının ardından vakit kaybetmeden iş görüşmesi safhasına geçildi. Geçildi de benim aklım hala kedide. Avukat bey yüzümdeki şaşkınlıkla karışık saçma ifadeyi görmüş olacak ki, açıklama yapmak zorunda hissetti kendisini. “Kedim” dedi, “hisli bir kedidir. Kim iyi, kim kötü hemen anlayıverir. Ben kedimin hoşlanmadığı bir kişiyi asla işe almam mesela.” Sanırsınız gaddar bir kedi tarafından yönetilen Alper Canıgüz’ün Gizliajansı’ndayım. Avukat bey işe alma hususunu kediye devredince, ben avukatı bıraktım, kediye oynamaya başladım. Kedi benden hoşlanırsa işi kapacağım sonuçta. İçimden hadi len Fikibok diyorum, yap bi güzellik, iyi bir maaşla al şu abini işe, hadi be.

Ancak gülmeyle, sevimlilikle kediyi kandırmak ne mümkün. Kedi o kadar çok iş görüşmesi yapmış ki, kompetanı olmuş bu işin p.zevenk. Verdiğin kaçamak cevaptan, konuşma tarzından, duruşundan, hareketlerinden hemen ne mal olduğunu anlıyor sanki. Yalan söyledin mi ya da abarttın mı, “Olmadı Ozan Bey” der gibi sağa sola sallıyor kafayı. Avukat bana bir şeyler soruyor, cevaplayıp hemen kediye bakıyorum tepkisini ölçmek için. Ben kediye bakıyorum, kedi bana, ben avukata, avukat kediye, sonra hepimiz kediye... 

Aslında görüşme gayet iyi gitti. Avukat bey epey ilgili bir şekilde hangi okuldan mezun olduğumu, stajımı nerede yaptığımı, hangi alanlara ilgi duyduğumu, hangi konularda çalıştığımı öğrenmek istedi. Aldığı cevaplardan da memnun kaldı. Görüşmenin sonlarına doğru kedisinin de benden çok hoşlandığını hissettiğini belirtti. Avukat memnun, kedi memnun, her şey on numara yani. Hatta avukat bey, ayın birinde işten çıkacak avukatın yerine ofise gelebileceğimi bile söyledi. 

Her şey iyi, güzel; fakat baktım görüşme bitiyor, biz hala maaş konusunu konuşmadık. Avukata alacağım ücreti sordum gayri ihtiyari. “Ücret mi?” dedi. Avukat çok şaşırdı. O şaşırınca, Çükübik de şaşırdı tabii. Avukata dönüp bir miyavladı. Kendi aralarında bir şeyle konuştular sanırım. Sonra avukat bir başladı ki, durdurabilene aşk olsun. Meğerse onlar genç avukatlara maaş vermezlermiş. Avukatlar orada çalışırken işi öğrenirmiş. Zaten bu devirde en değerli şey bilgiymiş ve parayla falan da ölçülemezmiş. Tam tersine bu bilgiler karşılığında çalışanların onlara üste para dahi vermesi gerekirmiş. Ofisteki avukatlar fotosentezle beslenip, arada da tatlı niyetine çaktırmadan kedi mamasından dişliyorlar herhalde diye düşündüm haliyle. Hadi ilk ay falan iş öğreniyoruz, dosyaları tanıyoruz diye para almayalım da, çalıştığımız müddetçe para almamak da nedir kardeşim? Kedinin mama parasının yarısını ver bari vicdansız adam.

Ben normal olarak para almadan çalışamayacağımı söyleyince bizim avukat çok kızdı. Kedi zaten en başından beri kızgın. Ardından avukat bey bu kez de kendisini anlatmaya başladı. Aklı sıra beni bedavaya çalışmaya ikna edecek. Şu zorluklardan geçip gelmiş de, şu davalara bakmış da, şu ünlüleri kurtarmış da, şu televizyon kanalına çıkmış da, onun yanında bulunmak bile bir ayrıcalıkmış da... Hayır, arkadaş, iş başvurusu yapan benim, sen niye kendini övüp duruyorsun? Ne yapayım yani, “Özgeçmişinize bayıldım, sizi işe alıyorum” mu diyeyim? Aslında deseydim iyiydi de, dilimin ucuna kadar geldi, diyemedim ya la.

En son avukat beyin, ikna olmadığımı görünce kedisinin huysuzlanmaya başladığını söylediğini hatırlıyorum. Bu kibarca, “Kedi artık seni sevmiyor, seni işe alamayacağım” anlamına geliyordu. Hah, ben de bayıldım zaten kedine.

Nasıl olduysa, o iş görüşmesinde benim çalışmam karşılığında maaş istemem; avukat beyin bir meslektaşıyla kedili, purolu, viskili, dönen sandalyeli iş görüşmesi yapmasından daha şaşırtıcı, daha kabul edilemez bir şey oldu. Giderken iki tane ağır laf söyleyecektim de kediden tırstım. Zengin adam kedisi sonuçta. İyi besleniyor, gücü kuvveti yerinde maşallah. Valla mama parasıyla döver beni…