Yanlış bir dünyanın yenilmez kahramanı: Muhammed Ali

Benian Kara

Blog: Spor

Ölümünün ardından geçen birkaç gün içinde onlarca sözünü, fotoğrafını paylaşıp andığımız efsane boksör Muhammed Ali için bu yazı. Başarıları, her sporcuya ‘kısmet’ olmayacak nadir mağlubiyetleri, salt sporcu olmayıp aynı zamanda söyleyecek sözleri de olan bir adam olarak bütün yaşamından bahsedilebilir, üstelik her bir kısmından ayrı ayrı… Bense başka bir şey yapmaya çalışacağım. Yanlış bir dünyanın yüz akı olabilmiş bu adamın hayatına, o dünyayla ilişkisi bağlamında bakmaya çalışarak...

Yanlış derken ne demek istiyorum bununla başlayalım. Çoğu okur kızacak tahmin ediyorum. Yine de biraz sabır... Spor’un tanımından yola çıkarsak kısaca denebilir ki; “Önceden belirlenmiş kurallara göre bireysel veya takım halinde yapılan, genellikle rekabete dayalı yarışma ve kişisel eğlence ve/veya bedensel ve ruhsal mükemmelliğe ulaşmak için yapılan fiziksel aktivite’dir. Bu genel çerçeveden bakıldığında -elbette tek başına değil- birkaç spor dalıyla beraber boks da “bedensel ve ruhsal gelişime ulaşma amacı” ile çelişiyor ve hatta tersinden kişinin bedensel ve ruhsal olarak gün geçtikçe kötü hissetmesine sebep oluyor diyebiliriz.

Ölümcül darbelere hayat öpücüğü denemeleri

Birazcık geriye, M.Ö. 8. yüzyıla yani olimpiyatların başladığı günlere gidelim. Antik Yunan ve Roma'da da eldivensiz biçimde gerçekleştirilen boks maçları, neredeyse kuralsız, uzun saatler boyunca ve en nihayetinde de taraflardan biri ölene dek sürüyordu. Tarihin uzun bir aralığında yasaklı kalan ve gizli saklı yapılmaya devam edilen boks, 18. yüzyılda İngiltere'de adeta yeniden canlandırıldı. Zaman geçtikçe gerekliliği fark edilen eldiven, bir zorunluluk haline getirildi ve kurallar belirlenerek yazılı hale getirildi. Yine de yeterli oldu sayılmaz, çünkü ölümler devam ediyordu. Ölümler olmasa bile, sporcuların kafalarına aldıkları sert darbeler, tedavisi mümkün olmayan ve ilerleyen yaşamlarını yardımsız sürdürebilmelerine olanak vermeyen kalıcı hasarlar bırakıyordu.

Amerikan Tıp Derneği, 1983’te bir bildiri yayımlayarak; müsabakalar sonrası yaşanan beyin hasarları, kalıcı sakatlıklar ve tabii ki ölümlü örnekler sebebiyle boksun yasaklanması gerektiğini bildirdi. Eldivensiz ve kuralsızca yapıldığı yılların üzerinden geçen zamana ve alınan önlemlere karşın spor sağlığı ve psikolojisi alanında çalışan tıp insanlarının fikirleri değişmiş görünmüyor. Özellikle nörologlar, boksun olimpiyat sporlarından çıkarılması ve açık gösterimden yasaklanması yönünde görüşler belirtiyorlar. Boksun beyinde hasara yol açtığını, kafatasına alınan darbe sonucunda beyin dokusunda ciddi bozulmalar meydana geldiğini ve bunun da zamanla ölümcül olabilecek travmatik hasarlara yol açtığı konusunda uyarılarda bulunmaya devam ediyorlar bugün de.

Amerikan Tıp Derneği’nin o bildiriyi yayımladığı yıllarda ise bu ölümcül sporun en gözde ve karakterli sporcusu Muhammed Ali Clay, boksa ara verdiği yılların ardından tekrar eski formuna kavuşmuş, ‘yenilmez’lik üniformasına yeni yıldızlar ekledikten sonra da hastalığı sebebiyle ‘emekliye’ ayrılmıştı! O vakte kadar 3 defa Dünya Şampiyonu olmuştu ve bütün kariyeri boyunca sadece 5 defa mağlup edilebilmişti. Bunlar salt istatistik değildi, bir de hayata yansıması vardı Muhammed Ali ve olağanüstü kariyerinin. Yaşadığımız ülkenin dahi hemen her şehrinde, maç saatlerinin zaman farkına aldırmaksızın, insanlar sabaha kadar maçlarını izlemeyi bekliyor, çocuklar babalarından duyarak tanıdıkları bu yenilmez, siyah adam yüzünden mahallerindeki boks kurslarına yazılıyordu.

