Hapşu

Av. Erdem Oktar

Blog: Diren Terazi

- Yahu kardeşim, ödüyor musunuz ödemiyor musunuz?

+ Ödeyeceğiz avgat bey.

- O zaman ödeyin. Beş gün oldu.

+ Hiç ödemez miyiz avgat bey.

 

Tam beş gündür Anadolu’nun bağrında küçük bir ildeyim. ‘Buranın soğuğu sert, adamı mert olur’ dedikleri türden. Soğuk sert ama bizim borçlular devamlı kıvırıp duruyor. Keşke az daha ılıman bir iklimi olsaydı da beş gündür şu adamların peşinden koşmasaydım.

Şimdi beş gün lafını okuyunca, ‘Ne zalımmış, ödeme beş güncük gecikmiş adamların gırtlağına çökmüş’ diye düşünmeyin. Ödememe meselesi bir yılı aşkındır gecikmeli. Miktar az değil. Taksit yaptık, o bile hak getire. Ben, beş gündür borçluların mekânında oyalanıyorum. Ha bugün, ha yarın ödenecek diye bekliyorum. Niyetim iyi. Muhafaza işlemi yapmamak için kendimi çok zor tutuyorum. İşletmeye bir müşteri girse patrondan çok beni heyecan basıyor.

 

+ Şuradan bir paramız gelecek avgat bey. Ödesinler hemen size vereceğiz.

- Haydi bakalım. Ben burada bekliyorum.

+ Beklemeyin avgat bey. Siz gidin, biz yatırırız.

- Oldu canım. Başka?

+ Çay?

- Ver.

 

Her gün sabahtan akşama kadar işyerinde bekliyorum, o lanet olasıca para bir türlü gelmiyor. Bir gün ödemeyi yapacak adam güya arabasıyla yardan aşağı uçuyor, bir başka gün işletmenin araçlarından biri yanıyor, bir gün patronun çocuğu oluyor, diğer gün patronun babası ölüyor ve netice itibariyle bizim ödeme bir türlü yapılamıyor. Yahu arkadaş ne oluyor? Nasıl bir filmin içine düştüm ben? Aşk, dram, ihtiras, nefret, entrika, hepsi 2014/bilmem kaç esas sayılı dosya kapsamında. Hem müvekkile ne diyeyim? ‘Senin para geliyordu, adam yardan uçmuş, ama nasıl uçmuş görmen lazım, paralar da uçmuş’ mu diyeyim? ‘Yangınlardan, ölenlerden doğanlardan bizim paraya sıra gelmiyor’ mu diyeyim? Resmen muhafaza yapmamak için gösterdiğim iyi niyetin kurbanı oluyorum. Ben satış istemediğimde veya muhafaza yapmadığımda, karşı tarafta sanki yapamazmışım, beceremezmişim, istesem de olmazmış gibi bir intiba uyandı sanıyorum. ‘Bu gelir, bekler bekler, sıkılır gider’ diye mi düşündüler nedir? ‘Haydi artık’ dediğimde dayıyorlar çayı. ‘Yeter artık’ dediğimde getiriyorlar tatlıyı. Şeker hastası oldum yemin ederim.

Beşinci gün tekrar borçlu işyerine gittim. Bugüne yine söz vermişlerdi. Ben bu kadar boş vaatte bulunan insan görmedim. Adana’ya kar yağdıranından, Ankara’ya deniz getirenine kadar nice politikacı gördüm, böyle makineli tüfek gibi vaatte bulunan insana hiç denk gelmedim. İşletme müdürünün odasına girdim. Artık gide gele yeri avcumun içi gibi biliyorum. Kimse de ‘Sen kimsin, nereye gidiyorsun’ demiyor. Öyle kaynaşmış durumdayız. Hemen buyur ettiler, çay söylediler. Artık içmedim. Bir saat süreleri olduğunu, aksi takdirde artık gerekeni yapacağımı, iyi niyetin bu kadar suiistimal edilmeyeceğini söyledim. Her zamanki gibi hak verdiler ve vaatte bulundular. Bir saat sonunda sürenin bittiğini hatırlattım. En fazla bir saate ödemenin yapılacağını söylediler. Ama hâlihazırda bir yıldan fazla süredir doğru dürüst ödeme alınamamış bir dosya için tam beş gündür başka bir ilde kar ve soğuğun göbeğinde bunlarla uğraşırken duyduğum şu son söz çıldırmama yetti: ‘Ama siz de hiç anlayış göstermiyorsunuz. Bu ne ya, canımızı mı alacaksınız!’

O sinirle çantamı kapıp işletmeden ayrıldım. Ayrıldım, fakat bu işletme şehir merkezinin epey uzağında, bilmem ne karayolu üzerinde, dağın başında bir yerde. Minibüs geçmez, otobüs geçmez. Dışarısı eksi 10 derece civarında. Ben bir hışımla dışarı çıktım ama etraftan kurt ulumaları falan duyuluyor. ‘Delikanlılık ölmedi, dayan aslanım’ diye kendi kendimi teskin etsem de nafile. Ayaklar taş oldu. Paçadan bir soğuk giriyor ki, iç organa temas edebilen bir rüzgâr ben daha önce görmedim. Tepeme tepeme kar yağıyor, burnumun ucunda küçük kar tepeleri oluşuyor. Karı romantik bulan, kar yağdığında elinde kahve fincanıyla buğulanmış cama şiirler yazan o sanal dünya insanlarını bir de orada göreyim ben. Soğuğun nelerine nelerine küfreder o nazik insanlar, şaşarsınız. Dediğim gibi toplu taşıma olmadığından, bir umutla daha önce telefonunu aldığım taksiciyi aradım. Hemen geleceğini söyledi. Ama gelmedi. On beş dakika, yarım saat, bir saat. Ben, ‘Ayazına da, soğuğuna da, haczine de’ diye küfrederken, bir anda çenemi oynatamadığımı fark ettim. Bayağı donuyorum. Sağdan çakallar, soldan kurtlar geliyor. Önce beni öldürecekler, sonra da beni yemek için kendi aralarında dövüşecekler, belgesellerden biliyorum. Hacze geldim, resmen belgeselim çekiliyor şu an. Neyse ki bir buçuk saatin sonunda taksici gelebiliyor ve taksiye atlayıp adliyeye geçebiliyorum.

Buradan avukat arkadaşlara sesleniyorum: Siz siz olun, delikanlılık yaparken havayı kontrol edin. İyi çalışmalar, hapşu!