Asırlık 'kardeşlik': Futbol, darbe ve siyaset

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

Türkiye, orijini Osmanlı’ya uzanan bir şekilde düşünüldüğünde, pek fakir sayılamayacak bir askeri isyan, darbe ve tevkifat geçmişine sahip. 1445’teki ilk Buçuktepe Yeniçeri İsyanı’ndan Kuleli Olayı’na, Patrona İsyanı’ndan Edirne Vakası’na kadar birçok kez ‘kalkışma’ hareketlerine sahne olan bu topraklar, çalkantılı siyasal dönemler ve boşlukların üretimi bakımından oldukça zengin kanallara ev sahipliği yapıyor. Bu anlamı ile bakıldığında, coğrafyamızda da, birçok yerde de olduğu gibi, ordunun siyaset ile hep bir bağı olduğu, bu bağı ve ilişkileri kimi zaman dondurup, kimi zaman hareketlendirdiği momentler olduğu seçilebiliyor.

1908 senesi ile yani Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte başlayan ve 1923’te cumhuriyet ile taçlandırılan modernleşme ve aydınlanma süreci, burjuva demokratik devrimin gerçekleştiği toprakları başka bir yola sokmuştu. Bu yeni girilen ‘kapitalist yol’, kendine has özelliklerini coğrafyanın kendine has özelliklerini de kapsayarak ilerlerken, futbol da bu dönemde kendine alan açmaya başlıyordu. Açılan bu alan, ayaklarına prangalar vurulmuş ‘top sevdalılarının’ yüzünü de güldürüyor, futbol saltanata muhalif kalmaktan çıkıyor, ‘meşruluk’ kazanmaya başlıyordu. Meşrutiyet’in ilan edilmesi, akabinde 2. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi ve Selanik’e yollanıp, Alatini Köşkü’ne kapatılması ile başlayan süreç sonunda futbol, kendisine nefes alabileceği bir alanın sınırlarını belirginleştirdi. Artık, toplanma özgürlüklerinin kısıtlandığı,  hafiye takiplerinin ve jurnalciliğin paralize olması ile birlikte yeni bir döneme geçilmişti. Kuşkusuz ki İstibdat Dönemi’nin sonu, spor adına da bir ‘detant’ dönemini işaret ediyordu.

İLK TANIŞMA VE DERİNLEŞEN 'TUTKULAR' 

2. Abdülhamit padişahlığında, İstibdat yıllarında görülen geniş baskı, futbolun gelişimine de engel teşkil etmiş ve futbol, iktidar güçleri tarafından ‘aykırı’ bir oyun olarak görülmüştü. Öğrenilen futbol, pratik edilme sorunu yaşamış, kurulan takımlar ve kurucuları kulüp isimlerini yabancı isimlerden seçerek hafiye ve kolluk kuvvetlerinden kaçmanın yollarını bulmaya çalışmışlardı.“Türk gençleri, kimliklerini belli etmemek kaydıyla bu eğlenceye katılabiliyorlardı; İstanbul Futbol Ligi’ne katılmaları ise söz konusu değildi”. Futbolun gelişimi de ilk zamanlarda tıkanmış, futbol oyunu İngilizler ve Rumlar arasında oynanan ve ligleştirilen bir alana daralmıştı. Futbolun ilk gelişim pratikleri, Batı illerinde olmuş, özellikle de İngiliz-yoğun coğrafyalarda etkili olmuştu. Selanik ve büyük bir hamleyle bu sporda büyük gelişme kaydeden İzmir ve İstanbul, futbolun ülkede gelişmesinde kritik bir işlev üstlenmişti. Ancak zaman geçiyor ve siyasetin futbol üzerindeki ‘silueti’ daha da berraklaşıyordu.

İttihat ve Terakki ile başlayan yaygın futbol ‘işgali’, yapılanan ülke ile birlikte siyasi grupların elinde oyuncağa çevrilmişti. İttihat ve Terakki dönemi, futbolun milliyetçi bir sosa bulandırıldığı, futbolun Batılı ülkelere karşı bir mücadele aracı olarak konumlandırıldığı bir dönemin ismi oldu. Cumhuriyet sonrası modern dönemde ise, askeri darbe ve hareketlilikler de ‘çağ atlamış’, siyaset arenası çok partili bir forma geçmiş ve ilerleyen seneler futbolun genişleme dönemi olarak kayıtlara geçmişti. 1950’li ve 60’lı yıllar, kulüplerin ve futbol dünyasının Demokrat Partili milletvekillerine ve onların politikalarına terk edildiği yıllardır. Siyaset ile futbol ilişkisi bu dönemlerde zirve yapmıştır.