Muhammed Ali vs Superman

Diğer yandan Muhammed Ali hiçbir zaman sadece bir kahraman sporcu olmakla yetinmeyip geldiği sınıfın çelişkilerini de içinde taşımaya ve zirvesine kadar çıktığı dünya düzeninin dayatmalarına karşı çıkmaya devam etti. “Neden Vietnamlı’larla savaşayım, onlar bana zenci demiyor.” diyerek savaşların halklar arasında yaşanmadığını, “Benim halkımın gerçek düşmanı burada, Amerika’da. Kendi özgürlüğü, kendi adaleti ve eşitlik için savaşan o insanları köleleştirmede kullanılan bir maşa olmayacağım” derken antiemperyalizmin, doğrudan kendisi için ne anlama geldiğini, “Kendi inandığım değerler için direniyorum. Kaybedecek hiçbir şeyim yok. Beni hapse atacaklarmış, ne olmuş sanki? Zaten 400 yıldır hapisteyiz” diyerek ise, sürmekte olan düzenin bir parçası olmadığını ve olmayacağını ilan ediyordu açıkça. Üstelik Muhammed Ali’nin bu karakteri öyle baskındı ki; kim bahsederse bahsetsin onun bu tavrını göz ardı etme cesaretini gösteremiyordu. Örnek olsun; 1978 yılında, karşısına Superman konularak bir çizgi roman kahramanına da dönüştürülen Muhammed Ali, hikâyenin sonunda Superman’in gerçek kimliğini öğrenmesine rağmen sırrını açık etmiyor ve rakibiyle kucaklaşarak, “Biz en iyileriz!” diyordu.

Muhammed Ali vs dünya düzeni

Yine çokça paylaşılan ABD Eski Başkanı Bush ve Küba Devrimi’nin öncüsü Castro ile yan yana gelişlerinin fotoğrafları ve bu fotoğrafların hikâyeleri de Muhammed Ali’ye dair önemli bilgiler verir nitelikte. Zira Muhammed Ali ilkinde; ilerleyen yaşına ve hastalığına rağmen, emperyalizmin akıl dışılığı ve saldırgan soytarılığına hiç duraksamadan gereken yanıtı veriyor, “Aklını kaybetmiş olmalısın” diyordu. Bush şoka uğruyor, ancak sırıtıyordu. Hem de ağlanacak haldeyken. İkincisinde ise kendi bireysel zaferlerine rağmen, örgütlü insan aklının zaferi olan sosyalizmin, o saldırgan soytarılık karşısındaki yenilmezliğine saygı duruşunda bulunarak herkesin gönlünde ve aklında hak ettiği yeri almayı başarıyordu.

Kariyerler sonlanır, efsaneler…

Üstelik Muhammed Ali boksun ölümcül yanlarının da farkında olan ve neredeyse katı bir şiddet karşıtı insan olarak hayatı boyunca hiçbir sokak kavgasına karışmamış olmakla övündüğünü söylemiştir. Hakkında anlatılanlara göre de bir defasında, rakibinin fazlaca hırpalanmasına rağmen maçı durdurmayan hakeme dönerek, olanca hışmıyla “Maçı neden durdurmuyorsun, ölmesini mi istiyorsun?” diyerek çıkışmış ve rakibinin hayatının karşısına kendi zafer sarhoşluğunu koymamıştır. 1978’de ise efsanevi kariyerinin bir sonucu ve elbette bedeli olarak Parkinson olmuş, ringlere veda etmiştir. Neden bıraktığına dair sorulara ise verdiği cevap yine kendinden beklendiği gibidir: Bırakıyorum çünkü insanları dövmekten daha iyi şeyler var!

Yine anlatılanlara göre; 12 yaşındayken yaşadığı Louisville’de, en yakın arkadaşıyla birlikte bisikletlerine atlayıp panayıra giderler. Panayır dönüşü bisikletini arar ama bıraktığı yerde bulamaz. Polise gidip şikâyetçi olmak ister. Polis ise o esnada bir boks salonundadır, mecburen oraya gider. Daha önemli işleri olduğundan mı yoksa bir siyah çocuğun bisikletinin çalımasının önemi olmadığından mı bilinmez kendisiyle ilgilenilmez ve rivayet odur ki; hem bu duruma isyan eden hem de gördüklerinden etkilenen Cassius Clay boksa başlamaya karar verir. Belki de bu yüzden, milyonlarca insanı sadece ringde attığı yumruklarla değil, bisikletini çaldırmış bir çocuğun isyanıyla da etkiledi o. Ringlerden ve bu dünyadan ayrılışının ardından bizim de umudumuz o çocuğun isyanını her gün yeniden örgütlemek. Savaşın, ırkçılığın ve çaresizliklerin yumruklara değil aydınlık günlere dönüştüğünü görene dek...