Alfabeden elifbaya

Özgür Aydın

Blog: Dile gelen

İlk adım "Osmanlı Türkçesi" dersinin Sosyal Bilimler Liselerinde zorunlu, diğer tüm liselerde de seçmeli olarak okutulmasıydı. Bir yıl önce bu adım atıldı. İkinci adım, bu dersin zorunlu bir ders olarak tüm liselerin öğretim programlarına alınmasıydı. İlk adımın atılmasından bir yıl geçmişti ki geçen hafta, 19. Milli Eğitim Şurasına bu öneri getirildi, ama olmadı. Hali hazırda Sosyal Bilimler Liselerinde zorunlu, diğer tüm liselerde de seçmeli olarak okutulan bu dersin tüm liselerde değil ama Anadolu İmam Hatip Liselerinde zorunlu olarak okutulmasına karar verildi.

Üçüncü adımın ne olacağını, şevketlu, kudretlu, mehâbetlu, azametlu hünkârım hazretleri buyurdular: “İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek.” Elbette emr-ü fermân şevketpenâh efendimiz hazretlerinindir, herkes bunu öğrenecek!

Niçin öğreneceğiz? Dedelerimizin mezar taşlarında neler yazdığını okuyabilmek için. Şaka değil, Şura’da Osmanlı Türkçesi derslerinin zorunlu olması gerektiği önerisini veren Eğitim-Bir-Sen’in gerekçelerinin en önde gelenlerinden biri buydu. Osmanlı Türkçesi dersini alan yeni nesil, mezarlıklara akın edip harıl harıl mezar taşı okuyacak.

Efendimiz hazretleri, kendisine “padişah bozuntusu” diyenlere kızıyormuş. Ama korkarım ki bu gidişle “Osmanlı bozuntusu” bir nesil yetiştirecekler. Hünkârımız bazı aklıevvellere inanıp da Osmanlı Türkçesi dersini almış olan yeni nesillerin Osmanlı arşivlerinin bulunduğu binaya koşup el yazması eserleri okuyabileceklerini sanmasın. Okuyamazlar! Okuyamazlar, çünkü Osmanlı arşivlerinin bulunduğu Sultanahmet'teki 400 yıllık tarihi bina AKP iktidarı tarafından otele çevirince arşivler dere yatağında bulunan Kağıthane'deki binada çürümeye terk edildi. Yeni nesiller, o el yazmalarına çürümeden ulaşsalar bile okuyamazlar, çünkü o el yazmalarını okumak uzmanlık gerektirir.

Bunu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Peki ama öyleyse niçin "Osmanlı Türkçesi" dersi? Çünkü bu eski bir hesaplaşma. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına dayanan bir hesaplaşma.

ESKİ BİR HESAP
Cumhuriyet’in ilanından birkaç ay önce İzmir’de Ermeni tüccar Hamparsumyan’ın Banka-Han binasında İktisat Kongresi toplanıyor. Türkiye’nin kapitalist ülkelerin sadık bir üyesi olduğunu ilan ettiği bu kongrede iktisadi konuların dışında ilginç bir tartışma yaşanıyor. İşçi delegelerden İzmirli Nazmi ve iki arkadaşı Latin harflerinin kabulü hakkında bir önerge veriyorlar. O tarihlerde ve öncesinde, Latin harfleri meselesi tartışılıyor ama devrim yıllarında ilk önerge işçilerden geliyor. Ancak Kâzım Karabekir önergeye karşı çıkıyor ve önerge reddediliyor. Kongre sonrası 5 Mart 1923 tarihli Vakit gazetesinde Latin harflerine niçin karşı çıktığını bakın Kâzım Karabekir nasıl açıklıyor:

“Acaba bu Latince kabul edilebilir mi? Bu kabul edildiği gün memleket herc-ü merce girer. Her şeyden sarf-ı nazar bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes kitaplarımız, tarihlerimiz ve binlerce cilt âsârımız bu lisanla yazılmış iken, büsbütün başka bir şekilde olan bu harfleri kabul ettiğimiz gün en büyük bir felâkete uğramış oluruz […]”

Çok tanıdık değil mi? Belki şimdikiler Kâzım Karabekir gibi Latin yazı sistemine geçmenin Latinceye geçmek demek olmadığını anlamışlardır, ama Latin yazı sistemine geçerek memleketin herc-ü merce (kargaşaya) girdiğini, binlerce ciltlik âsârımızı (eserlerimizi) okuyamadığımızı söylemiyorlar mı?

KUTSAL HARFLER
Yeni nesillerin Arap harfleriyle yazılmış Osmanlı Türkçesi yazma eserleri okuyabilecek yetkinliğe ulaşmalarının güçlüğü açıkken, AKP iktidarının yazma eserleri rutubetli odalara terk edip bu eserlerle ilgili dikkate değer hiçbir adım atmadığı ortadayken meselenin o eserleri okutmak olmadığı, olsa olsa sadece Arap harflerini öğretmek olduğu anlaşılır. Arap harflerine olan bu tutkunun nedeni, Kâzım Karabekir’in Vakit gazetesindeki demecinin devamında görülüyor:

“[bu harfleri kabul edersek] bütün Avrupa’nın eline güzel bir silah verilmiş olur. Bunlar âlem-i İslâma karşı diyeceklerdir ki: ‘Türkler ecnebi yazısını kabul etmişler ve Hıristiyan olmuşlardır.’ İşte düşmanlarımızın çalıştığı şeytanetkârâne fikir budur.”

Çok tanıdık değil mi? Şevketpenâh efendimiz hazretleri “İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğrenilecek ve öğretilecek” diye buyurduktan hemen sonra “Bu dinin bir sahibi var” diyor, “Sahibi, bu dini dünya var oldukça muhafaza edecek” diye de ekliyor.

Harfleri kutsuyorlar! Oysa onlar sadece harf. Harfleri kutsayarak çok tehlikeli bir işe kalkıştıklarının farkında değiller. Kutsallık atfettikleri o harflerle kimin ne yazacağını, hangi münasebetsiz sözcükleri kullanacağını kimse öngöremez. Kutsallık atfettikleri o harfleri kimin nerede kullanacağı, hangi münasebetsiz yerlerde görüleceği de belli olmaz. 


Not: Metin içindeki fotoğraflar Özgür Aydın'a aittir.