1980-2016: DARBEDEN DARBEYE FUTBOL VE SİYASET NOTLARI

1980 yılının 12 Eylül günü ise, toplumsal hayatın ve elbette ki futbolun da kesintiye maruz bırakıldığı zamanlardır. Askeri darbe,  ülkede birçok şeyi değiştirmiş, futbola müdahaleyi başka boyutlara taşımıştı. Özellikle liberalizmin kurumsallaşması ve cuntacı anlayışın hâkim kılınması emekçi sınıfların belini kırmış, dinci gericiliğin önünü açmıştı. Futbolun tüm bu süreçten bağımsız kalması zaten olanaksızdı. Dönemin Futbol federasyonu başkanı, hakem Sadık Deda, darbenin ‘patronu’ Kenan Evren’in boyunduruğuna giriyor, futbol kulüpleri arasında paylaşımlar yapılıyordu. “Benzer bir müdahale, 1962’de henüz askeri darbe ortamının etkilerini sürdürdüğü günlerde, Başbakan İsmet İnönü’nün talimatıyla Vefa ve Altınordu’nun (henüz ikinci lig uygulaması başlamamışken) Birinci Lig’e alınmaları ve o sezon ligin on sekiz takımla oynanması ile yaşanmıştı”. Siyaset ile futbol her zamanki gibi iç içe idi. Özellikle, Çankaya’nın 1. Şişmanı Özal’ın yürütücüsü olduğu 24 Ocak neo-liberal ekonomik dönüşüm kararları spor ve futbol üzerinde ciddi travmalar yaratıyor, futbol, geniş kitlelerin deşarj olma, düzene bağlanma etkinliği olarak sunuluyordu. Kenan Evren’in verdiği talimat ile Ankaragücü takımı 1. Lig’e alınıyor, durumu kulüp başkanı önceden müjdeliyordu. “Atatürk’ün yüzüncü doğum yılında Ankaragücü birinci lige alınmalı”…

Ankaragücü’nün birinci lige alınması, diğer takımlarda da ‘acaba’ sorularını beraberinde getirmişti. Başvuru yapanlar arasında Karşıyaka ve Samsunspor bulunuyordu. “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’na Samsun’da başladığı” tezi Samsunspor’un birinci lige dâhil edilmesini sağlayamıyor, Karşıyaka kulüp başkanının itirazı sonuçsuz kalıyordu. “Bilsek biz de kupaya asılırdık! Geçen sezon Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı kupadan eleyen Lüleburgazspor, eğer kupayı kazansaydı Üçüncü Lig’den Birinci Lig’e mi alınacaktı?” Tüm bu tartışmalar sürerken, Ankaragücü Devlet Başkanlığı Kupası’nı cuntacı Kenan Evren’in elinden almış, bu kupa birinci lige giden kapıyı sonuna kadar açmıştı. Askeri faşist darbe sonrası ortaya çıkan yeni prosedür ve hükümler, liglerin ve futbol yapılanmasının re-organizasyonunu sağlamıştı.

“Kupayı kazanan 2. Lig takımları doğrudan 1. Lig’e çıkmaya hak kazanır” ve “Bir takım kupayı kazandığı takdirde küme düşmüş olsa bile o sezon kümede kalır” maddeleri, darbenin futbola etkisini özetliyordu. İlerleyen dönemlerde TFF Başkanı olarak görev yapmış olan Ali Uras ise, “Türkiye’de artık spor yapılamaz” diyerek istifa etmişti. Ülkede işler sermaye adına ‘tıkırında’ giderken, 81-82 sezonu Avrupa macerası ise kâbus oluyordu. Tek bir galibiyet bile alamayan Türkiye takımları, elleri boş dönüyordu. O dönemki en ilginç tesadüf, Ankaragücü’nün elendiği takımın Sovyetler Birliği takımı Rostov oluşuydu.

BAKİYE KALANLAR VE 'YARININ ANLAMI'

1980’li yıllar, tavizler, vaatler, ‘yasal’ şikeler ve müdahale yıllarıdır. Özal’ın başında bulunduğu ülke, piyasacı etkilerin futbola yerleşmesini sağlıyor, futbol,  sermaye gruplarının ve burjuva siyasetin bir politika malzemesi haline geliyordu. Siyasetin futbol üzerindeki tartışılmaz etkisi, sporun ve özellikle onların en popüleri olan futbolu zapturapt altına alıyor, endüstriyel futbol düzeninin de ülkeye tedricen nüfuz etmesine imkân sağlıyordu. Futbol, artık sermayenin bir nevi ‘taharet musluğu’ halini almıştı. Şimdilerde ise futbol, son 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte, daha da ‘politize’ bir görüntü veriyor. Özellikle, mali bir daralma alarmı veren lig, yapılan siyasi açıklamalar ile gericilik pompalamayı sürdürüyor. Buna, darbe girişimi sebebi ile kapatılan basketbol kulüpleri ve düzenlenen/düzenlenecek olan ‘demokrasi’ konulu futbol turnuvaları da eşlik ediyor.

Bir ‘darbeler ülkesi’ olan Türkiye’de, darbelerin, girişimlerin, kalkışma ya da hareketliliklerin cirit attığı, gerici hiziplerin pastadan paylanmaya çalıştığı bir coğrafyada, emekçi sınıfların artık bir ‘seyirci’ gibi oturup ‘çekirdek çitleme dönemleri’ geride kalmıştır. Ortada oynanacak ya da izlenecek bir ‘futbol oyunu’ da yoktur.

Kazanılacak koskoca bir gelecek, feyzalınacak bir tarihsellik vardır.

Örnek olsun, 11 Eylül 1973’te Şili’de Salvador Allende hükümetine yapılan askeri/ faşist Pinochet darbesi sonrası Şili futbol takımı ile oynamayı reddeden ve maça çıkmayan Sovyetler Birliği futbol takımı gibi…

“Şilili vatanseverlerin katledildiği bir stadyumda futbol oynamayacağız!”

İşte yarının anlamı, bu sözlerin yeniden sahiplenilmesinde, ileri taşınmasındadır…


 

            -  Gökaçtı, M. A. (2008). “Bizim İçin Oyna” Türkiye’de Futbol ve Siyaset. İletişim Yayınları: İstanbul.

            -  Hürriyet gazetesi, 04.06.1981, Spor sayfaları.