Turnuvaların ardındaki 'semptomlar'

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

Ülkede cereyan eden tüm spor ilişkileri derin bir kriz yaşıyor. Bu kriz ortamına erişmeden önce, futbol alanında, hayaller-ütopyalar minvalinde uzun bir süre salınan, "bitti demeden bitmeyen" ahir zamanlardan yapılan kolajlar, bizleri uzunca bir süre esir alıyor, herkese boş ümitler vaaz ediyordu.

Avrupa Şampiyonası’nın bitiş düdüğü ile birlikte, "beklenmediklerin" şampiyonluk ilanı ile beraber yeni tartışmalar da bizi bekliyor. Türkiye futbolunun zorlukla katılım gösterdiği turnuvada, finale çıkma, başarılı olma taahhütleri, boş bir tahayyüle evrimi kısa bir zaman alsa da, buradan bir ders çıkarıldığı da henüz iddia edilemiyor. Tamamı ile “motivasyon” kökenli bir plan ile kazanılmaya çalışılan zahiri ve geçici başarılar, görünür olan sıkıntıların çözünürlüğünü yeniden azaltmaya yetiyor.

Gerçekler, ıskalanmaya ve ertelenmeye devam ediyor. Başarılı olmayı sözde inanmaya ve motive olmaya, teolojiye bağlama ritüelleri, çalışmanın karşısında istikrarlı mağlubiyetler alıyor. Ali Ece’nin de dediği gibi, “Futbolda başarının yarısı inanmak olsa bile başarısızlığın %90’ı kendini kandırmaktır” sözü, Türkiye futbol karakterini tanımlıyor.

Kısa sürede gündemden çıkarılan eskiler, bu kez başka mecralarda yeniden üretiliyor ve “devşirme sporcular” ile başka bir turnuvaya bağlanıyor.

Atletizm oyunlarında kazanılan 12 madalya, kara bulutları dağıtmış gibi görüntü verse de, ülke sporunun çelişkilerini daha da afişe etmeye yarıyor.

Daha önce gerçekleşen turnuvaların tamamında 12 madalya kazanan bir ülke, tek bir şampiyonada bu sayıya ulaşabiliyor. Madalyaların hangi amaca hizmet ettiği ise, muazzam bir tahlil yapmayı gerektirmiyor.

Atletizm federasyonu yetkilileri, devşirme sporcu eleştirilerini şu şekilde "göğüslüyor":

“Devşirme sporcularla ilgili Türkiye'de yazılan çizilen şeylere, gelen tepkilere tek bir cevabım var. Burada ülkeler, kendi takımlarında koşan insanların renkleri ile değil, göndere çekilen bayrakları ve okunan marşları ile temsil ediliyor. İtalya'nın 16, Fransa ve İngiltere'nin 10'dan fazla yabancı sporcusu vardı. Sömürge ülkelerin sporcuları yarıştan sonra 2 ayrı bayrakla koştu. Burada sporcunun rengi değil, verilen emek önemlidir."

Madalyalar ve kazanılan dereceler, siyasi bir malzeme olarak ve bir iktidar başarısı olarak pazarlanıyor ve insanların buna "tav olması" bekleniyor. Kimilerinin henüz Türkiye‘de antrenman dahi yapmadığı sporcular satın alınıyor ve ülkenin beynelmilel çehresi olarak gösteriliyorlar. Israrla yapılan bir şey daha, bir çarpıtma ve demagoji göze çarpıyor.

Burada madalya almaktan ya da madalya alan sporcunun renginden değil, "sporcu yetiştirmekten uzak, bu kültürü edinememiş bir ülkenin ızdırabından" bahsediliyor. Türkiye’den...

Verilen emek konusuna gelince...

Bu hâli ile tanımlanan "emek", sporcuları kısa yoldan başarı kazanmak, onları büyük meblağlar ile ikna etmek ve kendi sınıf çıkarlarının bir aksesuarı olarak sunmak olarak kodlandığında tüm devrimci anlamından sıyrılıyor ve çırılçıplak kalıyor.

Milyon dolarlar ile yapılan prim tartışmaları ise hâlâ aklımızın bir kenarında hazmedilmeyi bekliyor.

Oldukça açık, bu düzenle ve bu düzende olmuyor....