Bir günde 60 kilo vermek istemez misiniz?

Av. Erdem Oktar

Blog: Diren Terazi

Çoğu insanımızın fazla kilolarıyla başının dertte olduğu bir gerçek. Televizyonlarda, gazetelerde sık sık ‘Fazla kilolarınızdan kurtulmanın yollarını’ anlatsalar da, kanımca doğru yöntemi bulamıyorlar. Bugün, mesleğimin dışında bir alana girerek, fazla kilolarınızdan kurtulmanın yolunu anlatacağım. Çok da iddialıyım. 1 günde tam 60 kilo verebilirsiniz. Nasıl mı?

Bizim adliyenin klima sistemi temmuz ayında tadilata girdi. Haliyle sıcaklığın epey yüksek olduğu bu aylarda adliyede çalışmak da epey zorlaştı. Tutuklu bir müvekkilin dosyasını incelemek için olayın savcısına bir uğradım. Daha önceki deneyimlerimden, asansördeki ısının, içinde bulunan insanlarla birleştiğinde Dubai seviyesine yükseldiğini aklıma getirerek dördüncü kata tırmandım. İlk iki katı çıkana kadar ter sırtımdan boşalmış bulunuyordu. Kalan iki katı sakin sakin çıkayım dedim ama vücut söz dinlemiyor, terledikçe terliyor kerata. Savcı beyin odasına geldiğimde gözümün içine giren terden dolayı sehpaya çarptım, nefes nefese, ‘Biziğmm müvekkilinğğ tosyasıhhhh’ diyerek konuya girmeye çalıştım. Önce bir oturmamı ve soluklanmamı istedi. Talebi kabul ettim. Zira gözlerim terden görme yetisini kaybettiği için savcı yerine katibiyle konuştuğumu anladım. Oturdum, savcı beyin tahminen kendi imkanlarıyla getirttiği küçük vantilatörüne kafamı uzatarak azıcık serinlemeye ve sakinleşmeye çalıştım. Meramımı anlatınca, dosyanın sulh ceza hakimliğinde olduğu yanıtını aldım. Eyvah.

Tekrar dört kat aşağı inerek, tutuklama kararını veren nöbetçi sulh ceza hakimliği kalemine gittim. Kulağımda ‘It’s raining man’ şarkısı çalıyor. ‘Hallelujah’ diyerek içeri girdim. ‘Ve aleyküm selam’ dediler. Meramımı anlattım. Soruşturmada görevli CMK müdafii meslektaşımın tutuklamaya itiraz ettiği ve diğer kaleme gitmem gerektiği söylendi. Oraya da gittim. İlgiliye, dosyayı incelemek istediğimi söyledim. Hakimle görüşmem gerektiği bilgisini aldım, yüzümü terden olabildiğince arındırarak hızla hakimin odasına girdim. O da, soruşturmayı yürüten savcının izni olmaksızın dosyayı bana veremeyeceklerini söyledi. Eyvah.

İş izzet-i nefis meselesi oldu arkadaş. Ben o dosyanın fotokopisini alacağım. Öldürmeyen sıcak güçlendirir diye kendimi gaza getirerek tekrar dördüncü kata tırmandım. Bacaklar ine çıka oldu sana Roberto Carlos. Katları öyle bir tırmanıyorum ki Nasuh Mahruki görse alnımdan öper, sonra tiksinir çünkü ter içindeyim. Bir de halsizlik çöktü üzerime ki anlatamam. Şener Şen’in Arabesk filminde çöllerde ‘Allahım kör et beni’ şarkısıyla süründüğü sahneyi aratmayacak bir jestle odaya girdim. Savcı bey sağolsun yine buyur etti beni. Nefesimin normale dönmesini, vantilatörden gelen ılık rüzgarda suratımı kurutmamı bekledi. Sizden dedim, izin çıkması lazım sayın savcım dedim. Bir dilekçe yazıverin, halledelim dedi. Dilekçeyi yazarken bir posta daha terleyince, dilekçe dilekçelikten çıktı, gözyaşlarıyla ıslanmış aşk mektubuna döndü. Üzerine akan terlerle nemlenmiş dilekçemi sundum, iznimi aldım ve yallah tekrar dört kat aşağıya indim.

Bu mevsimde, hele de soğutma sistemi çalışmayan bir adliyede bu kadar hareket neticesinde yürüyen bir su kütlesi görenler elbette şaşırdılar. Gazeteciler geldi, fotoğraflarımı çekti, onlara kısa bir röportaj verdim. Röportajımda özetle, ‘Gulu gulu, gburk’ diyerek gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundum. Bazı arkadaşlar selfie yaparak ‘Yürüyen suyla adliye qeyfi’ diye paylaşımlarda bulundular. Popülaritem artmıştı. Demek meşhur avukatlık için böyle zor yollar yürünmek durumundaymış.

Tekrar sulh ceza hakimliğine indim. Savcı beyin iznini gösteren yazıyı hakim beye sunacağım. Ama hakim duruşmaya girmiş. Yarım saat kadar salonun önünde, zaman zaman kapıyı açıp kafamı göstere çıkara duruşmanın bitmesini bekledim. Azıcık da olsa serinleyebileceğim bir yer ararken, duruşmayı bitiren hakim beyin 15-20 adım önümde lavaboya doğru gittiğini gördüm. Koşsam da yetişemedim. Bir süre de lavabodan dönüşü beklediğimde, sayısız atomdan, hücreden, molekülden falan oluşan vücut, iki hidrojen bir oksijenden ibaret hale gelmişti. Nihayetinde hakim beyi bulup evrakı verdim. CMK müdafii meslektaşımın tutuklamaya itirazının az önce reddedilerek benim dosyanın soruşturmayı yürüten savcı beye geri gönderildiğini öğrendim. Son saniyede uçağı kaçırmak, radyoda en sevdiğin parçanın son melodisine yetişmek gibi üzücü durumların artık hiçbir ehemmiyeti olmadığına kanaat getirmem işte o an oldu. Saniye farkıyla dosyayı kaçırdım. Belki de dönüş yolunda karşılaştığım alışveriş sepetinin içindeki dosyalardan biri benimkiydi. Hüzünlü de bir bakışı vardı aslında sepetin. ‘Bak ben buradayım, seni bekliyorum’ der gibiydi sepet. Nasıl anlayamadım? Nasıl engelleyemedim? Yazıklar olsun bana.

İş inada bindi ya, tekrar dördüncü kata savcılığa çıkmak için yanıma azığımı alıp yola koyuldum. Veznelerin önünde yere oturdum, mola verip azığımdan çıkardığım domates-peynir-köy ekmeğiyle karnımı doyurdum. Artık o katları çıkabilecek halim kalmamıştı. Ne olursa olsun diyerek asansöre binmeye karar verdim. Bindim de… Ben asansörde erimişim. Vatandaşın biri de; sağolsun beni elindeki pet bardağa koyarak gideceğim yere bıraktı. Maddenin ilk iki halini yaşadım, üçüncüye çok az kaldı. Savcı beyin odasına bardağın içinde girdim ve seslendim: “Dosya var midur, sepet var midur, dosya size geldi dediler, asli var midur?”. Katip bey baktı baktı bulamadı. Yok. Dosya yok. Hani tekrar savcı beye gönderilmişti? Ama yok. Erdem’e yine dört kat aşağıya inip, ‘İyi günler, ben 2 saattir buraya gelip giden Av. Erdem Oktar. Tanıyamadınız değil mi? Ben de kendimi artık tanıyamıyorum. Bundan sonra bir bardağın içinde sıvı olarak yaşamakla yüzleşmek ne zordur bilir misiniz?’ demek düştü. Gerisin geri dört kat indim.

Sulh Ceza Hakimliklerinin bulunduğu koridorun kapısı kapalıdır ve elektronik kartla girilir. Ama artık benim baro kartıma ihtiyacım yoktu. Kapının altındaki küçük aralıktan, suya dönüşmüş olmanın avantajıyla akıverdim ve katibe sordum: ‘Bizim dosyanın atı yalnız dönmüş. Hiç böyle yapmazdı. Yolda başına bir şey mi geldi acaba?’. Yemin billah dosyayı götürdüğünü, dördüncü katta bir aksaklık olabileceğini söyledi. ‘Kardeşim’ dedim, odanın altını üstüne getirdik, o dosya yok. ‘Aaaa’ dedi, oda ben gittiğimde kapalıydı, yan taraftaki büroya bırakıverdim… Yüzümde tuhaf tiklerin eşlik ettiği bir gülme aldı beni. Ama inadım inat. Dosyayı alacağım.

Artık Hüseyin Bolt’a bağlamışım. Nasıl yürüyorum aklınız durur. Sona doğru yaklaştığımı hissediyorum. Dosyanın kokusunu alıyorum. Kavuşacağımız an yakındır, biliyorum. Tırman aslanım. Tırman yiğidim. Dördüncü kata tırman. Hiç durmadan tırman. Ha benim kaplanıma. Yine tırmandım.

Katibi alıp, dosyanın bırakıldığı büroya gittim. İşte oradaydı. Soruşturma numarasına kurban olduğum… A4’üne öleyim senin. İşte geldim. Ellerim titreyerek dosyayı aldım. Katiple birlikte fotokopisini çektirdik. Fotokopiyi öptüm, kokladım. Fotokopiye sarıldım. Fotokopi de bana karşı boş değilmiş. O gün biz sözlendik.

Muhterem okurlar,

Siz de fazla kilolarınızdan kurtulmak istiyorsanız, 1 gün adliyede dosya takip edin. Faydasını göreceksiniz. Şu an 4,5 kilo ağırlığında nurtopu gibi bir avukatım... Tedavim sürüyor…